17 Ekim 2010 00:00

BARTU KÜÇÜKÇAĞLAN: Çoğunluktan kaçarak kurtuldum


Bartu’yu şu ya da bu diziden tanıyacaksınızdır. “Aaa şurda oynayan çocuk değil mi?” falan diyeceksiniz. Üç gün önce 47. Altın Portakal Film Festivali’nde, En İyi Oyunculuk Ödülü’nü alması için sahneye çağrıldığında, ilk sözü “Ben Bartu” oldu o yüzden Bartu Küçükçağlayan’ın. “Dizide canlandırdıklarım senaryodaki karakterler, ben sadece Bartu’yum” diyordu adeta. Bence her oyuncu her fırsatta “Ben şuyum” dese, hepimiz, gerçek dünyayla, televizyon dünyası arasında farkı daha iyi duyumsarız.
Bartu gibi, başrolünü canlandırdığı Çoğunluk filminin kendisi ve yönetmeni de Altın Portakal’lı artık. Çoğunluk’un Baş Kahramanı Mertkan; Takva’nın Muharrem’i, Gemide’nin Kaptan’ı gibi Türkiye sinemasının kült karakterlerinden biri olmaya da aday bana göre. Her üç yapımın Yeni Sinemacılar elinden çıkması da bir rastlantı değil. Zira Yeni Sinemacılar gerçekçi hikayeleri ve gerçekçi karakterleriyle memleket derdiyle sürdürdükleri sinema yolculuğunda, bizi bize anlattıkları oranda başarılı da olmuş oluyorlar. Bu başarıda Bartu’nun inanılmaz oyunculuğunun katkısını da söylemezsek eksik olacak.
Mertkan’ın üst orta sınıf ailesi, her işi çözen abileri, babasının gölgesinde kalmış boş beleş hayatı, aşktan, hayalden bihaber dünyası gerçek bir memleket hikayesini yansıtıyor. Çoğunluğun dikkatine…

Mertkan kimdir?
Basit bir karakter Mertkan. Hiç bir hayali yok. Babasının gölgesinde büyüyen bir adam. Ben genelde üzülüyorum Mertkan için. “Hadi be oğlum yaa, öyle değil” filan demek istiyorum.

“Gittiğin yol, yol değil” gibi mi?
Hem öyle, hem de “Aslında kurtulabilirsin” gibi… böyle bir hissi var Mertkan’ın bende. Ama filmdeki Mertkan’ı anlatırsak orta sınıf bir ailenin boş torba bir oğlu o.

Üzerine birçok planlar yapılan ama kendisini hiç bir yere ait hissetmeyen bir adam. Bu kadar hayalsiz bir insan tipi var mı?
Bilemiyorum gerçekten. Çünkü benim hayatım hep hayallerimin üstüne kuruludur. Çok iyi bir şey değil belki ama bunun tersini de düşünemiyorum. Belki bu yüzden üzülüyorum Mertkan’a bu kadar. Filmin adından da anlaşılacağı gibi Mertkan’ın örnekleri etrafta çok var.

Mertkan senin gözlemlediğin, tanıdığın bir tipleme mi?
Ben Eskişehir’deyken okulumda ya da etrafımda böyle insanları tecrübe ettim gerçekten. Babasının gölgesinde büyüyen insanlar da gördüm. Mertkan’ı okuduğumda aklıma geliyorlardı. Ama ben genelde kendimden yola çıkarım bir rol çalışırken. Filmde sigara içeceksem, bir arkadaşımın sigara içişini taklit edebilirim. Bütün karakteri onun üstüne kurdum gibi bir şey değil bu ama, küçük şeyler. Bir karakteri inşa etmeye başladığınız zaman o herifin çakmağı nasıl açacağını, banyoda nasıl otuz bir çekeceğini de buluyorsunuz. Öyle zevkli tarafı da var karakter yaratmanın.

Mertkan babasının oğlu mu olacak ileride sence?
Ben öyle olsun istemiyorum. Kafası çalışsın azıcık. Kendine beğendirsin kendi hayatını. Babası gibi de olabilir ama başka bir eğlencesi de olsun istiyorum. Ne bileyim maket uçak falan yapsın evde, gazetelere kötü şiirler yollasın… Öyle olsun istemiyorum ama Mertkan babasının çocukluğu bence. İkisi aynı adam aslında.

Tanıştığı kızla kurduğu ilişkiye ne diyorsun? Aşk mı o yaşadığı?
O hiç bir şeyin farkında değil. Babasının sorun ettiği şeyler Mertkan için sorun değil. Sorunu da anlamıyor zaten. Mertkan hayvan gibi düşünüyor diyebilirim. Bunu yapılması gereken şeymiş gibi görüyor. “Sevişecek bir kız buldum artık, ne kadar güzel” diyor aslında sadece. Aşık olduğunu bile anlamıyor.

Bir tür Recep İvedik’le mi karşı karşıyayız?
Filmi çekmeden önce Seren’le konuşuyorduk. “Recep İvedik gerçekten bu ya” filan diyorduk.

Recep İvedik bayağı karikatür ama… Mertkan çok gerçek...
Gerçek Recep İvedik bu. Karikatür değil kesinlikle bizim filmde hiç bir şey. Oldukça gerçek olmaya çalıştı Seren. Diyalogları da çok güzel kullanıyor film. Gerçeği yakalamak zaten imkansız ama ona yaklaşabilmek önemli. Gerçeği ne kadar görürse o kadar bir derdi oluyor filmin çünkü. O zaman bir amacı oluyor.
Mertkan’ın içinde durduğu, içine düştüğü, düşürüldüğü durumların komikliği de çıktı bazı sahnelerde. Ne sırf sıkıcı bir dert anlatmaya çalışan bir film gibi duruyor, ne de sulu bir komedi gibi... Şahsına münhasır bir film oldu.
MERTKAN’IN KURTULUŞU ONUN ELİNDE DEĞİL
“Kurtulsun istiyorum” dedin ya, sence Mertkan nasıl kurtulur?
Aslında tam olarak onun da elinde değil kurtuluşu. Üzüldüğüm yer de galiba orası. Ona kalmamış kurtuluş. Baştan o duruma düşmemesi gerekiyordu. İnsanın kendi hayatıyla ilgilenmesi benim dikkatimi çekiyor. Tek çocuktum ben. Müzik, sinema filan… bir şekilde kaçacak yerler buldum. Okulda Mertkan’lar vardı etrafta. Onları görüyorsun, biliyorsun. Tespihle oturuyor mesela, acayip bir müzik dinliyor ya da maçlara gidiyorlar beraber. Dışlanarak kurtarabildim ben kendimi açıkçası. Hep onlardan kaçarak, onların yapmak istemeyeceği şeyleri yaparak kurtuldum. Mertkan da öyle şeyler yapsaydı ya da karşısına biri çıksaydı iyi olurdu. Kızın ona olan sevgisini gerçekten görebilse tutunacaktı belki.

Sarsılmaya ihtiyacı olabilir.
Olabilir, belki sarsılacaktı zaten, bilmiyorum, bıraktık onu orada.

Bıraktığı kız onu sarsamaz mı?
Onları düşünmeyecek o. O büyük olayı hatırlamayacak bile. Kayboldu, yeryüzünden silindi o kız.

Sence gerçek Çoğunluk filminizi nasıl bulur hakkında ne düşünür?
En çok onu merak ediyorum, başka hiçbir şeyi değil.

Çoğunluk kendisine yakıştırmayabilir bence Mertkan’ı. “Zayıf” olduğundan çoğunluk onda kendisini görmeyebilir sanki…
Kendini Mertkan’ın yerine koymaya cesaret edecek , “Evet ben de biraz Mertkan’ım” diyecek insanlar arıyor bu film. Bu film onların filmi olsun istiyorum ben.
İLK DEFA ÖTEKİ DEĞİL ÇOĞUNLUK ANLATILIYOR
Genelde sinema, çoğunlukla ötekilerin ilişkisine, ötekilerin tarafından baktı… Sizin filminiz ise çoğunluğun dünyasına giriyor. Bu daha mı etkili sence?
Sanırım ilk kez bu taraftan anlatılıyor bu hikaye. Seren’in yaptığı seçim çok orijinal bence. Bir sanatçının yapması, düşünmesi gereken şey hep bu olmalı; başka türlüyü yapmak, farklı olmak. Seren bu farkı yarattı bu filmde o yüzden etkili bence.

Sen mesela çoğunluktan kaçarken hep yalnız mı kaçıyorsun? Hiç iki kişi kaçma yok mu?
Bu aralar biraz daha kalabalığız. Müzik ve tiyatro yapıyorum. Genelde iyi vakit geçirdiğim insanlarla birlikte oldum. O vakti iyi geçirmek üstüne kurulu bir hayatım oldu. Yarını bugün etmeden yaşamaya çalışıyorum. O yüzden büyük yerlere varamıyor benim dertlerim. Hükümete kadar gidemiyorum. Her gün baştan başlıyorum. Tiksinebilirim, nefret edebilirim ama gerçekten hiç uğraşmak istemiyorum.

Kız Vanlı. Çoğunluk, kafadan “Kürt’tür ve bizden değildir” diye düşünebilir. Ama komünist olmak için bir ipucu var mı? O nereden geldi? Kız okuyor diye mi acaba?
Bilmiyorum ki, hem büfede çalışıyor, hem okuyor diye olabilir. Ben anlayamıyorum onu aklım basmıyor. Filmde Kürt lafı geçmiyor hiç. Onunla da ilgilenmiyoruz biz zaten.

Baba “Oğlum biz Türk’üz” dediği zaman özel olarak kız için “Kürt” demeye gerek kalmıyor ama…
Film bunu güzel bir şekilde yapıyor işte.

Sence Tophane’de sanat galerilerine saldıran kalabalığın içinde Mertkan olur muydu?
Mertkan onlardan biri olmaz. Biz bunu da konuştuk Seren’le; “hayatta gitmez Mertkan” dedik. Seyreder belki. Babası giderse gider ama. Bilmiyorum taş atar mı ama, korkar Mertkan, çocuk çünkü o daha. Ama bilmiyorum on sene sonrası ne olur. Filmin sonunda silah istedi babasından. O silah onu nasıl büyütür bilemiyorum.

HAPİSTEN KAÇMA PLANI YAPMAK GİBİYDİ
Ekip şahane, nasıl bir set oldu?
Hiç unutmayacağım hayatım boyunca. Biz on beşimiz, dört haftalığına, “haydi ben gidiyorum” deyip telefonu kapatmışız gibi... Çok eğlendik, gülüyordu yüzümüz hep. Seren’in hayalini gerçekleştirmek için elimizden geleni yaptık. Bu muhteşem bir şey.

Bayağı mühim abiler var, Settar Tanrıöğen, Erkan Can, Feridun Kaya, Önder Çakar…
Bu mühim abiler aracılığıyla size biraz Yeni Sinemacılardan bahsedebilirim. Ben bu filmde çalışmaya başladığım ilk gün Yeni Sinemacı oldum. O öyle bir his ki onu hissedemezseniz zaten oraya ait değilsinizdir. Yeni Sinemacılarla vakit geçirmek benim için en sevdiğim müzik grubuyla turneye çıkmak gibiydi. Yıllardır severek, anlayarak dinlediğim bir müziğe eşlik ediyorum onlarla nerede buluşursam buluşayım; sette, ofiste, otelde…

Seren Yüce’nin dünyasını nasıl buldun?
Ben Seren’in dünyasına dahilim bir zamandır. İkimiz de ilk filmimizi nasıl yapacağımızın heyecanını yaşadık. “Ay şu filmi bir çekelim de” heyecanı değildi ama o; sanki hapishaneden kaçacakmışız da plan yapıyor muşuz gibiydi. Filmi çekerken de o kaçma anındaki heyecanı yaşadık.

2000’LERİN MÜZİĞİ FARKLI
Ben biraz dinledim sizin müziğinizi, “Büyük Ev Ablukada’yı... Bir grup adam sakin sakin muhabbet ediyorlar gibi müziğiniz...
Aynen öyle... Senden önce biriyle röportaj yaptık. “İnternet’te gördüm grubunuz varmış” dedi. “Yanlış, o ben değilim” dedim. İnandırdım onu. Bahsetmek istemiyorum ondan. Takılıyoruz öyle.

Neden bu gizlilik?
Babam evde sürekli gitar çalardı. 17 yaşındayken liseden eve gelip, üzerimi değiştirip, barda şarkı söylemeye gidiyordum. Bir grubumuz da vardı. Bir şekilde bayağı yayıldı bu İnternet’te. Ben de çok utanmaya başladım. Dandik bir iş, beni ifade etmeyen. Çok kötüydü. “Sen de ağlamayanlardandın, ağladın işte...” gibi sözler falan… Bu yüzden ben de bir içe kapanma oldu. Müzik yaptığımı pek kimse bilmiyor o yüzden.
Albüm teklifleri geliyor; yapmıyoruz, yapmayacağız. Bizi bir sürü insan dinliyor zaten İnternet’ten. Konser vereceğiz ama, Aralıkta başlıyoruz… ‘90’larda değiliz ki birisi gelip albüm yapacağım dediği zaman heyecanlanalım. 2000’lerin müziği farklı bence.

TÜRKİYE SİNEMASI İÇİN GÜZEL BİR HABER
Venedik’te nasıl karşılanmıştı film?
Turist gibi gitmiştim. Büyük bir olay olduğunu 1200 kişilik salona girip perdede filmi o insanlarla seyredince anladım. Bayağı reaksiyon veriyorlar, çok şaşırtıcıydı.

Filmin yerel unsuru çok. Nasıl anladılar ki?
Mertkan’ın düştüğü komik durumlar evrensel demek ki. Onun tepkisiydi sanırım o biraz da. Daha tarafsız bakıyorlar onlar bir de. Daha bilmeden baktıkları için daha değişik şeyler bulabiliyorlar. Oynamanın ne kadar zor bir karakter olduğundan bahsettiler. Bizde çok örnek var gözlemleyebileceğim. Benim için oynanması o kadar zor bir karakter değil Mertkan.

Altın Portakal’da alınan ödüller, sen ve Çoğunluk ekibi için ne ifade ediyor?
Çoğunluk’un Antalya’da üç büyük ödül kazanması sadece bizim için değil Türkiye sineması için de çok güzel bir haber bence. Bana sorarsanız Çoğunluk filmi derdini anlatabildiği insanları bulduğu sürece o ödülün karşılığını seyircilere çok güzel bir şekilde geri verecek. Artık eve mi götürürsünüz yanınızda, kabuslarınıza mı girer, rüyalarınızı mı süsler siz karar verin. Çok güzel bir film Çoğunluk.

MERTKAN KADAR BASİTİM ASLINDA
Senin oyunculuk maceran nereden nereye gidiyor?
Ben tiyatro oyuncusuyum aslında. Tiyatro yaparken aldığım o heyecanla bozdum kafayı, çok seviyorum. Bütün olayım o aslında. Berkun Oya ile çalışıyoruz. Bu sefer işin içine bir tane yazar girdi. Aynı Seren gibi bir şeyleri yazıp oynatan…

Yeni yazılmış senaryolarda rol almayı önemli buluyorsun sanırım…
Eski oyunları sevmek artık bana, bara gidip cover grupları dinlemek gibi geliyor… Herkesin sevdiği önemli şarkıları tekrar tekrar, bazen iyi bazen kötü gruplarla dinlemek gibi... Shakespeare bugün yazıp, “Bana gel oyna” deseydi, “hayır” mı diyecektim? Tamam, bugün de karşılıklarını bulabilirsin Shakespeare oyunlarının, hayatında bir yerlere koyup onu yüceltebilirsin... Ama bana göre değil. Kendi yazdığı oyunu yöneten biri varsa karşında -Berkun Oya gibi- o zaman daha güzel oyuncu oluyorsun. O yönetmene, istediğini verememen için geri zekalı olman lazım. Oyuncusun… İşin senden istenileni yapmak. Bazen kızıyor, “Bana o lafı nasıl söyleyeceğimi söyleyemezsin” diyor oyuncu yönetmene. Ben ölürüm onun için. O benim için tonlasın, ben onu kopyalayayım. Bir de işin performans tarafı var; saat sekiz ile on arasında sahnede hiçbir şey düşünmeden oyun oynamak en sevdiğim şey.

Genelde tiyatroya tutkun oyuncular, bunu bir misyon tarif ederek anlatmayı seçerler. Sen sadece “Hoşuma gidiyor” diyorsun...
“Tiyatro oyunculuğun er meydanıdır” lafına uyuz oluyorum. Diyorum ya “Bir şey bulmak lazım”. Ben oynarken çok iyi vakit geçiriyorum. Bütün olayım bir şey yaparken kendimi iyi hissetmek. Mertkan kadar basitim aslında.
27 yaşındasın. Bu da ilk filmin. “Ne gelirse oynarım”cı mısın?
Hayır değilim. Ben bayağı okuyup, “Becerebilir miyim, bunu üstüme yapıştırabiliyor muyum”, diye bakıyorum. Beceremeyeceğimden korktuğum için çoğu şeyi oynamıyorum.

Mertkan sıradan bir adam ya… Sıradanı oynamak daha zordur diye bir şey vardır...
Yalan onlar… Sıradanı oynamak diye bir şey yok aslında. İyi yazılan şeyi oynamak diye bir şey var. Kötü yazılan bir şeyi iyi bir şeymiş gibi oynamak var. Başka da bir şey yok.
Devrim Büyükacaroğlu

Evrensel'i Takip Et