9 Ağustos 2010 01:00
TEĞETİN YIKIMI 5
DİĞER HABERLER
GÜNÜN YAZILARI
AKP iktidarına denk gelen 2003-2007 döneminin lale devrinde, körüklenen tüketici kredisi ve kredi kartı borçlarının geri ödenmesinde , küresel krizle birlikte önemli güçlükler yaşanıyor. Daha şimdiden borcunu ödeyememiş ve kara listeye alınmış aile sayısının 2 milyonu aştığı görülüyor. Her ay, tüketici kredisi ve kredi kartı taksitini ödeyemediği için Merkez Bankası tarafından kara listeye alınan borçlu sayısı 150 bini aşıyor. Merkez Bankası tarafından Ağustos sonunda 1 milyon 900 bine yakın olarak açıklanan kara listedeki borçlu sayısının Ekim sonunda 2 milyon 150 bini bulduğu tahmin edilirken bu sayının, yıl sonunda da 2,5 milyona ulaşması şaşırtıcı olmayacak.
Ailelerin bankalara, tüketici finansman şirketleri ve katılım bankalarına olan borçları 2002 yılından sonraki dönemde 20 kat arttı.
2002 yılında 6,6 milyar TL olan ailelerin bankalara olan borçları yüzde 1.883 oranında artarak 2009 yılı sonunda 131,2 milyar, Ocak 2010 sonunda ise 132,2 milyar liraya yükseldi.
Ailelerin borçlarındaki bu büyümede yüksek kredi kartı faizlerinin sürekli borca eklenmesi ve borcun borçla ödenmesi de etkili oldu. Bankalar, tüketici finansman şirketleri ve katılım bankalarının tüketicilerden zamanında tahsil edemedikleri tüketici kredisi ve kredi kartı alacakları hızla büyüyor.
Ailelerin borçlarının 20 kat arttığı 2002 yılından sonra batık tüketici kredisi ve kredi kartı borçları ise 78 kattan fazla artarak 106 milyon liradan 8 milyar 264 milyon liraya kadar tırmandı.
İşsizlikte gözlenen artışa bağlı olarak batık tüketici kredilerinin de artmaya devam etmesi bekleniyor.
Bankalara olan kredi kartı ve tüketici kredisi borcunu ödeyemeyenlerin sayısı her geçen yıl hızla artıyor. 2008 yılında 522 bin 590 vatandaş borcunu ödeyemediği için kara listeye alındı. 2009 yılında ise 1 milyon bin 92 kişi kara listeye girdi. Listedeki isim sayısı önceki yıllardan kalanlarla birlikte 2 milyon 20 bin kişiyi geçti.
Tüketicilere, gelirine bakmadan kredi kartı dağıtan bankalar, kart müşterilerine uyguladıkları yüksek oranlı faizlerle Türkiyede bir dram yarattılar.
Ailelerin borçlanma iştahı, krizle birlikte , doğal olarak azaldı. 2004 sonunda 26 milyar TL dolayında olan aile borçları, izleyen yıllarda hem taşıt ve konut kredilerine olan talebin artması hem de kredi kartı kullanımının ve harcamalarının hızla artmasıyla çığ gibi büyüdü. 2005te 46 milyar TLyi bulan harcamalar 2008 sonunda 116 milyar TLye kadar çıktı. Her yıl neredeyse 20 milyar TL artarak büyüyen hanehalkı borçları, 2009 sonunda ise 131 milyar TLye çıktı. Bu, yüzde 6,5lik enflasyonun üstünde, yüzde 12lik bir borç artışı. Demek ki, borç iştahı ya da borçlanma ihtiyacı henüz azalmamış.
Aile borçlanmasında konut, ihtiyaç ve kredi kartında hareket, çeşitli nedenlere dayanıyor. Konutta, düşük faizler, tuzu kuru bir kesimde, krize rağmen kredi kullanarak daire sahibi olmada bir fırsat gibi algılanıyor. İhtiyaç kredisi ise borcu borçla kapatma ihtiyacı aslında. Kredi kartı kullanımı ile borçlanma, risk almaya devam mesajı taşıyor. Ama öte yanda ailelerin batıkları da artıyor.
Bankalar, tüketici finansman şirketleri ve katılım bankalarının tüketicilerden zamanında tahsil edemedikleri tüketici kredisi ve kredi k
artı alacakları hızla büyüdü.
Hane halkının bankalara borçluluğu, önümüzdeki zaman diliminde daha önem kazanacağa benzer. Bu durum hem banka sistemi için önemli bir tehdit hem de hane halkı harcamalarına bağlı bir dizi alt sektör ve sosyal doku için. Bugüne kadar borcu borçla kapatarak, eş dost dayanışması ile yüzdürülen gemi şimdi ciddi biçimde su almaya başladı. Emniyet sübabları da bir bir tüketildi. Bankalarla başı belada olan nüfusun 2,5 milyona tırmanması, çok zorlu bir döneme girildiğinin de işareti aynı zamanda.
VERGİDE YÜK ALT-ORTA SINIFLARA
Krizde, bütçe açığının daha büyümemesi için İşsizlik Fonu kaynakları kullanılırken, yeni dolaylı vergilerle tüketici sınıfın vergi yükü de ağırlaştırıldı.
11 Ağustos 2009 tarihli ve 5921 sayılı Kanunla değiştirilen 4447 sayılı Kanunun geçici 6ncı maddesiyle, İşsizlik Sigortası Fonu nema gelirlerinden GAP Eylem Planı ile diğer ekonomik kalkınma ve sosyal gelişmeye yönelik yatırımlarda kullanılmak üzere yapılacak aktarma tutarlarının hesabında kullanılacak oran, 2009 ve 2010 yılları için 1/4ten 3/4e yükseltildi.
5763 sayılı Kanunla İşsizlik Sigortası Fonunun faiz gelirinin yüzde 25inin 2009-2012 döneminde öncelikli olarak Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamındaki yatırımlarda kullanılmak üzere merkezi yönetim bütçesine aktarılması hükme bağlanmıştı. 18 Ağustos 2009 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 5921 sayılı Kanunla 2009-2010 yıllarına münhasır olmak üzere yüzde 25 olan transfer oranı yüzde 75e yükseltildi. Bu kapsamda, Fondan 2009 yılında 4 milyar TL merkezi yönetim bütçesine aktarıldı.
Sigara ve akaryakıt üzerindeki ÖTVden ise 3,6 milyar TL artış sağlandı. Toplam vergi tahsilatı içerisinde dolaylı vergilerin 2007 yılında yüzde 66,1, 2008 yılında yüzde 64,9 olan payı, 2009 yılında yüzde 64,3 olarak gerçekleşti .
Toplam gelirlerin merkezi yönetim bütçesi hedefinin altında kalması, toplam harcamaların ise başlangıç ödeneğinin üzerine çıkması sonucunda 2009 yılı bütçesinde 10,4 milyar TL olarak hedeflenen bütçe açığı, 52,2 milyar TL olarak gerçekleşti.
Türkiyede, vergi yükü, alt-orta sınıfın yükü ağırlaştırılarak, hızla artıyor. Kayıt dışını azaltamayan ve vergi tabanını genişletemeyen hükümet, çareyi dolaylı vergileri artırmakta buldu. Deprem gibi olağan üstü koşullar nedeniyle getirilen özel iletişim, özel işlem, şans oyunları ve benzeri birçok dolaylı vergi kalıcı hale getirildi.
Gelirle ilişkisi olmadığı için, en zenginle en yoksulun aynı oranda ödediği dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payı yüzde 64 düzeyinde bulunuyor.
Vergi sistemi dolaylı vergilere dayandığı için ekonomik durgunluk döneminde vergi gelirlerinde yüksek oranlı gerilemeler yaşanıyor. Kayıt dışı ekonomiyle baş edemeyen ve vergi kayıp ve kaçağının önüne geçemeyen devlet çözümü, akaryakıt, otomobil ve benzeri ürünler üzerindeki vergileri yüksek düzeylerde tutmakta buluyor.
Ücretlinin vergi yükü, prim yükü ile birlikte yüzde 50lere yaklaşıyor. Örneğin, 2010da 577 TL olan net asgari ücret için işçi tarafından 152 TL prim ve vergi adı altında kesinti yapılırken, 156 TL de işveren tarafından SSK primi ve işsizlik sigortası primi alınıyor. Yani her asgari ücretli istihdamı için 577 TL işçiye giderken 308 TL de devlete ödeniyor, dolayısıyla bir asgari ücretli istihdamının maliyeti de 885 TLye çıkıyor.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, TİSKe üye işverenler, sendikalı, toplu sözleşme yetkisi olan işyerlerinin istatistiklerini derleyerek işgücü maliyeti çıkarıyorlar. 13 milyon ücretlisi olan Türkiyede toplu sözleşme nimetinden yararlanan sadece 400-450 bin.Yani 25te 1 bile değil
Yine de ücretten yapılan amansız kesintileri görmek, işverenlerin neden bu kadar kaçağa yöneldikleri, eksik beyanda bulunup prim ve vergi kaçırdıklarını anlamak, verginin yükünün neden ve nasıl istihdama yansıtıldığını görmek için bu veri tabanını mercek altında tutmak faydalı.
Görünen şu; Genelde, toplu sözleşme lüksüne sahip 400 bin dolayındaki işçinin ayda brüt ücreti 2.787 TL, ama SGK primi ve vergiye işçiden 845 TL gidince elde 1.942 TL kalıyor. İşveren de SGK primi ve diğer yükümlülükleri ile ortalama işçi başına devlete 721 TL ödüyor. Böylece, işçi ve işverenden devlete prim ve vergi olarak giden 1.566 TLyi buluyor. Yani yapılan işgücü ödemesinin 45i devlete, 55 işçiye kalıyor.
YÜZDE 1LİK SOSYAL DEVLET
AKP iktidarının angaje olduğu özelleştirmeci, anti-sendikal, anti-sosyal, neoliberal dünya görüşü, sosyal yardım harcamalarını inanılmaz ölçülerde daralttı. Sadece 2008 yılının sosyal harcamalarına göz atılınca, , sosyal devlet adına yapılanları alt alta dizilince neoliberal zihniyetin ortaya nasıl insafsız, acımasız, sosyal devletsiz bir aygıt ortaya koyduğu görülür.
Sosyal devlet olma adına yoksullara sunulan en önemli kalemi yeşil kart oluşturuyor. Aylık geliri asgari ücretin üçte ikisinden az 9 milyon yoksula, bu kartla hastanelerde tedavi imkanı veriliyor güya. Kulağa büyük bir lütuf gibi gelen bu uygulama, topu topu yıllık 4 milyar TLlik bir harcama, ya da kişi başına 44 TLyi bile bulmayan bir harcama aslında. Hem de yarım yamalak. Hastaya, bu haliyle bile çeşitli ilaç ve başka masraflar çıkaran bir uygulama.
Sosyal Güvenlik Kurumunun yaşlı ve özürlü 1 milyon 266 bin kişiye vermiş göründüğü yaşlı ve özürlü aylığı, toplamda 2 milyar, ama aylığa vurduğunuzda kişi başına 160 TL bile değil Büyük insafsızlık, merhametsizlik
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü tarafından il ve ilçe vakıfları kanalıyla muhtaç kişilere; aile, sağlık, eğitim ,özürlü yardımları ile sıcak yemek ve doğal afet harcamaları 2008 yılında toplam 1.8 milyar TLden ibaret kaldı.
Yaklaşık 182 bin yüksek öğrenim öğrencisi Yurtkurdan 321 milyon TL alıyor. Bu ayda 177 TL demek. Milli Eğitim Bakanlığı 173 bin ilk ve orta öğrenim öğrencisine aylık 65 TL verebiliyor. Çocuk Esirgeme Kurumunun 30 bin kişiye ayırdığı bütçe 60 milyon TL bile değil. Kişi başına 192 TL Vakıflar Genel Müdürlüğü, 4 bin küsur yetim ve özürlüye yılda 310 TL veriyor.
Bu devletin tedavi, yaşlı aylığı, öğrenci bursu, sıcak yemek, giyecek yardımı vb olarak yaptığı bu harcamaların toplamı 2008de 9 milyar TLden yani Türkiyede yaratılan milli gelirin yüzde 1inin altında kaldı.
ÜCRETLİLERİN ALIM GÜCÜ DÜŞTÜ
Yüzde 4,7yi bulan 2009 küçülmesinde, ücret-maaşlara ait göstergeler, gelir dağılımının bir kez daha ücretli kesimin ve tarımın aleyhine sonuçlandığını ortaya koyuyor. Her kriz döneminde olduğu gibi, krizin yükünü çalışan kesime yükleyen işverenler ve siyasi iktidar, bu krizde de faturayı çalışanlara kesmiş görünüyorlar.
Kriz yılı 2009da bir ilk daha yaşandı. Enflasyondan arınmamış, yani nominal, (görünen) ücretler yüzde 2,2 indirildi Sendikalı-sendikasız tüm sanayi işyerlerinde, işverenler, 2008de ödedikleri ücrette yüzde 2 ortalama indirime gittiler ve buna kimse muhalefet edemedi. Bu, Türkiye tarihinde ilk kez oluyor!....
Bu zoraki indirim keyfiyeti devletin resmi verilerinden görülebiliyor. 2005 yılı baz alındığında istihdamın özellikle 2009da iyice azaltıldığı ve 2008e göre yüzde 9,5 daraldığı görüldü. Bu azaltılmış işçilerle üretime bakıldığında sanayi üretiminin de 2008den 2009a yüzde 9,5 azaldığı görüldü. Yani, üretimdeki azalma karşısında , işverenlerin de işçileri azalttıkları belirlendi. Böyle olunca, işçi başına üretimde, dolayısıyla işçi başına katma değerde bir gerileme olmadı. Hacim daraldı ama işçi başına üretimde bir gerileme yaşamamış oldu işverenler.
Bu süreçte, çalışan sınıf, işini kaybetti. TÜİKin işgücü-istihdam verilerinden anlaşılmaktadır ki, sanayi 2008de 4 milyon 441 bin kişi istihdam ederken 2009da 311 bin kişi sanayideki işini kaybetti . Ama, çalışan sınıfın kaybı bundan ibaret kalmadı. İşini koruyanlara da işverenler, 2009da, 2008deki ücretleri ödemeyeceğim, ücretleri indireceğim dedi ve dediğini yaptı.
Hazırlayan: Mustafa Sönmez
Evrensel'i Takip Et