24 Ekim 2010 00:00
Türban fiyongunda demokrasi
Demokrasinin, ona yönelik herhangi bir tehdit algılandığında kurumların militan bir refleks göstererek onu korumaya alması gerektiğine ilişkin tez eski bir tez. Hangi durumun bir tehdit oluşturacağı ve bunu kimin algılayacağı konusunda ise rivayet muhtelif
Demokrasinin, ona yönelik herhangi bir tehdit algılandığında kurumların militan bir refleks göstererek onu korumaya alması gerektiğine ilişkin tez eski bir tez. Hangi durumun bir tehdit oluşturacağı ve bunu kimin algılayacağı konusunda ise rivayet muhtelif. Söz konusu Türkiye olunca herhangi bir tehdide karşı harekete geçip son sözü söyleyen kurum genellikle apoletlilerden oluşuyor. Apoletlilerden kasıt tabii ki sadece asker değil. Askeri aratmayan bir sürü kurum var ve bu kurumlar Kendi kendini koruyacak demokrasinin yerine ikame edilmeye pek teşneler.
Demokrasiyi korumaya soyunan kurumların, kendilerini siyasi tarafların karşılaştığı, çatıştığı kamusal alanın dışında, siyaset üstünde var ettikleri iması da hamilik geleneğinin bir parçası. Sanki bu kurumları var eden, işleyişlerini belirleyen şey de bu karşılaşma alanında, çatışma sırasında oluşan güç dengeleri değilmiş gibi.
Bir zamanlar siyasete, kendi kendisini koruyacak demokrasiyi ifade etmek için Militan Demokrasi kavramını sokan Yargıtay Eski Başsavcısı Vural Savaşın Halefi Abdurrahman Yalçınkaya son türban gerginliğine Yasama ve yürütme yargı kararlarına uymak zorunda. Siyasilerin beyanları politik çıkara dayanmaktadır diye bir açıklama yaptı ve yine, Yargıtayın siyaset dışı olduğu imasında bulundu. Parti kapatmalarla tehdit etti. Hamiler hep bunu ister zaten; partiler kapansın, partisiz ve siyasetsiz bir demokrasi olsun. Türban sorunu da o zaman çözülür. Nasıl? Demokrasisizlikle. Ne âlâ!
Halbuki türban sorununun bu kadar tırmanmasında militan hamilerin rolü türbanı siyasi bir kaldıraç olarak kullananlardan az değil. 12 Eylül döneminde kadınların etek boylarıyla çizmelerinde itaatsizlik gören bir zihniyetin bugünkü askeri ve sivil varisleri türban bayrağıyla iktidara yürüyen AKP kadar sorumlu sayılır bu durumdan. Her iki kesim de 28 Şubattan bu yana türban konusunu çözümsüzlüğe hapsederek şimdi karşı karşıya olduğumuz gerilimi yarattı. Her iki kesim de türban üzerinden siyaset yapıyor; her iki kesim için de, türbana karşı tutum neredeyse tek demokratik kriter. Kadınların türban takmasına izin verilmezse demokrasinin gerçekleşmeyeceğini savunanlarla türbanla asla diyenlerin demokrasiyi sıkıştırdığı alan pek de farklı değil birbirinden.
Halbuki demokrasi türbanlı türbansız emekçilerin yasal, demokratik, siyasi, medeni haklar için birlikte sürdürdükleri mücadelenin ürünü esas olarak. Türban, Başbakanın dediği gibi velev ki siyasi bir simge olsun, göstergesi olduğu mahafazakâr-neoliberal düzenle boy ölçüşmenin yolu da o mücadeleden geçiyor.
Türban konusunu siyasi bir kapışma konusu haline getiren ve giderek onu mahalle baskısı kıvamında toplumsal bir sorun haline getiren 28 Şubat siyasetinin ürünleri, AKPsi de CHPsi de dahil, kızların başörtüsünü çekiştire çekiştire böyle bir demokrasinin olanaklarını bilinçli olarak törpülediler. Her ikisi için de emek eksenli bir demokrasinin mevcut sistem için bir tehlike oluşturduğu çok açık.
Asıl mesele de bu.
Ve bu yüzden gerilim, Türban sorunu çözülsün de işimize gücümüze bakalım diyen emekçiyi bıktırdı.
Bitsin artık. İsteyen kadın taksın baş örtüsünü gitsin okuluna, işine; ister hizmet versin ister alsın. Ama kadınların türban takmasının sorun olarak algılanmadığı bir kamusal yaşam özleniyorsa orada din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması; memleketin yasalarından sosyal düzenine kadar her alanda farklı din, milliyet ve mezheplerin taleplerinin de karşılanması da gerekir. Ki sadece türbanın fiyonklarına bağlanmış bir demokrasiye fit olmayalım. Öyleyse, Hıristiyanların da cumhurbaşkanıyım diyen bir cumhurbaşkanının olduğu bir ülkede ruhban okulu da açılsın, sinagoglar da işlesin, Alevilerin talepleri kabul edilsin, ateistler yeraltından çıksın
Türbanla üniversiteye giden kızların başka din ve mezheplerden arkadaşları, inançlarının gerektiği ritüelleri yaşayamayacak, simgeleri kullanamayacak ve kimliklerini gizlemek zorunda kalacaklarsa böyle bir Hep bana düzenine demokrasi denmez. Türbanlının talebinin diğerinden öncelikli, diğerinden daha acil olduğunu kimse düşünmesin. Din ve vicdan özgürlüğü bu ülkede herkes için gerekli ve aynı değerde. Ve ancak bu özgürlüğün ve eşitliğin herkes için geçerli olduğu bir kamusal hayat kurulabilirse türban siyasi bir simge ya da itiraz noktası olmaktan çıkabilir.
Türban için mücadele eden kadınların demokrasiyi bir de böyle tarif etmek gibi bir sorunu var ne yazık ki. Evet başını örtmek isteyen kadınlara zor kullanmak, engellemek kötü bir şey. Fakat bu ülkede dayanışmaya ihtiyacı olan sadece onlar değil. 6-7 Eylüllerin, sürgünlerin, inanç cinayetlerinin yaşandığı bir ülkede başkalarının inançlarını özgürce yaşamasını savunmak, egemen ve ayrıcalıklı mezhep mensupları olarak önce onlara düşer. Türban takan kadın demokrasi isteyecekse herkes için istesin.
O zaman demokrasi kendisini politika üstü gösteren, türbanlı kadın da Velev ki siyasal simge olsun diyen politik hamisinden kurtulur.
ARKADAŞ ISLIKLARI
Çocukluklarında birbirini ıslıkla sokağa çağıranların her biri günün birinde bir altın bilezikle geri döndüklerinde o ıslık sesi kulaklarınızda çınlar. Onların başarıları size kıvanç verir. Geçen hafta Üst kat komşularım Çağdaş Günerbüyük ve Mustafa Kara çok iyi şeyler yazdılar hakkında. Çoğunluk filminden bahsediyorum. Önder Çakar ve Sevil Demircinin yapımcılığını yaptıkları film Antalyadan Altın Portakalla döndü. Hem çok güzel bir film yaptıkları için hem de onlar benim arkadaşlarım oldukları için seviniyorum.
Ve metnini Evrensel Kültür Dergisi ve Merkezinde birlikte güzel işler yaptığımız ve yapıyor olduğumuz Tevfik Taşın, yönetmenliğini Sevgili Tunç Erenkuşun yaptığı, hazırlık sürecinde bir dizi arkadaşımın; bizim çocukların yer aldığı Erdal Eren belgeseli Galasında göz yaşlarımızı tutamadığımız bir 12 Eylül dramı.
Ellerine sağlık hepsinin, herkesin.
Onların bileklerine geçirdiği altın bilezik, arkadaş ıslıklarını bir kez daha çınlattı. Ne güzel.
Nuray Sancar