13 Eylül 2010 00:00
YEDİ İKLİM DÖRT BUCAK
Bu satırlar yazılırken henüz referandum sonucu belli değildi. Gazetemizin bugünkü sayısında sonuçlar hakkında haberler var kuşkusuz.
Bu satırlar yazılırken henüz referandum sonucu belli değildi. Gazetemizin bugünkü sayısında sonuçlar hakkında haberler var kuşkusuz. Ama Pazar sabahı yazılan bu yazı, sonucun Evet ya da Hayır çıkmış olmasının etkilerini ancak olasılıklar düzeyinde ele alabilecek.
Soru şu: Geçen hafta sözünü ettiğimiz İsrail-Filistin Barış Görüşmeleri içinde, Ürdün Kralı ve Mısır Devlet Başkanı vardı da, Türkiyeyi temsil eden bir yüksek düzey yönetici neden yoktu ve bunun referandumla bir ilişkisi var mı?
Türkiye, mevcut hükümetle birlikte Ortadoğu başta olmak üzere, bölgedeki bütün sorunlarda en etkili aktör olma heves ve gayretiyle kendini ortaya atmışken, ABDnin bölge politikalarının yürütülmesinde esas oğlan rolünü oynamak için elinden geleni yaparken, böyle bir toplantıda olmamasını nasıl açıklamalı?
Filistini temsil ettiği iddiasıyla görüşmelere katılan Mahmud Abbas, oturduğu masada asık bir yüz ve endişeli bakışlarla arkasında halkı olmadan bu işi nasıl yürüteceğini düşünürken, sürekli olarak kulağı Hamastan gelecek açıklamalardaydı. Ürdün Kralı ve Mısır Başkanı da, bu anlamsız ABD ziyaretini turistik bir gezi olarak nasıl değerlendireceklerinden başka bir şey düşünmüyorlardı.
O arada sıfır sorun şampiyonu Türkiye, kendi içindeki sorunlarla ciddi şekilde boğuşmaktaydı. Gerilimli referandum kampanyası, yalnızca bir yıl sonraki genel seçimleri değil, aynı zamanda R. T. Erdoğanın cumhurbaşkanı olup olmayacağını da etkileyecek bir kapsam kazanmıştı. Başbakandan başlayarak, bütün bakanlar kurulu üyeleri kendi açılarından referanduma asılırken, Dışişleri Bakanı Davutoğlu Hayır çıkması halinde Türkiyenin dış politikasının olumsuz etkileneceğini açıkladı. Şifrelenmemiş bu mesaj, hükümetin referandumu esaslı bir güç toplama aracı olarak gördüğüne bir başka açıdan işaret ediyordu. Bu sözün söylendiği saatlerde ABDnin sahneye koyduğu beyhude barış görüşmeleri oyununda ezberlenmiş sözler söylenmeye başlanmıştı ve Türkiye bu oyunda yoktu. Bazı yorumcular, bunun Türkiyenin İsraille olan son zamanlardaki mayhoş ilişkilerinin neticesi olduğunu söylediler. Aslında, Mısır ve Ürdün (kuşkusuz bir de Suudi Arabistan) İsrail politikalarının kolaylaştırıcıları olarak tescil edilmiş halleriyle davanın halledilmesinde Mahmud Abbastan daha etkisiz durumdaydılar buna bir de Türkiyenin katılmasında ABD açısından hiçbir yarar yoktu. Erdoğan hükümeti, daha keskin virajlarda, daha etkili ve Arap dünyasının beklentilerini ve heyecanını besleyecek bir rolle sahneye çıkmalıydı. Gerektiğinde Hamasla diyalog kurabilecek, İranı etkileyebilecek, İsrailin ve ABDnin işini bu açıdan kolaylaştırabilecek bir etken olarak şimdilik kendi işleriyle uğraşması daha akla yatkındı. Bu yüzden sürece hiç bulaştırılmadı. Aynı anda, Hamasın dört İsrailli yerleşimciyi öldürmesiyle Barış Süreci denilen şeyin tamamen temelsiz olduğu da açıklık kazanınca, Türkiyenin ileride oynayacağı rol için şimdiden tutacağı mevziler daha da önem kazandı. Olayların akışına bakınca şu sonuca ulaşmak zor olmuyor: Son görüşmeler, hangi imkânların tamamen tükendiğini test etmek için yapılmış bir deneyden başka bir şey değildir. Ancak yeni imkânların yaratılması ve sürece yeni çehre kazandırılması, gerçekten Türkiyenin etkin bir biçimde kullanılmasıyla mümkün olabilecektir.
Şimdi, birinci sayfa haberlerine yeniden bakabiliriz.
Eğer birinci sayfamızda Hayır yazıyorsa, kartların yeniden dağıtılmasına pek gerek olmayacaktır; ABD bölgede Türkiyeyi süreçte temsil edecek başka bir barış kuşu aramaya ve bu zaman zarfında da geleneksel araçlara ağırlık veren bir yol izlemeye devam edecektir.
Eğer referandum sonucu Tayyip Erdoğan hükümetinin evetlenmesine işaret ediyorsa, Davutoğlunun beklentilerine uygun olarak, Erdoğanın Ortadoğunun Obaması rolüyle sahneye çıkacağı yeni bir dönemin başlaması olasılığı yüksektir.
AYDIN ÇUBUKÇU