26 Ağustos 2010 00:00

Cemile Çakır’a mektup

Merhaba Cemile Çakır,

Paylaş

Merhaba
Cemile Çakır,
Ne zamandır rastlamıyorum şiirlerine. Kitabını, Beyaz Düşsel Kanatlar’ı alınca fark ettim, özlemişim.
Şiirlerini okumadan senin geçmişine, daha doğrusu özyaşamsal portrene bakınca düşülecek bir yanılgı var, o da senin yalnızca devrimden ya da ezilenlerden söz edeceğin. Oysa sen “el fenerini” aşklara çevirerek anlatıyorsun dünyayı: “Birden bire akşam çöker ve gök kuşlarını yitirir”. Ben 12 Eylülün hemen arifesinde gökyüzünün yitirdiği kuşlar arasında senin silüetini de görüyorum. Küçük şehirlerin parasız yatılı genç kızını. Darbenin çizmeli arasında yaşamı dağıtılmaya çalışılan inatçı, direngen Karadenizli kızı. Direnmeni pekiştiren edebiyat mıydı?
Sevgili Cemile,
Beyaz Düşsel Kanatlar’ı okurken sana yazmaya karar verdim, örnek bir kitaptı çünkü. Nicedir bölünmüş, parçalanmış yaşamlara. İçinde bir depremi taşıyan hayatlara. “Bir şarkısı bile yok” olan ağaçları ayakta tutan dayanışmanın masalını anlatıyordu.
Şiir değerlendirmelerinde acımasız olduğumu bilirsin. Sana yazarken bakış açımı değiştirmedim. Şiirinin değiştirmemekte inat ettiğin acemiliklerle okurun yüreğine dokunuveren söyleyişleri yüzünden yazıyorum sana. Umudu anlatırken “kanımın değişiyor rengi” demeyi başaran bir şair bence şiirini de tümüyle değiştirirdi. Anlaşılan sen “korkulu ustalık” yerine “güzel acemiliği” yeğliyorsun. Ne diyebilirim ki... Bu da bir yol.
Sevgili Cemile,
Şiirlerinde kadının tutkusunun sınırsızlığını dile getiriyorsun. Bu el değmemişliğin tutkusu üstelik. Sakınmasız, çılgın ve acemi. Bir çakıl taşı gibi susmak zorunda olmanın acımasızlığını yaşayan kadınlarımızın, genç kızlarımızın içini acıtan tutku. Sevilmek istemenin “bulutunun” çöktüğü, “bedeninin sıradağları”nı dile getirmek kolay iş değil.
Kolay olmayan bir yan da kadın bedeninin ikilemi, bir yanda sarp sıradağları gövdenin, öte yanda gövdenin zonklayan yaraları... Acıdan haykıracak kadar acı çekerken susmak zorunda olmak...
Şiirlerin çok uzak bir akrabalıkla Füruğ’u anımsattı bana. Bu İranlı şair kadın tutkuyu bizim okurumuz için saygın kıldı. Aşkın kadının da hakkı olduğunu savundu. Onun doğal bir kaza ile ölmediği kuşkusu yaşamını temize çıkarttı. Bu şiirleri Füruğ yazsaydı , kuşkusuz, bütün dergilerde sözü edilirdi. Bizim bahçenin çiçeğinin kokusunu duymuyoruz. “aşk deyince, yangınlar ve fırtınalar giriyor şiire” ama galiba biz aşkı da kanıksadık. Ya da gerçeğini bir türlü görmüyoruz.
Bir adamın köpeğini okşayan parmaklarından okşadığı gövdeye akan duyguları görmek/ göstermek, narçiçeği kadın ellerinin aleve dönüşünü fark etmek, yağmurun tenine işleyişini duymak... bunları ne zamandır okumadık. Şiirimizin her gün bir oyma eklenen ulu kapısı, karmaşık mimarisi böyle yalın söylenmiş karmaşık duygulara gönül indirmiyor, geçit vermiyor şimdilerde. Şiirin yaşamla ilişkisi unutuldu. Günümüzün kadını bir “arka sayfa güzeli”. Bir tüketim nesnesi. Erkeği de ona uygun. Aşk ve tutku olsa olsa bir tüketim nesnesi olarak söz konusu olabilir.
Avucuna doldurduğun suyun köze dönüştüğünü okurken inan benim de ellerim yandı. Sen, dizelerindeki “el fenerinle” yalnız şiirini değil, kadınımızı da, onun yaşadıklarının göstermeye çekindiği yanı aydınlattın Cemile Çakır.
Bir Karadenizli olarak kocayemişi bilirsin. Şiirin benim için bir kocayemiş tadında. Sevmek için tatmak gerek.
Sennur Sezer
ÖNCEKİ HABER

Aynı kent ama, ‘Bir Başka Şehir’

SONRAKİ HABER

zama zingo

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa