24 Ekim 2010 00:00

TEVFiK TAŞ : Haklı olan durmamalı!

Erdal Eren, hem Türkiye devrimci hareketinin hem de 12 Eylülün en önemli simgelerinden biri. Gencecik yaşında, hukuk ayaklar altına alınarak idam sehpasına götürülürken, gözlerinde korku ve pişmanlık bulmak için bakanları büyük hayal kırıklığına uğratmış, yiğitliği inkara gelmez bir devrimci o

Paylaş

Erdal Eren, hem Türkiye devrimci hareketinin hem de 12 Eylülün en önemli simgelerinden biri. Gencecik yaşında, hukuk ayaklar altına alınarak idam sehpasına götürülürken, gözlerinde korku ve pişmanlık bulmak için bakanları büyük hayal kırıklığına uğratmış, yiğitliği inkara gelmez bir devrimci o. Elinizde tuttuğunuz gazetenin harcına kattığı alın teri ile de çok özel bir isim Erdal Eren.
Yükselen halk hareketine gözdağı vermek için apar topar, hiçbir ispata ihtiyaç duymadan darağacına götürenler de dahil herkes Erdal’ın suçsuzluğunu biliyor bugün. Başbakanın gözyaşlarıyla Erdal Eren’den ve Necdet Adalı’dan bahsetmesi pek çok insanı öfkelendirdi haliyle. “Oğlunuz Erdal” belgeselini hazırlayan ve geçtiğimiz hafta görkemli bir galayla seyirciyle buluşturan şair, yazar Tevfik Taş, Başbakana öfke duymaktan çok, “Onun yalanını güçlendirmek için” bahsettiği Erdal’dan, Erdal’ın yol arkadaşlarının “hakikati” güçlendirmek için daha yüksek sesle bahsetmeleri gerektiğini düşünüyor. Bu sayfanın okurları bunu bir çağrı olarak algılarsa belgesel de amacına ulaşmış olacak.
“Oğlunuz Erdal”ı hazırlayan Tevfik Taş, Yönetmeni Tunç Erenkuş, müziklerde imzası olan Usta Müzisyen Ayşe Tütüncü ve yapımcı Sosyal Araştırmalar Vakfı’nın ellerine sağlık.

Hangi düşüncelerle başladınız Erdal Eren’in belgeselini çekmeye?
12 Eylül’ün üç dört ana simgesi vardır. Biri Diyarbakır cezaevidir. Öteki Mamak’tır, Mamak’ta da Erdal Eren’dir. Sadece çok genç yaşında idam edildiği için değil, genç yaşına rağmen direngenliğin ve cüretin de sembolüdür Erdal. Örgütüne ve ideolojisine bu kadar bağlı olması çok şaşırtmıştı o dönemin yargıçlarını. Çoğu da böyle itiraflarda bulundu. Boyuna bosuna baktığında “Hiç bir şey çıkmaz” bu adam, mahkemede bütün üyeleri helak eden bir konuşma yapıyor. Zaten o kadar çok kin duyuyorlardı ki, kalemi kırdıktan sonra mahkemede bir de dövdüler Erdal Eren’i, ağzı burnu kan içinde kaldı…
Ayrıca faşist cinayetlerin nasıl bir silsile izlediğini simgeleyen bir olay olduğu için seçtik. Bir olay dört aileyi birden söndürüyor. Sinan Suner’le başlıyor. Er Zekeriya Önge’yi öldürüyorlar. (Ben Zekeriya’nın katilinin de devlet olduğunu söylemekte hiç bir mahsur görmüyorum.) Erdal Eren Zekeriya’nın ölümünden sorumlu tutularak hiç bir kanıt olmadan darağacında öldürülüyor. Arkasından da Ercan Koca, “Erdal Eren’in hesabını faşist cuntadan soralım” yazılı bir pankart astığı gerekçesiyle işkencede öldürülüyor.

Erdal’ı çekmenizin bir başka nedeni de 12 Eylülle hesaplaşmak herhalde?
12 Eylülle hesaplaşmak dediğimiz şeyin arkasında nelerin olduğunu da gösteren bir olgudur Erdal Eren’in davası. Sadece Erdal Eren’i de göstermiyoruz. Taksim 1977’yi de gösteriyoruz. Çünkü o insanların kişiliklerini şekillendiren temel olaylar var. Maraş katliamını da gösteriyoruz. Çünkü bizim bütün kuşağımızı etkileyen katliamlardır bunlar. Soruluyor işte, “Erdal Eren’de silahın ne işi vardı? O yaşta bir çocuk niye silah taşır?” O yaşta bir çocuk okuluna gidemiyor ve güvenliğini sağlayan başka hiç bir devlet birimi yok. Dolayısıyla insanlar kendi okullarına kendi güçleriyle gidebilecekleri zamana gelmişlerdi. Faşistler Türkiye’de bunu yapıyorlardı ve Erdal Eren böyle bir dönemi en iyi anlatan insanlardan birisi.

‘Oğlunuz Erdal’ın daha önce yapılanlardan farkı nedir?
Erdal Eren’le ilgili yapılmış çalışmalar, romantik çalışmalardı. İlk defa bu kadar bütünlüklü bir materyal çıkıyor. Bu olayı bütün tanıklarıyla inceleyen ilk iş bizim yaptığımız. Biz Sinan Suner hakkında birçok şeyi yanlış biliyormuşuz mesela. Sinan’ın duvar yazılaması yaptığı sırada vurulduğuna dair bir mahkeme tutanağı var. Fakat annesi “Oğlumun vurulduğu yerde duvar yok, her yer camekan, nereye yazı yazmış olabilir?” diye soruyor.

Çok önemli bir bilgi bu gerçekten…
Bütün gece, vücudunda kan kalmayana kadar dolaştırıyorlar Sinan’ı. Sinan Suner’in davası yeniden açıldığında bütün bunlar yeniden değerlendirmeye alınabilir. Artık belgeselin dışarıda bıraktığı bütün sorulara da yanıt toplayabilir malzemeye sahibiz.
BİR ASKERİ ÖLDÜRMEK İDEOLOJİSİNE TERSTİ
Filmde benim en çok dikkatimi çeken, Erdal’ın, Zekeriya Önge’yi kendisinin öldürmediğine emin olmasına rağmen ölmüş olmasından duyduğu üzüntü… Belgesel de bunu öne çıkarıyor…
Türkiye Komünist Partisi inşa aşamasındayken temel yaklaşımlarından birisi şuydu; “Sıkıyönetim ilan ettiler ve askerle bizi karşı karşıya getiriyorlar. Ama bizim derdimiz bu işten para kazananlar, katliam düzenleyenler, katliamların arkasında duranlar ve cuntacılık yapmak isteyenler. Dolayısıyla halk çocuklarıyla biz karşı karşıya gelmek istemiyoruz.” Zekeriya ile Erdal başka bir zaman diliminde başka bir yerde karşılaşsalardı Erdal Zekeriya’ya emek sömürü ilişkilerinden söz edecekti. Çünkü bir dokuma ustasıydı Zekeriya. Biz herhangi bir askerin ölmesine üzgünüz. Bunu istemiyorduk, Erdal Eren de istemiyordu. Mahkemelerde “Bir askeri öldürmüş olmak benim ideolojime terstir” diyor. Bu, mahkemede hakim takdirinde indirimi, eğer idamlıksa müebbet hapis cezası verilmesini gerektiren bir itiraftır.
SEÇEREK ÖLDÜRDÜKLERİNE İNANIYORUM
Belgeselde mektubundan kendi el yazısıyla cümleler aktığında kendini ifade etme konusundaki ustalığını gördük Erdal’ın. Çok düzgün bir Türkçe, neredeyse hatasız bir yazı...
Şunu görmeliyiz, bu insanlar hem aileleri nedeniyle hem de kendilerinin özel çabalarıyla çok görgülü insanlar. Biz okuyan bir kuşaktık… Savunduğumuz şeyleri hasbelkader değil, anlamaya çalışarak savunuyorduk. Erdal Eren’in Genç Komünist seçilmesi salt pratik hayatından değil, söz konusu meselelere derinlemesine yaklaşmasıyla da ilgilidir.

Okumuşluk ve görgülü olmanın yanı sıra bir olgunluk da var. Çocukluk arkadaşları bile o yıllardaki olgunluğundan bahsediyor…
Öldürülme olaylarında ben bir seçme olduğunu düşünüyorum. Belki o zaman Sinan Suner ve Erdal Eren bir hareketin önderleri değillerdi, henüz çok gençlerdi. Ama lider olma potansiyelini en iyi taşıyan insanları öldürüyorlar. Gözaltında öldürmelere bakıldığında da aşağı yukarı benzer bir yol izliyorlar. Sinan Suner çok sakin, çok güler yüzlü, insanları kavrayan bir adam ve etrafında sözü en iyi dinlenenlerden birisi. Gözaltında öldürüldüğünde, İTܒde yeri yerinden oynatan bir adam Ekrem Ekşi; çok cevval bir çocuk, çok düzgün bir adam.
12 EYLÜL’ÜN HÖDÜKLEŞTİRDİĞİ KAFALAR NE OLACAK?
Erdal’ın ölümünden 30 yıl sonra, şimdi onun öldüğü yaştaki bugünün gençleriyle arasındaki muazzam farkı nasıl değerlendirmeli?
İnsan neyi merak ederse o tarafı gelişiyor. Biz kendi ülkemizin meselelerini, dünyanın meselelerini merak eden bir kuşaktık. Bizim o yanımız gelişiyordu. Okumalarımız bunun üzerineydi, romanları böyle değerlendiriyorduk, edebiyata böyle bakıyorduk, şiirden böyle anlıyorduk. Kendi ülkemizde ve dünyada insan olma işiyle ilgiliydik. Şimdi 12 Eylül yargılansın yargılanmasına da hödükleştirdiği kafalar ne olacak? Bakın 12 Eylülün getirdiği kanunlara. Kitapla yakalananlar silahla yakalananlardan daha çok ceza alıyordu.
Sence bu belgesel mevcut genç kuşakları neyle yüz yüze getirebilir?
Devrimcilik dediğimiz şey sonuç alma işidir, oyalanma işi değil. Bir mahalledeki, bir okuldaki eylemin ana büyük eyleme katılacağını bilerek yapıyorduk. Mahallemizi örgütlüyorduk, çünkü şehir örgütlensin, sonra ülke örgütlensin istiyorduk. Bu düşünceden uzaklaşıldıkça oyalanma işine döner siyaset yapma işi ki bu hiç kimseye yararı olmayan bir şeydir. Bir süre sonra insanlar bezerler. Bir yaşam tarzı olursa siyaset bezdirici olmaz. Sabah devrim olacak zannediyorduk evet, istiyorduk çünkü. Yaptığımız eylemin bir sonuca bağlanmasını istiyorduk. Erdal Eren’in bu kadar dik durmasının nedenlerinden birisi her sözünün bir sonuca bağlanacağını bilmesiydi. Bu dünya var oldukça her sözünün bir değeri olduğunu biliyor. Bu son derece önemli bir bilinçtir. Bundan uzaklaşıldıkça, insanlar oyalanırlar, sonra da küser giderler.

Erdal ve arkadaşlarının yaşamlarını öğrenmenin nasıl bir anlamı var?
Bu insanların kişisel olarak kendi dünyalarını kurmak için çok olanakları vardı. Sinan, devrimci sosyalist bir adam olmasa -ailesinin hali vakti yerinde- oturur parlak elektrik mühendisi olarak holdinglerden birine girebilir çok rahat. Bu dünyada insan olmak denilen şeyin haysiyetini bulmakla ilgili diğerini seçmek... Haklı olan duramaz, durmamalı. Erdal Eren’in kuşağı durmadı. TARİŞ’teki insanlar haklıydı. Oraya gitmemek vicdansızlık olurdu. TEKEL işçisi ayaklandığında durmak da hakikaten insanın vicdanını sızlatmalı. Filmde yorum yapmıyoruz. Ama izleyenler neyle karşı karşıya olduğumuzu ve bugün neyin ceremesini çektiğimizi bulacaklar. O gün eğitim hakkını silahla engelleyenler, bugün eğitim hakkını parayla engelliyor. Aynı zorbalık, aynı hikaye.
BAŞBAKAN SADECE SÖYLÜYOR, BİZ GERÇEĞİYLE İÇİÇEYİZ
Başbakanın referandum konuşmalarında Erdal Eren’den gözünde yaşlarla bahsetmesine nasıl bakıyorsun?
İki şey söyleyebilirim. Birisi bu normal bir şeydir. Politika yapan bir adam kendisine puan kazandıracak öğeleri bulur ve söyler. Erdal Eren, Necdet Adalı gibi isimler bu ülkenin onurlu isimleridir ve halk nezdinde hâlâ namusu temsil eden genç insanlardır. Deniz Gezmişler gibi… Sadece sözüyle prim toplayan bir adam varsa karşımızda, bunun hakikisine, dostluğuna, yoldaşlığına sahip olanların, yani bizim, onu daha sağlam söyleme şansına sahip olduğumuzu gösterir bize. Başbakan sadece söylüyor, biz bu işin gerçeğiyle iç içeyiz. Bunun bedeliyle yaşıyoruz. Tayyip Erdoğan’ın danışmanları bunu hesaplayabiliyorlarsa devrimcilerin de bunu saptıyor olmaları gerekir. Daha çok haktan, daha çok haksızlığa başkaldırmaktan, daha çok durmamaktan bahsetmeliyiz. Buradan anlaşılması gereken bu.

ERDAL’IN ANNESİYLE BEŞ SAAT AĞLADIK
Erdal’ın annesi çok etkileyici bir figür. Çok zor konuştuğu belli oluyordu. Uzun zaman sustuğu...
Biz beş saat ağladık. Bir yıl bekledik, sağlığını gözettik. Sorduk, gidelim mi, gitmeyelim mi? Artık gelsinler dedi ağız ucuyla. Ben çok kararlıydım. “Sağlığına zerre kadar zarar geleceğini anladığım anda kamerayı açtırmam” dedim herkese. “Belgesel hiç olmayabilir, beni ilgilendirmez” dedim. Tutuldu kadın, konuşamıyor. Kendi ailesinden başladı anlatmaya. Benim ağzımdan bir kere “idam” sözcüğü çıktı. “O sözcüğü kullanmayın” dedi.

Hiç sindirdiği bir şey değil, sanki dün gibi…
Kardeşi, “hâlâ yurt dışında yaşadığına inanıyor” diyor. Bir tane kuş koymuş evine, onunla konuşuyor, “oğlum” diyor. Ve çok karakterli bir şey söylüyor, “düşmanıma bile evlat acısı dileyemem artık”. Erdal’ın cana kıyacak birisi olmadığından o kadar eminler ki, hakikaten adilce yargılanırsa geri geleceğini, evlerinde göreceklerini düşünüyorlar. Son bir buçuk ay görüştürmüyorlar. Mektuplar gelip gitmiyor, gazeteden okudular öldürüldüğünü. Öldüreceği adam, kendi kendisini öldürmesin diye ampulü dışarıdan bağlıyor. “Ben öldüreceğim seni” diyor, “sen kendini öldürme”. Kindarlık, nefret böyle bir şey... Öteki tarafın nefretini anlarsan karşılığında ne yapacağını buluyorsun.

SORULMASI GEREKEN SORULAR VAR
Zekeriya Önge’nin bir devrimcinin kurşunuyla ölmediğini düşünebiliriz değil mi?
Şimdi bir şey söyleyemiyoruz ama Zekeriya’nın bedeninden çıkan kurşunlar otopside incelenmiyor ve Erdal Eren’in silahından çıkan mermiyle kıyaslanmıyor. O dönem inzibat timinin başında olan Ömer Kılıç daha sonra bizim aldığımız haberlere göre Özel Tim’de görev aldı. Kendisine ulaşmanın bütün yollarını denedik. Bizimle görüşmeyi kabul etmedi. Kayseri Özel Tim’de olduğunu söylediler. Orada iki günümü heba ettim, görüşemedik. Sorulması gereken sorular var. Erdal’ın arkasında gidenlerden birisi o ve subaydan başka tabanca taşıyan kimse yok. Askerler tüfek taşıyor. Sadece subaylarda tabanca olabiliyor. Kendi tabancasını o gün niye balistiğe sokmadığını sormak istiyordum mesela.
Zekeriya Önge’yi öldüren bir tabanca mermisi mi?
Evet, bir tabanca mermisi. Öte yandan Erdal Eren’in davasını inceleyen ve karar veren askeri yargıtaydaki Raportör Ahmet Turan “Provokasyon olması için de vurulmuş olabilir, bunun araştırılmasını istiyoruz” diyor ve niye araştırılmıyor? Adli tıp niye bu kadar aceleye getirdi ve bir beyin cerrahı asistanını niye silah zoruyla götürdüler? Normal tıp kuralları işleseydi mesela elbiselerin adli tıpta incelenmesi gerekiyordu. Askerin elbiseleri incelenmiyor. Askerin derisi üzerindeki yanık hanelerinin çapı nitelikleri incelenebilirdi, bunlar incelenmiyor. Normalde üç yıl, on yıllık davalarda incelenen bir şey idam cezası verilmişken incelenmiyor. Bunlar bizim açımızdan son derece önemli sorular.

İLKOKUL’DA KÖYLERE ‘HALKIN KURTULUŞU’ GÖTÜRÜYORDUM
Sen nasıl tanıştın devrimcilikle?
Bizim kuşağımızda işler erken başlardı. Ben ilkokul dörtte devrimci oldum. Halkın Kurtuluşu gazetesini Erzincan’ın köylerine götürüyordum. Çünkü öğretmenimiz devrimciydi ve o bize yakın köylerdeki ağaları, bunların köyleri nasıl sömürdüğünü, aynı şeylerin şehirde fabrikalarda olduğunu anlatıyordu.

Ne söylediği mi önemli öğretmen olması mı o yaşta?
Doğru söylediğini biliyorduk. Köyler açlıktan sürünüyor, ağanın altında tahtırevan var, fayton var falan. 12-13 yaşında insanlarsınız. Görmemek elde değil. Dolayısıyla bizim devrimci olmamızı sağlayan öğretmen vazgeçtiği halde biz vazgeçmedik. Adamın artık bir önemi kalmamıştı. Meselenin önemini fark etmiştik.

Oradan aldın yürüdün yani...
Babamın çiftesini alıp karda kışta gazete götürüyordum köylere. Köylerde kalıyordum. Üşüttüğüm için altıma işiyordum. Kadınlar benimle dalga geçiyordu “sidikli devrimci” diye. “Sidikli midikli devrimciyim ya” diyordum ben de. Öğretmen gazeteyi köylülere okumamızı söylüyordu bize. Anadolu’da bir köy okulunun öğrencisi olduğun için heceleye heceleye okuyorsun. Gazetede bir sürü kavram var; oportünist, revizyonist vb. Köylü soruyor “opor… ne ulan o?”, “Gavat gibi bir şey” diyorum.
Devrim Büyükacaroğlu
Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

KUŞAK

SONRAKİ HABER

nevsal-i nisvan

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa