Sömürü ve yoksulluk paylaştırılıyor
Arif Koşar / Gökhan Durmuş
Stratejinin ilkeleri başlıklı bölümde “Sosyal diyaloğun esas alınması” alt başlığında “Stratejinin oluşturulması için geçen bütün aşamalarda olduğu gibi, uygulama aşamasında da, başarılı olunması için istihdam ile ilgili bütün aktörlerin karar alma süreçlerine etkin katılımı esastır” deniliyor. Buradan başlayalım. Stratejinin başarısı için gerekli olan bu “diyolog” sendikalar için bir avantaj mıdır?
Sosyal diyalog, diğer tüm uygulama alanlarında olduğu gibi burada da emek karşıtı politikaların meşrulaştırılması amacını gütmektedir. Sermaye ve devlet emekçilerin tepkilerini engellemek için alacağı kararlarda, çıkaracağı yasalarda sendikaları diyaloga çağırıp, yaptıklarının “demokratik” bir süreç sonucunda ortaya çıktığı görüntüsü yaratmaya çalışır. Küreselleşme sürecinde uluslararası sendikal örgütler de ulusal sendikaların birçoğu da sosyal diyalog süreçlerinde bulunmuşlar ve emekçilerin haklarını geri götüren düzenlemelerin altına imza atmışlardır. Bundan önceki emek karşıtı uygulamalarda olduğu gibi sendikaların sosyal diyalog adı altında Ulusal İstihdam Stratejisinin yaşama geçmesine katkı sağlaması, emekçilerin sendikalara duyduğu güvenin daha da azalmasından başka bir işe yaramayacaktır.
Şimdi biraz stratejinin içeriğine gelelim. Çalışma yaşamının esnekleştirilmesi stratejinin temel vurgularından. Bununla ilgili bazı başlıklar var. Hemen sorayım: Stratejide, “Türkiye’de kısmi süreli çalışan oranı Avrupa’ya göre düşük, bu nedenle işsizlik yüksek” deniyor? Bu doğru mu?
Türkiye’de yasal statüde kısmi süreli çalışanların Avrupa’dan daha düşük olduğu doğrudur. Ama Türkiye’de emek piyasasının esnekliği kısmi süreli çalışanlardan değil, kayıt dışı çalışanların yoğunluğundan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de kısmi süreli çalışan oranının düşük olmasının işsizlikle ilgisi yoktur.
Belirli süreli sözleşmeler de UİS’de önemli bir araç olarak görülüyor. Bu sözleşmeler iş güvencesi kapsamının dışında olduğundan, işverenler daha rahat ve fazla istihdama yöneleceklerdir deniyor. Böyle mi? İşverenlerin ‘korkusu’ yenilirse istihdam artar mı?
İstihdamın sayısal olarak artması işverenlerin problemidir. Emekçiler için esas olan güvenceli ve emeğin karşılığının alındığı bir işe sahip olmaktır. İşsizliği azaltma söylemiyle emekçiler, güvencesiz ve çok düşük ücretle çalışmaya razı edilmek istenmektedir. Emek örgütleri bu oyuna gelmemeli ve esneklik adı altında güvencesiz ve düşük ücretle çalışmaya karşı mücadele edilmelidir.
Belirli süreli iş sözleşmelerinin zincirleme olmasının önündeki engeller kaldırılmalı deniyor. Nedir bu zincirleme sözleşme?
4857 sayılı İş Kanununda belirli süreli iş sözleşmesinin esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamayacağı, aksi halde iş sözleşmesinin başlangıcından itibaren belirsiz süreli kabul edeceği hükmü getirilmiştir. İşverenler bu hükme işçiyi işten çıkartmayı zorlaştırdığı için karşı çıkmaktadır. Bunun için bu hükmün kaldırılarak işçinin sonsuza kadar belirli süreyle çalıştırılabilmesi istenmektedir.
Stratejide bir de “iş paylaşımı” kavramı var. “Paylaşmak güzeldir” diye de bir reklam var. Sizce paylaşmak güzel değil mi?
Önce iş paylaşımı ne demek onu paylaşalım, güzel olup olmadığına sizler karar verin. İş paylaşımı; bir işçi tarafından gerçekleştirilebilecek tam gün süreli bir işin ve onun sağladığı yararların birden fazla işçi tarafından paylaşılmasıdır. Buna göre “tam gün” niteliğindeki bir işin yapılması birkaç işçi tarafından günün belirli saatlerinde sırasıyla işe gelinerek gerçekleştirmekte ve bu iş için öngörülen ücret ve diğer sosyal haklar işi paylaşan işçiler arasında paylaştırılmaktadır. Örneğin günlük 9 saat çalışmayla aylık 900 lira ücret alan bir işçinin işi ayda 300 liraya günde 3 saat çalışılacak biçimde üç işçiye paylaştırılmaktadır. Elbette sigorta primleri, kıdem tazminatı, ikramiye vs. haklar da yine üçe bölünmektedir. Bu durumda üç işçi için ne ücret ne de başta sosyal güvence olmak üzere diğer haklar ihtiyacını karşılayacak bir düzeyde olamayacaktır. Yani paylaşılan sadece yoksulluk ve sömürü olacaktır.
Bazı belediyelerde şu kadar kişi 6 aylık iş verecek diye haberlere tanık oluyoruz. Bazıları İş-Kur’la anlaşmalı geçici işler oluyor. Bunlar işsizliği azaltır mı?
TÜİK’in kriterlerine göre işsizlik rakamını azaltabilir ama son derece düşük bir ücretle 6 ay gibi kısa bir süre geçici olarak çalışmak asla nitelikli bir istihdam olmaz. İstihdamın nitelikli olabilmesi için emekçinin kendisi ve ailesini geçindirebileceği, insanca bir yaşamı sağlayacak ücretle güvenceli olarak istihdam edilmesi gerekir. Bu koşullar olmadan istihdam emek sömürüsünden başka bir şey değildir. (HABER MERKEZİ)
KİRALIK İŞÇİ BÜROLARI
Ya geçici istihdam büroları. Avrupa’da epeyce yaygınlaşıyor. Oralardaki deneyimler olumlu mu? Türkiye’de nasıl olur?
Geçici istihdam bürolarının emekçiler arasında adı kiralık işçi bürosudur. Bence de bunlara kiralık işçi bürosu demek daha uygundur. Çünkü yaptıkları gerçekten de işçileri kiralamaktır. İşverenler emeğin en esnek biçimde kullanılmasını sağlayan yasaları yeterli görmeyip esnekliği daha da arttırmak için kiralık işçilik uygulamasını istemektedir. İşverenlere göre en esnek yasalarda bile işçi istihdam etmenin ve işten çıkartmanın bir maliyeti vardır. Bu maliyetten kurtulmanın en kolay yolu işçi istihdam etmek yerine işçiyi belirli bir süreliğine kiralamaktır. Böylece işveren işçinin hiçbir sosyal hakkından mesul olmayacağı gibi, işten çıkartma maliyetini de sıfıra indirecektir. İşveren için istihdamın en esnek ve maliyetsiz olduğu kiralık işçilik uygulamasının işçi için anlamı ise tamamı ile güvencesizliktir. Bu uygulamada belirli bir işyeri olmayan işçinin her an işsiz kalma tehdidi altında olmasının yanında iş yerinde diğer çalışanlarla birlik olma, örgütlenme gibi bir şansı da kalmamaktadır. Dolayısıyla kiralık işçilik uygulaması sadece emek maliyetlerini düşürmekle kalmamakta sendikal örgütlülüğü de yok etmektedir. Yani kiralık işçi uygulamasıyla işverenler bir taşla iki kuş vurmuş olmaktadır. Türkiye ve diğer ülkelerdeki uygulamalar özellikle beyaz yakalı çalışanların istihdamında esnekliğin bu yolla sağlandığını göstermiştir. Türkiye’deki uygulamasında da özellikle beyaz yakalılar (buna kamuda çalışacaklar da dahil olacaktır) kiralık işçilik uygulamasına maruz kalacaklardır ve böylelikle güvencesizleşip, örgütsüzleşecekleridir.
FAZLA MESAİ ÜCRETİ ESNEKLİK KURBANI
Esnek zaman modeli kavramı da var stratejide. Çalışanların ve işverenlerin çalışma saatlerini ortak belirlemesinden bahsediliyor. Fena mı bu karşılıklı belirleme?
Çalışma saatlerinin esnek olması, çalışanların kulağına çok hoş gelir. Ama UİS’te sözü edilen çalışanın çalışacağı zamanı kendisinin belirlemesi değildir elbette, çalışma süresini sadece işveren istediği biçimde esnetilebilecektir. Bilindiği gibi mevcut yasada günlük, haftalık çalışma süreleri tanımlanmıştır ve bunun dışındaki çalışma fazla mesai ücreti de denilen ek ücreti gerektirir ve bu da işveren için ek bir maliyettir. Gerçi 4857 sayılı yasada yer alan denkleştirme süresiyle bu konuda bir esneklik sağlanmış ve günlük çalışma süresinin bu bağlamda 11 saate çıkartılabilmesinin yolu açılmıştır. Ama bu yeterli olmamış ki çalışma sürelerini daha da esnekleştirmek üzere esnek zaman modeline UİS’de de yer verilmiştir.
YARIN: Yrd. Doç. Nilgün Tunçcan Ongan
Bölgesel asgari ücret yeniden mi?
İnanç Yıldız / Metin Alan
İstihdam stratejisinde öne çıkan konulardan bölgesel asgari ücret daha önce de uygulanmıştı. 1951 yılından 1967 yılına kadar yerel düzeydeki katılımcılardan (diğer bir deyişle sermaye ve bürokratlardan) oluşan ‘mahalli komisyonlar’ tarafından belirlendi. Benzer ve yakın yerlerde farklı ücretlerin kabülü ve keyfi uygulamalar bölgesel asgari ücrete yönelik tepkilerin artmasına neden olmuştu. Bunun üzerine 1967 yılında merkezi nitelikte bir komisyon oluşturuldu. Bu komisyon da bölgelere göre farklı asgari ücretler tespit ediyordu.
Ancak, TBMM’de bulunan Türkiye İşçi Partisinin Anayasa Mahkemesine başvurması sonrasında, Anayasa Mahkemesi bölgesel asgari ücreti eşitlik ilkesine aykırı buldu ve iptal etti. İptalden sonra 1974 yılında ilk kez ülke düzeyinde asgari ücret belirlenmeye başlandı. 1974-1989 yılları arasında tarım ve sanayi kesimi için farklı ücretler uygulanırken 1989 yılından sonra ülke çapında sanayi-tarım ayrımı olmaksızın tüm iş kolları için tek bir asgari ücret uygulamasına geçildi.
Dosyamızın üçüncü gününde Ulusal İstihdam Stratejisinin en dikkat çeken konularından olan bölgesel asgari ücret üzerine röportajlarımıza devam ediyoruz. Konuklarımız Gaziantep ve Adıyaman’dan.
BAŞBAKAN SÖZÜNÜ TUTMADI
Mehmet Kızılyer ise bölgesel asgari ücret tartışmalarına kızgın. Başbakanın Antep’e geldiğinde verdiği sözlerini unuttuğunu belirten Kızılyer şunları söyledi: “42 yaşındayım ne bir evim var ne bir şeyim var. Ne uzuyorum ne kısalıyorum. Ne de tatile gidebiliyorum. Mevcut asgari ücret zaten çok az. 300 lira kira, 100 lira elektrik, 80 lira çocuğun servisi dedin mi bir şey kalmıyor. Sigara 5 lira olmuş. Tayyip Erdoğan son zamlardan sonra az sigara için diyor. Kaç defa bırakmak istedim ama geçim sıkıntısı yüzünden, stresten, sıkıntıdan bırakamadım. Aynı Tayyip Erdoğan 2002 seçimlerden önce Antep’e geldiğinde ‘asgari ücretle günde bir nohut dürümü bile yenmez. Bana oy verin nohut dürümünün yanında bir de ayran vereyim’ diyordu. Şimdi de bölgesel asgari ücret uygulamasıyla asgari ücreti daha aşağıya çekmeye çalışıyor.”
REZİL OLURUZ
Okan Körbeko, işverenlerin rekabet etmek için ücretlerin düşmesini istediğini ifade ediyor. Körbeko bu yaklaşımı, “Kimse asgari ücretle çalışmaktan memnun değil kıt kanaat geçiniyor. Hükümet benim ekmeği mi çalarak başka ülkeyle rekabet edecekse etmesin. Her zaman yine fakir kaybediyor” diyerek eleştirdi.
Zaten asgari ücretle geçinemediklerini söyleyen bir başka işçi Orhan Mert ise “Normal asgari ücretle geçinemiyoruz. İki yerde çalışan arkadaşlarımız var, geçinemiyorlar. Bölgesel asgari ücretle millet daha da rezil olur. Zaten açlık sınırının altında yaşıyoruz. Somali’ye döneriz o zaman” diye konuştu.
ASGARİ ÜCRETİN YARISI
Adıyaman Organize Sanayi Bölgesinde (OSB) çalışan Özcan Akın, bölgesel ücretin zaten fiilen uygulandığını belirtiyor: “Bölgesel asgari ücret zaten bizim yaşadığımız bir şey. Bizler Adıyaman OSB’de zaten günde 12-14 saat çalışıyoruz. Bırakın asgari ücreti yarısını ancak alabiliyoruz. Bordrolarımıza baktığımızda elimize geçen parayla uyuşmuyor. Şimdi asgari ücretin bölgeseli olunca bizim için ne değişecek bilemiyorum. Daha çok yoksullaşacağız.”
Yol-İş Sendikası Adıyaman Şubesi İşyeri Baş Temsilcisi Hasan Tanrıverdi, bölgeler arasında mevcut durumda bir ayrımcılığın olduğunu belirtiyor. Bölgesel asgari ücret uygulamasının da bu ayrımcılığı daha da derinleştireceğini belirten Tanrıverdi şunları söyledi: “Özellikle Kürt illerinin olduğu bölge Türkiye’nin Çin’i yapılmaya çalışılıyor. İstanbul’daki, Ankara’daki, Adıyaman’daki işçi farklı ücretlerle çalışacak. Bu nasıl bir zihniyet! Eminim hükümet bölgedeki işçiler için ‘Kürtlere bu kadar ücret yeterli’ diyerek bizi biraz daha ezecek, sömürecek. İşçiler zaten asgari ücretin altında alıyor. Hükümet bu durumu yasallaştırmaya çalışıyor.” (HABER MERKEZİ)
SÖMÜRÜ ARTAR
DİSK/Tekstil Gaziantep Şube Başkanı Mehmet Ağca: Türkiye'de emek sömürüsü biraz daha artırılmasıyla birlikte bölgesel asgari ücrete geçilmesini emekçilere saldırı olarak nitelendiyoruz. Kabul edebilir bir yanı yoktur. Çünkü doğusunda batısında güneyinde kuzeyinde aynı şartlarda çalışarak değişik ücret alınması anayasanın eşitlik ilkesine bile aykırıdır. Bu nedenle bölgesel asgari ücrete karşı elimizden geldiğince mücadele vereceğiz. Bölgesel asgari ücretin hiçbir getirisi olmayacağı gibi emek sömürünü artıracaktır. Bunda sadece işverene bir getirisi olacaktır. Kıdem tazminatın fona devredilmesiyle ilgili olarak mücadelemiz sürüyor. Bu yasayla beraber çalışan tamamen köleleştirilmiş olacaktır. Uzun yıllar mücadele edilerek alınan kazanımlarımıza el uzatanların karşında sonuç neye mal olursa olsun mücadelemiz sürecektir. AKP hükümeti şunu iyi bilmelidir. Biz köle değiliz. Alın teriyle, emeğiyle geçinen işçi sınıfıyız. İşçi sınıfın 15-16 Haziran direnişini örnek alarak buna göre adım atmalarını öneriyoruz.
EŞİTLİK İLKESİ NEREDE?
Hassari Bektaş (Petrol-İş Sendikası Adıyaman Şubesi İşyeri Baş Temsilcisi): IMF, bölgesel asgari ücret uygulamasına 2005’te tam destek verdiğini açıklamıştı. Türkiye’deki asgari ücreti yüksek bulan IMF, hızla bölgesel asgari ücret uygulamasını hükümetten istiyordu. Bundan dolayı bölgesel asgari ücret uygulamasını bölge kalkınma ajanslarının bir parçası olarak görmek gerekiyor. Küresel rekabetin yanı sıra bölgesel rekabet de canlandırılmaya çalışılıyor. Acımasız bir sistem inşa edilmeye çalışılan. Rekabet baskısı ile her bölge asgari ücreti daha aşağıya çekmeye çalışacaklar. Reel ücretlerde gerileme ve yoksullaşma bu sürecin en önemli toplumsal sonuçları olacak. İlk aşamada, ekonomik olarak gelişmemiş bölgelerde işçilerin kazanılmış hakları hedefte olacak.
Daha önce 1951-1974 arası uygulanan bölgesel asgari ücreti, eşitlik ilkesine aykırı olduğu için 1974’te Anayasa Mahkemesi iptal etmişti. Bugün gerçekleştirilmesi düşünülen uygulamayı bu çerçevede değerlendirebiliriz. Bugün eşitlik ilkesi artık rafa kaldırılmış durumda. Rekabetin olduğu yerde eşitlik olmaz. Bu nedenle kurulmak istenen yeni çalışma düzeni, eşitsizliklerin, haksızlıkların üzerinde yükselecektir. Asgari ücretle çalışan bütün emekçiler, sivil toplum örgütleri ve esnaf birlik olmalı, çünkü bölgesel asgari ücret toplumun çoğunluğunu ilgilendiren bir vakadır.
evrensel.net
Evrensel'i Takip Et