6 Kasım 2010 01:00

Çağrı Sarı

AKP döneminde kadrolaşmanın en çarpıcı örneklerinden biri YÖK’de yaşandı. AKP Hükümetinin ilk yıllarında YÖK’ ve hükümet arasında tartışmalar yaşandı. Ancak sonraki yıllarda özellikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün atadığı Yusuf Ziya Özcan döneminde, YÖK, adeta hükümetin arka bahçesi oldu.
Bütün üyeler birbirleriyle son derece uyum içerisine girdi. Hükümetin de üniversiteler açısından işi kolaylaşmış oldu. Yani eğitimin ticarileşmesinden, üniversiteleri sermayenin odağı haline getirmeye kadar istediği her şeyi, YÖK aracılığıyla üniversitelerde yapmaya başladı.
BİRİNCİ PERDE: YÖK’Ü YEK YEK YAPSAK
YÖK AKP hikayesinin başlangıcında bir harf değişikliği girişimi yaşandı, AKP iktidar olunca, önce YÖK’e, YÖK üzerinden de üniversitelere müdahale etmek istedi. Ancak istediğini tam anlamıyla alamadı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu, iktidara geldiklerinden kısa bir süre sonra, YEK (Yükseköğretim Eşgüdüm Kurulu) yasa tasarısı hazırladı. Hükümetin amacı sermayenin yükseköğretimini yapılandırmaya duyduğu ihtiyaçtı.
Tasarı ile, üniversitelerin yönetimine el atmak amaçlandı. YÖK’ün ismi değiştirilerek yapılmaya çalışıldı. YEK’in içinde rektör bulunmayacak, üniversiteyi 17 üyeden oluşan bir kurul yönetecekti. Bu kurul içinde, Bakanlık temsilcilerinden, patron örgütlerinin temsilcilerine kadar bir çok kesim bulunacaktı.
DEMOKRASİ ÖLÇÜTÜ PATRONLARIN KATILMASI
Erkan Mumcu, yasayı açıklarken övünerek, “Karar alma süreçlerinde demokratik katılım sağlanır” dedi. Ancak hiçbir akademik oluşumda öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin bırakın karar alma mekanizmalarına katılması, görüşlerinin alınmasına dair hiçbir ifadeye yer verilmedi. (AKP demokratikleşme meselesini hep kendi demokrasi anlayışı üzerinden savundu. Bu nedenle 12 Eylül ile hesaplaşma maskesiyle pazarlanan Anayasa değişikliği sürecinde. AKP, 12 Eylülün en önemli ürünlerinden biri olan YÖK’e laf etmedi.) Özellikle üniversite öğrencileri kurulduğu günden bu yana her fırsatta dile getirdiği “YÖK kaldırılsın” talebi, bundan sonra da “Ne YÖK, ne YEK, özerk demokratik üniversite” dedi.
YÖK BİR TARAFA AKP BİR TARAFA
Bu dönemde YÖK Başkanı Prof. Dr Erdoğan Teziç’di. Teziç’in ne öğrencilerle ne de AKP hükümeti ile arası iyi olmadı. Yüksek Öğretim Kurulu Başkanı Erdoğan Teziç, 4 yıllık görev süresi boyunca sürekli yasaklar, skandallar ve geçmişiyle çelişen açıklamalarla gündeme geldi. İlk göreve geldiğinde bizden beklenen kamuoyu önünde iktidarla mücadele etmek değil ama gerekirse edeceğiz” dedi. Dediği gibi de oldu. 4 yıl boyunca hemen her konuda AKP iktidarıyla YÖK sürekli bir çatışma halinde oldu. YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in yaptıkları da söyledikleri de ciltlerce kitap olacak kadar çok. Teziç, YÖK Başkanı olduktan sonraki uygulamaları sebebiyle yoğun şekilde eleştirildi. Bu süreçte fişlemeden, hükümetle atışmaya, başarısızlığa garip gerekçeler bulmaya pek çok olay yaşandı.
TEZİÇ: SEVİLMEYEN BİR YÖK BAŞKANI
Prof. Dr. Erdoğan Teziç, görevi devraldıktan 5 gün sonra 17 Aralık 2003 tarihinde üniversite rektörlerine bir yönerge gönderdi. Öğretim üyelerini fişletmeyi amaçlayan “Gizli Yönerge”ye akademisyenler büyük tepki gösterdi. “Teziç döneminde öğretim üyelerinin fişlendiği” böylelikle ortaya çıktı.
Teziç döneminde “Dünyanın En İyi 500 Üniversitesi” listesi de açıklandı. Bu listeye, Türkiye’de bulunan hiçbir üniversite giremedi. Üniversitenin girememesine bahane arayan Teziç, araştırmanın kimler tarafından ve neye göre belirlendiğinin sorgulanması gerektiğini savunarak, ilkler arasına girememenin çok da önemli olmadığını ima etti.
Bunlar verilebilecek bir- iki örnek. Teziç döneminde de üniversitelerde baskılar eksik olmadı. Halay çektiği için, Kürtçe müzik dinlediği için öğrenciler soruşturmalara ve okuldan uzaklaştırmalara maruz kaldı. Sivil polis okullarda cirit attı. Sermaye kapıları üniversitelere açıldı. Kol ve kulüplere ödenekler ayrılmadı. Yani YÖK mantığı Teziç döneminde de devam etti.
BAŞBAKAN TEZİǒİN YÖK’ÜNÜ SEVMEDİ
Başbakan Erdoğan Teziç döneminde YÖK kadrosu ile sürekli tartıştı. YÖK’ün kararlarına muhalif oldu. YÖK’ü antidemokratlıkla suçladı. Bir konuşmasında “YÖK anlayışı ülkemizde bilime sınır getirmiştir” dedi.
Başbakan Erdoğan, YÖK’ün yeni üniversitelerin açılmasında engel olduğunu söyledi. Erdoğan, YÖK’ü öğretim üyesi açığının sorumlusu olarak gösterdi. “Öğretim üyesini kim yetiştirecek, ben mi yetiştireceğim? Sen yetiştireceksin ama insanların beyinlerini okumaya kalkarsan bu ülkede öğretim üyesi çıkmaz.” Diye YÖK’ü eleştirdi.
Teziç görev süresini tamamlayıp görevi bırakınca, AKP hükümeti adeta Teziç’in ardından el salladı. Çünkü artık kendi istediği YÖK’ü kurabilme imkanı doğmuş oldu. Nitekim istediğini de elde etti.
YENİ STATÜKONUN ÜNİVERSİTEDEKİ ZAPTİYESİ
‘Demokratikleşme’ denildi, yıllardır çözülemeyen türban sorununun çözülmesi için adımlar atıldı. Türban sorunu demokratikleşme meselesi olarak görülürken üniversitelerde haklarını talep eden, eylem yapan öğrencilerin eğitim hakkı ellerinden alındı hükümet demokratikleşme meselesine buradan da kendi istediği şekilde baktı. YÖK üniversitelere sivil polislere okullarda yer gösterilmesine ilişkin protokol imzalandı. Burada da parasız, bilimsel, demokratik, üniversite isteyen akademisyen ve öğrencileri hedeflendi.Kameralar, turnikeler ve polislerle üniversiteler Orwel’in 1984 romanını aratmayacak hale geldi
Yani kısaca, AKP kendi istediği bir YÖK olana kadar YÖK’e muhalifti. Kendi kadrosunu oluşturduğunda ise, muhalifliği falan bıraktı.
Son 3 yılda, Özcan döneminde AKP ve YÖK arasında hiçbir tartışma yaşanmadı. Yani her zaman karşı çıkılan YÖK artık eski YÖK değil. Şimdi, daha gerici daha baskıcı haliyle iktidarın çocuğu konumunda. Ancak bu haliyle de kalmayacak. Çünkü dönüşüm sürüyor ve sermayenin ihtiyaçları YÖK’ün mevcut halini bile kaldırabilecek durumda değil. Bunun işaretini de Başbakan Erdoğan “Seçim sonrası YÖK’de kapsamlı bir reforma gideceğiz” diyerek verdi.
Tabi ki üniversitede nelerin yaşanacağı sadece iktidara bağlı değil, başka bir üniversite isteyen güçlerin mücadelesinin seyri de belirleyici olacak.


BİR SAHİPLİK İLİŞKİSİ

Aralık 2007’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ı atadı. Özcan atandığında, oldukça tepki topladı. Çünkü üniversitelerde hâlâ eski Cumhurbaşkanı Sezer’in döneminden seçilen rektörler görev yapıyordu. Üniversitelerin Rektörleri ‘Üniversiteler Arası Kurul’ oluşturdu. Her fırsatta toplanıp YÖK’ün AKP’nin eline geçtiğine işaret ediyor, “Özcan İstifa etmeli” diyordu.
Özcan ile baraber hükümet YÖK çatışması sona erdi. (Hükümet kadrolaşmaya gitti. Hatta bu kadrolaşmayı gizleme ihtiyacı bile duymadılar. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, Ankara’da düzenlediği basın toplantısı öncesinde açık bırakılan mikrofondan duyulan sesiyle de tescillenmiş oldu.
*Unakıtan: İsterse söylemesin...
*Bürokrat: ...Bu ortamdan faydalanıp üniversite reformunu da yaparsak hükümet olarak Sayın Bakanım çok ciddi başarı olur.
*Bürokrat: 300 milyona yakın üniversiteye iyileştirme yapıyoruz yıllık. Gülüp oynasınlar...daha sesleri çıkmaz.. tarifeyi de ufak bir rötuşla geçiştiririz böylece... )
Hükümet süresi dolan rektörlerin yerine, kendi istediği rektörleri atadı. Bunun üzerine üniversitelerde istifalar başladı.
Nitekim bir anlamıyla AKP istediğini elde etti. Kendi kadrosunu hem YÖK’e hem de üniversitelere yerleştirdi. Böylelikle üniversiteler dikensiz gül bahçesine dönüştü. Muhalif olana soruşturma açıldı. Okuldan atıldı, üniversitelerdeki baskı ortamı 12 Eylülü aratmadı.
Özcan döneminde üniversiteler ile para daha çok ilişkiye girdi. AKP ve YÖK işbirliği, Özel üniversitelere de teşvik adımları attı. Özel üniversitelerin sayısı her geçen gün arttı. Devlet üniversiteleri ise kaderleriyle baş başa bırakılmaya başlandı. Hatta YÖK Başkanı her konuşmasında üniversiteye dışarıdan kaynak bulunması gerektiğini savundu. Özcan döneminde YÖK hiç olmadığı kadar hükümet tarafından yönetilmeye başlandı. 10 yıldır tartışılan Bologna süreci hız kesmeden devam etti.

Üniversitede güvencesiz çalışma artıyor

Arzu Acar (Eğitim Sen İstanbul Üniversiteler Şubesi Yöneticisi): Üniversitelerin idari işlerini yapan kamu emekçileri, diğer bütün emekçiler gibi maaş, özlük, sendikal ve demokratik haklar konusunda pek çok sorunla boğuşmaktadır.
Üniversiteler kamuda yaşanan neoliberal dönüşümden bire bir etkilenmekte, üniversitede oluşan parçalı istihdam yapısı nedeniyle güvencesiz çalışma biçimleri yaygınlaşmaktadır. Bugün üniversitelerde idari işler 4-b, 4-c, taşeron, yarı zamanlı öğrenci adı altında değişik statülerde istihdam edilen emekçiler tarafından yürütülmektedir. Güvencesiz çalışma temel çalışma biçimini almakta, kadrolu çalışan sayısı her geçen gün azalmaktadır.
Kamu emekçileri arasında en düşük maaşı üniversite idari kadro emekçileri almakta, ikinci hatta üçüncü işini yaparak geçimini sağlamaya çalışmaktadır. Özellikle büyük kentlerdeki üniversite emekçileri çok büyük zorluklar yaşamakta ve küçük kentlere nakil talebinde bulunmaktadır. Ancak bu talepleri de kadrosuzluk vb. sebeplerle kabul edilmemekte, büyük kentlerde yoksulluğa ve sefalete hapsedilmektedir.
Arzu Acar Özlük hakları bakımından mevzuat karmaşası yaşanmakta, mali ve sosyal haklar bakımından 657 sayılı kanuna tabi iken görevde yükselme, disiplin, ceza vb. konularda YÖK kanununa tabidirler. Üniversite rektörleri idari personeli13-b’ ye dayanarak kurum içinde, YÖK başkanı da 52. maddeye dayanarak üniversiteler arasında sürgün edebilmekte ve disiplin yönetmeliği gereğince keyfi cezalandırmalar yapabilmektedirler.
Kamu emekçileri üniversitelerdeki hiyerarşik yapının en altında görülmekte, akademik personel ile adeta bir kast ilişkisi içinde, ayrımcı ve dışlayıcı davranışlara maruz kalmaktadır. Yönetim ve seçim süreçlerinden tamamen dışlanmakta, demokratik katılımları engellenmektedir.

CUMHURİYET MİTİNGİNDEN CEZAEVİNE

AKP döneminde üniversitelere damgasını vuran olaylardan biri de, Cumhuriyet mitinglerine etkin katılımlarıyla göze çarpan bazı rektör ve öğretim üyelerinin Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanmaları oldu. Aralarında Malatya İnönü Üniversitesi Eski Rektörü Fatih Hilmioğlu, Başkent Üniversitesi Eski Rektörü Mehmet Haberal, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Eski Rektörü Ferit Bernay, Uludağ Üniversitesi Eski Rektörü Mustafa Yurtkuran, Giresun Üniversitesi Eski Rektörü Osman Metin Öztürk, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eski Rektör Yardımcısı Ayşe Yüksel, Erol Manisalı’ nın bulunduğu isimlerin yolu üniversitelerin en güçlü koltuklarından Silivri Cezaevine kadar uzandı.

HANGiSi DOĞRU?

1) Aşağıdakilerden hangisi Ayşegül Jale Saraç’ın sıfatlarından biri değildir?
a) 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde AKP Diyarbakır Milletvekili adayı olmak
b) Dicle Üniversitesinin ortasına duvar örmek
c) Katıldığı bir televizyon programında kendisini eleştiren öğretim üyesinin işine, “Akademisyene yakışmayan davranışlarda bulunmak” gerekçesiyle son vermek
d) Üniversitede kendisini protesto eden öğrencileri, çay içip sorunlarını öğrenmek üzere odasına davet etmek

2) Aşağıdakilerden hangisi Yusuf Ziya Özcan’ ın açıklamalarından birisi değildir?
a) “İdealim, belli sayıda insanı üniversiteye taşımak. Diğerlerini, yüksek teknik okullara ve meslek yüksekokullarına yönlendirmek. Bedava okul da olmaz.”
b) “Gazetelerde okuduğum, mutsuz insanların feryadı. Herkes bu yıl ÖSYM’yi suçlama yolunu seçti. Bütün bu olayların kökeninde, sınava giren ancak 100 kişiden 3’ünün devlet memuru olması yatıyor. Elbette 97 kişi mutsuz olacak.”
c) “Ben üniversitelerin YÖK’le hiçbir bağlantısının olmasını istemiyorum. YÖK de kaldırılsın.”
d) “Siyasi iktidar üniversitelerden elini çeksin.”

3) Aşağıdaki üniversitelerin hangisine en çok oyu alan rektör adayı atanmıştır?
a) Marmara Üniversitesi
b) Gazi Üniversitesi
c) Giresun Üniversitesi
d) İstanbul Üniversitesi
e) Hiçbiri

4) Hangisi üniversitelerde soruşturma gerekçesi olmamıştır?
a) Koridorda ıslık çalmak
b) Üniversiteye bol miktarda meyva suyu sokmak
c) TEKEL işçilerinin eylemine destek vermek
d) Çıktığı bir televizyon programında Kürt sorunu hakkında konuşmak
e)Kariyer günleri düzenlemek

YARIN: Prof. Dr Mehmet Türkay: YÖK üniversiteleri piyasaya sunuyor
HAZIRLAYANLAR: Ferhat Sarı - Mustafa Kahveci

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Erdoğan-Şimşek programıyla ücretleri açlık sınırının altına inen asgari ücretli işçiler ve emekliler, ramazan ayının ilk iftarını boş sofralarda karşılıyor: “Kırmızı eti zaten görmüyorduk, bu sene orucu açacak zeytin bile alamıyoruz…” Diyanet İşleri Başkanlığı da ‘Asgari ücretliler ve emeklilere fitre verilebilir’ fetvası yayımlamıştı.

İftar sofrasına 1 yılda gelen zam: Yüzde 45

Dört sene içinde güllaça gelen zam: Yüzde 1100

Pideye 2 yılda gelen zam: Yüzde 150

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
1 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et