21 Ağustos 2010 00:00
EKONOMİK PERSPEKTİF
Başbakan hafta içi referandum mitinglerinden birinde Kriz bizi teğet geçti dediğimde dalga geçenler neredesiniz? Bakın büyümede dünyada dört Avrupada birinci sıradayız diye sesleniyordu coşkudan yerinde zıp zıp zıplayan ve muhtemelen içinden Demek ki bizim bey bizi kandırıyor iş yok diye geçiren kalabalığa
Kapitalist üretim ilişkilerinin geçerli olduğu ülkelerde ya da daha doğrudan söylersek kapitalist ülkelerde değer yasası geçerlidir. Üretim ihtiyaçlar için değil sermaye birikimi için yapılır. Sermaye birikimini sağlamanın tek yolu üretimde emeğin emek-gücünü kullanarak yarattığı değerin bir kısmına yani artı-değer kısmına el konulmasıdır. Sistem her ne kadar can yakıcı olsa da basit bir biçimde işler. Daha fazla meta üretimi yolu ile daha fazla değer yaratımı ve sermaye birikiminde artış. Örneğin kapitalizm öncesi toplumlarda alım için satım yapan yani kendi gündelik ihtiyaçlarını karşılamak için üretimde bulunan veya üretimi organize eden atölye sahibinden farklı olarak kapitalizmde satım için alım yapan yani daha fazla kâr için üretim hattı oluşturan kapitalist söz konusudur. İşte bu basit ama çok temel farklılık büyümenin olumlu yanını ortadan kaldırmaktadır. Kapitalizm içinde ekonomik büyüme daha fazla üretim ve daha fazla sermaye birikimi demektir ancak daha az işsizlik ya da yaratılan değerin toplumun tüm kesimlerine eşit, hadi eşiti de geçtik adil biçimde dağıtılacağı anlamına gelmez. Hatta sermaye birikiminin oluşması için mümkün olduğunca eşitsiz bir dağılım gereklidir. A. Menderesin ve ardından T. Özalın kullandığı Her mahalleye bir zengin sözü aslında kapitalist birikim rejiminin en özlü sözüdür. Her mahalleye bir zengin demek mahallede yaşayan diğer nüfusun daha fazla fakirleşmesinden başka bir şey değildir.
Özellikle kapitalist kriz dönemlerinde sermayedarlar işçi sayısını azaltıp mevcut işçileri daha uzun saatler çalıştırarak işçi başına düşen ürünü yani verimliliği artırmak isterler. Verimlilik artışı tersten okunduğunda maliyet azalışı anlamına gelir. Satılan metanın fiyatının başlangıçtaki değişim değerinde yani fiyatında olduğunu varsayarsak maliyet azalışı kâr artışına yol açar ki işte bu kapitalizmin devamı için olmaza olmaz koşuldur.
Bu temel işleyiş mekanizmasının yanı sıra her ekonominin potansiyel üretim kapasitesi vardır. Örneğin yıllık 450 milyar dolarlık meta üreten bir toplum bir yıl sonra 900 milyar dolarlık üretim gerçekleştiremez, kriz dönemleri potansiyelin sekteye uğradığı anlar yaratır. Yani 450 milyar dolarlık üretiminiz birden 400 milyar dolar üretime gerileyebilir. Krizin akut etkisi geçtiğinde eğer ayrıca savaş veya kıtlık gibi bir durum yoksa yani Hysterisis Etkisi bulunmuyorsa ekonomi eski potansiyeline döner. Bu dönüş hızlı büyüme gibi gözükür. Örneğin 2002 yılında yüzde 7 civarı büyüdü ekonomi ancak bir yıl öncesinde yüzde 9 küçülmüştü. Dolayısıyla reel olarak yüzde 2lik bir küçülme ortaya çıkmıştı.
İçinden geçilen dönemde yaşanan durumda budur. Krizin başladığı ve derinleştiği ülkelerden bile daha fazla oranda küçülme yaşayan Türkiye şimdi biraz olsun potansiyeline dönmüştür. Bu dönüşü gerçekten üretken kapasite artışı gibi yorumlamak eşeğe ters binmekten farksızdır. Kaldı ki mevcut büyüme işsizliği artırmamış aksine derinleştirmiştir. Çalışma koşulları ağırlaşmış ve sürekli işsizlik yoksulluğu yaygınlaştırmış dahası açlık sorunu kapıya dayanmıştır. Tüm bu yalın gerçeğe rağmen hâlâ büyüme üzerinden politika üretilebiliyor olması ise sanırım biraz da geç kapitalist ülke olarak Türkiyenin yaşadığı bir sorundur. Obamanın kongre seçimleri öncesi yaptığı gezilerden birinde Arz fazlası toparlanmayı engelliyor itirafı bizim de son iki yıldır ısrarla vurguladığımız aşırı üretim krizine işaret etmektedir. Bunu kapitalizmin kapitalizm olduğu bir ülke başkanından duymak mümkün olabiliyor. Ancak geç kapitalist ülke halkı olarak bize hâlâ fruko gazoz ve çekirdek eşliğinde havuzlu villa masalları dinlemek kalıyor.
SİNAN ALÇIN
Evrensel'i Takip Et