24 Ağustos 2010 01:00
ANAYASAYA DEĞİŞİKLİKLERİNE NEDEN HAYIR? Ya da bir karşı oyun anatomisi 2
GÜNÜN YAZILARI
4.6) -74. madde Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvuru hakkı başlığını taşıyor. Değişiklik hükmü ile: Herkesin bilgi edinme hakkı ve kamu denetçisine başvuru hakkından söz ediliyor. Ancak bilgi edinme hakkının kapsamının yorumunda Devlet sırrı ve gizlilik tanımının çok dar yorumlanması esastır, kişinin bundan doğan zararları tazmin edilir diye bir hüküm konulmamış olması, bu düzenlemenin somut bir hak normu olmasını engelliyor.
Ayrıca tüm gelişmiş demokrasilerde ombudsman kurumu mali, idari ve yetki açısından bütünüyle bağımsız ve özerk bir denetim kurumu şeklinde oluşturulurken, her türlü denetim ve inceleme yetkisi tanınırken düzenlemede; ombudsmanın TBMM Başkanlığına bağlı olarak kurulacağının belirtilmiş olması Kurumun kuruluş amacından uzak ve her türlü etkiye açık bir yapıda olacağı gerçeğini ortaya koyuyor.
4.7.) 84. maddedeki son fıkrasının kaldırılarak; söz ve eylemleriyle partisinin kapatılmasına neden olan milletvekillerinin bu sıfatlarının düşürülmesi uygulamasına son verilmiş olması yerindedir. Ancak bu düzenleme; siyasal katılım haklarını genişletilmesi anlamında dönüştürücü etkisi bulunmayan bir düzenlemedir.
4.8). Yargı Bağımsızlığı sağlanmıyor. Hakimlik teminatının koşulları yaratılmadığı gibi, var olanlar da kaldırılıyor.
Kamu yönetiminin hukuka bağlı kalmasını sağlayan ve denetleyen, böylece kişilerin özel alanının hukukun egemenliğiyle korunmasını güvence altına alan; yasama, yürütme ve yargı arasındaki güçler ayrılığı ilkesi; bireyin hak ve özgürlükleri aleyhine ve fakat yürütme lehine olacak şekilde değiştiriliyor.
Hakim ve mahkemelerin bağımsızlığı sağlanmıyor, aksine daha ağır şekilde yürütmenin etkisi altına alınıyor. Bireyler, bağımsız mahkemelerce sağlanan eşit hukuki koruma güvencesinden yoksun bırakılıyor.
A) 125. maddede yapılan değişiklik ile, Yüksek Askeri Şuranın tüm kararlarına karşı değil, yalnızca terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolunun açılmış olması, eşit bir hukuki güvence getirildiği anlamını taşımıyor.
Düzenleme bu haliyle; YAŞta yalnızca irticai faaliyet nedeniyle verilen ihraç kararlarının önünü kesmeye yönelik bir önlem niteliğinde. Açıklanan nedenlerle değişiklik hükmünün demokratik bir düzenleme olabilmesi için; Yargı Yolu başlıklı 125. maddenin 2. fıkrası tamamıyla değiştirilmeli, Yüksek Askeri Şuranın tüm kararları yargı denetimine açılmalı, 1612 sayılı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun değişmeli, oluşumu ve karar şekilleri şeffaf hale getirilmeli, YAŞın bütün kararları ve cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemleri yargı denetimine tabi tutulmalıdır. Maddenin 2 ve 6. Fıkraları da yürürlükten kaldırılmalıdır.
B) Askeri Yargı başlıklı 145. Madde getirilen düzenleme; ciddi bir yanılsama içermektedir. Değişiklik düzenlemesinde; asker olmayan kişilerin askeri mahkemelerde -savaş hali hariç- yargılanmasının önüne geçilmesi şüphesiz olumludur. Ancak bu hükmün olumlu olması tüm değişiklik düzenlemesinin olumlu olduğu yanılsamasını yaratıyor. Oysa; maddenin değişiklik içeren düzenlemesinin bütünü değerlendirildiğinde; değişiklik düzenlemesinin adil bir yargılama olanağı ve hakkı sağlama, eşit bir hukuki güvence tanıma amacını taşımadığı, bu haliyle kuşkulu olduğu gerçeği ortay çıkar.
Zira; Askeri mahkemeler uzmanlık mahkemeleridir. Bu mahkemelerin görev tanımı değişiklik düzenlemesi ile genişletilerek, bölünüyor;
Böylece; asker kişilerin; askeri suçları, asker kişiler aleyhine işlediği suçları, askeri hizmetleri ve görevleriyle ilgili suçları yanına; askerin görev tanımı ( Devleti savunma vs.) değişmeden, yargılanacak kişinin sıfatı ve suçun kişinin sıfatına bağlı vasfı değişmeden; Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine ait suçlar kategorisi yaratılıyor ve bu vasıfların değişmemesi nedeniyle bu suçlara ilişkin yargılama; yargılamanın gerektirdiği kimi koşullar doğrultusunda kurulmuş olan uzmanlık mahkemeleri olan askeri mahkemelerde yapılması gerekirken; değişiklik düzenlemeleri ile; yürütme erki açısından Oluşumu, işleyişi ve denetimi ile daha güvenilir kılınan adli mahkemelere devrediliyor.
Yani; bu askeri mahkemelerin; asker kişilerin suçlarına ilişkin yargılamalarında adil ve tarafsız olacağına güveniliyor, ama bu kişilerin devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı işleyecekleri suçlarda bu mahkemelerin adil ve tarafsız olacağından kuşku duyuluyor? Bu yargılamaların adliye mahkemelerinde yapılması sağlanıyor.
Üstelik bu: askeri yargı organlarının mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceğinin anayasal bir hüküm haline getirileceği bir ortamda ve mevcut haliyle anayasada; Askeri mahkemelerden verilen karar ve hükümlerin son inceleme mercii olan Askeri Yargıtayın da üyelerini; birinci sınıf askeri hakimler arasından Askeri Yargıtay Genel Kurulunun üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla her boş yer için göstereceği üçer aday içinden cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi hükmünün yer aldığı bir durumda yapılıyor.
O zaman düzenleme amacının; belli bir kuruma ve mensuplarına ve belli yargı mercilerine duyulan taraflı güvensizliğin karşısında, bu alanlara müdahale yetkisi sağlamaya yönelik bir amaç taşıdığı kuşkusu haklı değil midir?
C) Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu başlıklı Anayasanın 159. maddesine getirilen değişiklik düzenlemeleriyle; Kurulun mevcut haline yöneltilen eleştiri konuları aynen korunduğu gibi; bağımsız, özerk ve tarafsız bir yapı ve işleve kavuşturulmak yerine; üyelerin sayısının arttırılması ve üye seçiminde birinci sınıfa ayrılmış yargıçların seçilebilmeleri ile sınırlı şekli bir çoğulculuk sağlama görüntüsü altında, mevcut durumdaki antidemokratik hükümler arttırılıyor. Kurul bütünüyle ve fazlasıyla adalet bakanının ve yürütmenin (hükümetlerin) iradesi altına sokuluyor.
Değişiklik düzenlemesiyle, adalet bakanının kurulun tüm gündemini belirleme konumu korunuyor ve güçlendiriliyor. Kurulun tüm kararları yargı denetimine açılmıyor. Sadece ihraç kararlarının yargıya götürülmesinin önü açılıyor. Hakim ve savcıların denetleme, araştırma ve inceleme ile soruşturmalarını yapan Teftiş Kurulu, Hakimler Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanıyor. Teftiş Kurulunun başkanlığını yapacak olan genel sekreterin adalet bakanı tarafından atanması öngörülüyor. Hakim ve savcılar hakkında denetleme, araştırma, inceleme ve soruşturma izni adalet bakanı tarafından veriliyor. İşlemlerin de adalet müfettişleri değil, kurul müfettişlerince yapılacağı düzenleniyor.
Anayasanın Hakimlik ve Savcılık mesleği başlıklı 140. maddesi; Hakimler ve Savcılar idari görevleri bakımından Adalet Bakanlığın bağlıdır hükmü korunmakla kalmıyor, adalet hizmetleri ve hakim ve savcıların idari görevleri bakımından denetimini yapacak adalet müfettişlerinin adalet bakanı tarafından atanmasını öngörüyor.
Getirilen düzenleme ile; Avrupa Yargıçları Danışma Kurulunun 1, 2 ve 10 numaralı raporlarına da aykırı davranılıyor.Yürütmenin hiçbir şekilde Kurulun üye seçimine müdahale etmemesi, üyelerin yalnızca; yargı mensupları arasından yargı organlarınca ve hukuk bilim dallarında görev yapan üniversite elemanları arasından, üniversite öğretim üyelerince doğrudan seçilebilmeleri şeklindeki ilkeleri ihlal ediliyor ve Kurulun dört asıl üyesinin cumhurbaşkanı tarafından seçileceği belirtiliyor.
Bu gerçeklikler karşısında getirilen düzenlemenin; hakimlik ve savcılık mesleğine alınmada terfi ve atamalarda, inceleme ve soruşturmalarda bağımsız ve objektif kriterler ile liyakatın esas alınmasını, Kurulun, mahkeme ve hakimleri; yasama ve yürütme erkleri karşısında bağımsız kılacağını ve hakimlik teminatını sağlayacağını; yargıyı adil, şeffaf ve sağlıklı şekilde işler kılacağını iddia etmek ve üstelik buna inanmak, ne denli sağlıklı ve objekif bir düşünce biçimi olacaktır?
Kurulun; yalnızca meslekten ihraç kararlarını yargıya götürme yolunun açılmış olmasını; yargılamayı yapacak olan hakim ile, ihraç kararını yargıya götürecek olan hakimi; atayan, terfi ve tayinlerini yapan, haklarında denetim, soruşturma ve inceleme yapılmasına izin veren, adli ve idari olarak amiri konumunda olan iradenin aynı olması karşısında; ne oranda etkili, amaca uygun ve tüm etkilerden bağımsız, hakkaniyeti gözeten bir hukuki koruma yolu oluşturabileceğini; ne denli uygulanabilir olduğunu sorgulamadan ve düzenlemelerde bunun önündeki tüm engellerin ve sınırlamaların halen ve artan ölçüde korunmuş olduğunu görmeden, demokrasi(?) adına alkışlamak, tartışılması gerekli yanıltıcı bir davranış değil midir?
D-Anayasa mahkemesi başlıklı 146. maddeye getirilen düzenleme; üye sayısını arttırıyor; fakat ne üye seçiminde çoğulculuk sağlıyor, ne de demokratik bir karma sistem oluşturuyor. Üye seçiminde kurumların göstereceği adaylar arasından seçme ve atama yetkisini, bütünüyle cumhurbaşkanına bırakıyor. Yargıya ve diğer kurumlara kendi içinden doğrudan üye seçme olanağı tanınmadığı gibi, TBMMnin seçeceği üyeler üç ile sınırlı tutuluyor ve Meclisin üye seçme sistemi, fiilen iktidar çoğunluğuna yani yürütmeye bırakılıyor.
Böylece; demokratik düzenlerde iktidarın keyfiliğini önleme ihtiyacı ile, çoğulcu, karma bir anlayışla oluşturulması ve tarafsızlık ilkesiyle işlemesi gerekli, fren mekanizması nitelikli bu kurum, bu özelliklerden hiçbirine sahip kılınmadan, bütünüyle yürütmenin hakimiyetine bırakılıyor.
Madde kapsamında; Bireysel başvuru hakkı tanınmış olmasının nispi bir olumluluk olması dışında; anayasa mahkemesinin bireyi değil devleti ( şimdi de hükümeti ve çıkarlarını) önceleyen niteliği, işleyiş biçimi ve üye yapısı; diğer hukuki yolların tüketilmesi koşulunun getirilmiş olmasının yaratacağı zaman süresinin uzunluğu, başvuruya ilişkin gerekli usul yasalarının düzenlenmesinin ne zaman yapılacağının belirsizliği karşısında; şekli bir düzenlemeden başka bir anlam taşımayacağı, hak yaratma olasılığının zayıf olduğu ve hatta; bu şikayetlerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine götürülmesinin devlete çok ciddi bir maddi külfet yaratmasının önüne geçme girişimi olduğu ihtimali çok yüksektir.
Genelkurmay başkanı, kara, deniz, hava kuvvet komutanları ve jandarma genel komutanının görevleri dolayısıyla yüce divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanmalarının düzenlenmesi, anlamlı ve önemlidir. Ancak, uygulamada yer bulmayacak, soyut kalmaya mahkum bir düzenlemedir. Zira Anayasa Mahkemesinin; bu şekilde hakim siyasi yapının bir uzantısına dönüştürülmesi, yürütmenin iradesinin belirleyiciliğine bırakılmış olması karşısında, yüce divan olarak adil ve tarafsız bir şekilde görev yapabilmesi ve yargılamaları gerçekleştirebilmesi ciddi olarak kuşkuludur. Türkiye tarihinde siyasi erk dengelerinin oluşumu ve yaratıkları etkiler karşısında, siyasiler ile ilgili bugüne kadar yapılan Yüce Divan yargılamalarında ( Mesut Yılmaz, Atalay Çoşkunoğlu, Koray Aydın vs.) hakkaniyete ve adalete uygun, kamuoyu vicdanına hitap eden herhangi bir sonuç alınmadığı unutulmamalıdır.
E) Değişiklik düzenlemelerinde; hak öznesi olarak mağdur konumda olan birey ve birey gruplarının
(Kürtler, Aleviler azınlıklar, ateistler, eşcinseller, özürlüler, yaşlılar, emekliler, kimsesizler, göçmenler vs.) mağduriyetlerini giderecek hükümler olmadığı gibi, siyasal sistemin (Etnik, dinsel, cinsel, düşünsel temelli) dışlayıcı resmi söylemini demokratik bir kapsayıcılığa dönüştüren bir düzenleme de yer almıyor. Temel hak ve özgürlükler alanında sorunlu olan, sınırlamalar getiren anayasa maddeleri aynı şekilde korunuyor, insan hakları açısından düzenlenmeyen eksik olan alanlar, düzenlemeye tabi tutulmuyor.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanmış olduğu üzere, anayasa değişikliği düzenlemeleri; demokratikleşme amaçlarından ve gereklerinden uzak, siyasal sistemde özgürlük ve eşitlik anlamında herhangi bir olumlu etki yaratmaksızın, dikkatle seçilmiş, belirli bir değişim amacı taşıyor.
Bu değişiklik düzenlemelerinin evet oyu alması halinde; Türkiyede demokrasi, seçimlere biçimsel katılım düzeyi ile sınırlı kalmayı sürdürecektir. Yeni demokratik süreçlerin kontrolden çıkıp, solun gereğinden fazla toplumsal güç elde etmesine olanak vermeyen bu yapı, yönetilemezlik halinde bir alternatif olarak ordunun hazırda beklemesini de, sistemin parçası kabul etmeye devam edecektir. Daha geniş halk katılımını ve daha fazla sosyal adaletin temelini oluşturan toplumsal reform, gündemden tamamen uzaklaşacak, toplumsal reformsuz tek başına bir biçimsel demokrasi de, ekonomik eşitsizliği artıracağı için toplumdaki eşitsiz erk paylaşımını yoğunlaştıracaktır. Böyle bir biçimsel seçim demokrasisinde sivilleştirilmiş muhafazakar bir rejim, açık otoriter bir rejimin karşılaşabileceğinden daha az halk direnişiyle karşılaşacağı için; daha fazla zarara uğramadan acı, hatta daha baskıcı toplumsal ve ekonomik politikalar izleyecek, ilerici reformları engelleyecek ve statükoyu korumaya devam edecektir.
Mevcut siyasal yapı, ekonomik statükonun korunmasını sağlayan hakim muhafazakar partiler yaratmayı sürdürecektir. Ekonomik büyüme hedefli neoliberal politikalar devam edecek, daha az ayrıcalıklı olan insanların ekonomik sıkıntıları artacak, global sermaye ve rekabetçi rüzgarları kısa vadeli ekonomik krizlerin yapısal etkilerini arttıracaktır. Çoğunluğun ekonomik sıkıntılarının, daha demokratik bir politik kültürün yararlarıyla dengeleneceği beklentisi geçici olarak yatıştırılmış, siyasi gerilim azaltılmış, yeni bir anayasayı demokratik meşruiyeti daha yüksek koşullar altında yapma ihtimali belirsiz süreliğine ortadan kalkmış olacaktır.
Bu nedenle sola düşen hayır demektir. Hayır, asla daha kötü olanı savunmak değil; eski olan Bir kötü yerine geçirilmeye çalışılan, eskiden farklı olmayan Yeni bir kötüye karşı; gerçekten iyi ve demokratik olanı oluşturma önünde engel olmamak ve onu olanaklı kılmaktır.
SEÇİM BARAJI KALKMALI
Siyasi katılım haklarının önündeki tüm engeller ve kısıtlamalar aynı şekilde korunuyor. Bu anlamda gerçek bir dönüşüm için;
* Siyasi Partiler Kanunu 81. (Azınlık Yaratılmasının Önlenmesi başlıklı) maddesi değiştirilmelidir.
* Anayasanın yasama dokunulmazlığı başlıklı 83. maddesi değişmelidir.
* Milletvekili Seçimi Kanununun genel baraj ve hesaplanması başlıklı 33. maddesi derhal değişmeli, seçimlerde ülke barajı kaldırılmalı veya yüzde 3e çekilmelidir.
* Milletvekili Seçimi Kanunu 4. maddesinin 1.fıkrası ve seçim ittifakını yasaklayan 16/1 maddesi kaldırılmalıdır.
* Siyasi Partiler Kanunu 3. ve 10. Maddeleri değiştirilmeli, Parti sicilleri C. Başsavcısı tarafından değil, Anayasa Mahkemesi tarafından tutulmalıdır.
* Diyanet İşleri Başkanlığının genel idare içinde yer almasına karşı çıkan partilerin kapatılmasına dair 89. Madde kaldırılmalıdır.
* 2298 sayılı Seçimlerin Temel İlkeleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun 52/c ve diğer maddeleri kaldırılmalıdır.
SENDİKAL YASAKLARIN ÖZÜ KORUNUYOR
4.5) 51; 53 ve 54 . maddelere getirilen düzenlemeler ile, grev yasakları sürüyor. Ne kamu görevlileri ile işçiler arasındaki sendikal ayrımcılık ortadan kalkıyor, ne kamu çalışanına ve emekliye toplusözleşme hakkı geliyor, ne de grev yasakları kalkıyor. Sendikal yasakların özü tüm hak ve özgürlüklerde olduğu gibi korunuyor.
Öneriler Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından defalarca teyit edilen sendikal hakların bir bütün olduğu ve bölünemeyeceği- ilkesini ihlal ediyor. ILO ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre sendika hakkı; doğrudan toplusözleşme ve grevli toplu eylem hakkını içerir. Öngörülen değişikliklere bu açıdan bakılmazsa ciddi bir yanılsama ortaya çıkıyor. Grev ve toplu eylem hakkını içermeyen bir toplusözleşme hakkı, gerçekte sendika hakkının ihlalidir.
Değişiklik ile 51. maddede yer alan Aynı anda iki sendikaya üyelik yasağı kaldırılıyor. Ancak 51. maddede yer alan en önemli sınırlama olan işçilerin ve kamu görevlilerinin sendikal haklarının ayrı ayrı düzenlenmesi hükmü yani sınırlama korunuyor. Öte yandan yetki prosedürü değişmeden, ve çoğulcu bir toplu pazarlık sistemi oluşturulmadan, aynı anda iki sendikaya üyelik göstermelik bir değişiklik olarak kalmaya mahkum olacak ve yetki kaoslarını artırmaktan başka işe yaramayacaktır. 51. maddenin Herkesin haklarını ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için sendika kurmaya hakkı vardır şeklinde değiştirilmesi gerekir.
Kamu görevlilerine toplusözleşme hakkı verildiği iddiası da kesinlikle doğru değildir. Zira 53. maddenin özü korunmakta, sadece toplu görüşmenin adı toplusözleşme olarak değiştirilmekte ve zorunlu tahkim mekanizması getirilmektedir. Böylece grev hakkı dışlanıyor ve aslında örtülü bir grev yasağı getiriliyor. Taraflar anlaşamazsa Uzlaştırma Kuruluna başvurulması ve kurulun kararlarına karşı itiraz edilmemesi öngörülüyor.
Önerilen değişiklik ile emeklilerin de toplusözleşme hakkı elde edeceği iddia ediliyor. Öncelikle, olmayan bir toplusözleşme hakkından emeklilerin nasıl yararlanacağı soru işaretidir. Grev hakkını düzenleyen 54. madde bilindiği gibi aslında grev hakkını ortadan kaldırıyor. 12 Eylül darbesinin adeta simgesi olan bu maddenin özünde bir değişiklik yapılmıyor. Siyasi amaçlı grev Dayanışma grevi ve Genel grev yapma hakkı getiriliyor şeklindeki iddia doğru değildir.
54. maddede öngörülen bu değişiklik sonuç doğurucu, yasakları kaldırıcı değildir. 54. maddenin 1. fıkrasında yer alan asıl yasak devam ediyor.
(BİTTİ)
Dr.Neval Oğan Balkız Hukukçu /Akademisyen (Viyana Üniversitesi)
Evrensel'i Takip Et