8 Ağustos 2010 01:00

2001 krizinde işini kaybedenler, büyümeye geçildiğinde hemen işe alınmadılar. Dış kaynağa dayalı büyüme süreci, beklenen istihdam artışını yaratmadı. Bu istihdamsız büyüme hastalığının evrensel bir sorun olduğuna, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) de dikkat çekiyor. Özellikle merkez ülkelere dayanıklı-dayanıksız tüketim malı tedarik etme işlevi üstlenmiş Türkiye gibi çevre ülkelerin birbirleriyle ucuz emek üstünden rekabetleri, dibe doğru yarışları, bu “en az istihdamla yetinme hastalığı”nı da yaratmış durumda.
Bu küresel kapitalizmin tüm dünyada, özellikle de sanayi üretimini taşıdığı Asya, Latin Amerika ülkelerinde ağırlıkla yaşanan bir sorun.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün Ocak 2008’de yayımladığı Küresel İstihdam Eğilimleri (Global Employment Trends) raporu, hızlı büyüme performanslarına ve bu büyüme ile birlikte gelen yeni istihdam artışlarına rağmen dünya ekonomilerinde işsizlik oranlarının çok yüksek seyrettiğine dikkat çekiyordu. 2007 yılında da 2005 ve 2006 yıllarında olduğu gibi, istikrarlı bir şekilde seyreden büyümeye karşın, ülkeler, işsizlik oranlarında kayda değer düşüşler sağlayamadılar.
Örneğin, dünya ekonomisinde 2007 yılı büyüme ortalaması yüzde 5,2 olarak gerçekleşirken, işsizlik oranı yüzde 6,0 düzeyinde seyretti. 2007 için dünya ekonomisinde istihdam artışı yüzde 1,6’da kaldı.
ILO, işsizlik oranlarının daha düşük düzeylere çekilmesinde “ekonomik büyüme” ve “istihdam yaratma” arasındaki ilişkinin yeniden kurulmasının önemine dikkat çekmekle birlikte, göstergeler farklı bir tablo ortaya koyuyor. 2007 yılında dünya üzerindeki resmi işsiz sayısı, 2006 yılına göre yaklaşık 3 milyon kişi arttı yaklaşık 190 milyona ulaştı.
1997-2007 döneminde dünya ekonomisi yılda ortalama yüzde 4,2 büyürken istihdamdaki artış yüzde 1,7 olarak gerçekleşti. Yılda ortalama yüzde 10’ları bulan büyüme oranlarına karşın, istihdamda artış Doğu Asya’da yüzde 0,6’da, Güney Asya’da yüzde 2,4’te kaldı.
ILO ekonomik büyüme ve istihdam yaratma arasındaki bağın koptuğuna ve hemen tüm az gelişmiş ekonomileri kapsayan genel bir “istihdam yaratmayan büyüme” hastalığına işaret ediyor.
Dünyada son dönemde “büyüme mucizeleri” olarak gösterilen Hindistan ve Çin’de de büyüme-istihdam ilişkisi benzer bir fotoğraf veriyor. Örneğin, Hindistan, 1980’ler boyunca yıllık yüzde 5,4, 1990–93 arası yüzde 6,3 ve 2002–2005 döneminde yüzde 8’in üzerinde bir büyüme yaşadı. Ancak, 1984–94 döneminde yıllık ortalama yüzde 2,7 olarak gerçekleşen istihdam artışı, 2000’li yıllara gelindiğinde yüzde 0,6’lara dek gerilemiş durumdaydı.
ILO, yaratılmış görünen istihdamın yarısının da güvencesiz (vulnerable employment) istihdam olduğuna dikkat çekiyordu.
Aynı durum Çin için de geçerli. 1980–2000 döneminde yıllık ortalama yüzde 10’ları bulan büyüme oranları yakalayan Çin ekonomisi için ortalama istihdam artış hızları 1980-1990 dönemi için yüzde 4,1, 1990-2000 dönemi için ise sadece yüzde 1,1’de kaldı.
Hindistan’da büyümenin temel lokomotiflerinden “yazılım” sektörünün istihdamdaki payı ancak yüzde 0,15. Çin’de en yüksek işsizliğe üniversite mezunları kategorisi sahip ve “kayıt dışı” ekonominin payı hızla genişliyor. Ancak ortak tablo, dünya ekonomisinde yaratılan işbölümü ile doğrudan ilişkili ve çevre ülkeleri açısından büyüme-istihdam dinamiklerinin belli özelliklerinin paylaşıldığı anlaşılıyor.
ILO, küreselleşmenin ürettiği bir istihdam biçimine her yıl daha çok dikkat çekiyor. ILO’nun yıllık raporu “Global Employment Trends 2010” ‘un editörü Lawrence Jeffrey Johnson, ILO Online’daki söyleşisinde bu istihdam türünün, 1,5 milyar kişi ile dünya istihdamının yarı büyüklüğüne ulaştığını, 2009’da bu kategoridekilerin sayısının 100 milyona yakın arttığını belirtiyordu.
DİBE DOĞRU YARIŞTIRMA
Çevre ülkelerde 1980’ler sonrası dışa açılma süreçleri, ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesine dayanmakta idi. Bu dönüşüm, bu ülkelerdeki büyüme dinamiklerini gittikçe artan bir oranda dışa bağımlı hale getirdi ve gerek büyüme, gerekse çalışanlar açısından giderek daha yüksek bir belirsizlik ortamı yaratıldı.
İhracata dayalı büyüme stratejileri, gelişmekte olan ülkeleri belirli sektörlerde uzmanlaşmaya itti. Bu, genellikle gelişmiş ülkelerin alt ve orta sınıflarının kullandığı, adına “ücret malları” da denilen dayanıklı, dayanıksız tüketim malları üretimlerini (otomobil, beyaz eşya, gıda, tekstil vb), yanı sıra, çevre sorunları yaratan demir-çelik, gemi, kimya gibi sanayilerin çevre ülkelere aktarılmasını içeriyordu. Çokuluslu dev firmalar, yatırımlarını başta Çin olmak üzere Asya ülkelerine aktarırken, buralarda geliştirdikleri yerli sermaye ile bütünleşik yapılar kurdular ve merkez ülkelere dönük ihracatçı yatırımları geliştirdiler. Ancak bu ihracatın hem iç pazarlarda hem de dünyada kendine yer bulması, rekabet gücü sağlaması, ağırlıkla işgücü üretkenliğini artırmaya odaklandırıldı. Hedef şuydu; Daha fazla ihracat malını, daha ucuz emekle üretmek. Bu uğurda birbirleriyle “dibe doğru yarışa” giren ülkeler için yapılacak şey, nispi artık değeri artırmak, yani birim işgücünden olabildiğince çok artık değer sağmak…
Üretim düzenleri, üretimi daha az kişi ile, örneğin, 3 kişinin işini 2 kişiyle yaptırmak şeklinde kurgulanıyor, gerektiği yerlerde sermaye yoğun teknolojiler kullanılarak emeğin pazarlık gücü iyice azaltılıyor. Bu dibe doğru yarış, beraberinde işsizler ordusunun artmasını ve her tür işe, her ücrete boyun eğmesini getiriyor. Demokrasinin de içinin boşaltıldığı bu ülkelerde sendikal yapılar hızla zayıflatılmış durumda ve anti-sendikal düzen hâkim, Malezya, Endonezya gibi ülkelerde de İslamlaşma projesi neoliberalizmle el ele yürütülüyor.
Mal hareketlerinin yanı sıra sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, küresel firmalara, yatırımlarını istedikleri yere kaydırma imkanı da sundu. Özellikle düşük emek maliyeti, yer seçiminde önem kazandıkça, yatırım çekmek isteyen ülke, emek maliyetlerini ucuzlaştırıcı önlemlerden geri durmadı. Kayıt dışılığa, iş cinayetlerine göz yumma, işgücü üstünden daha az vergi alma, örgütlenmeyi, grevi zorlaştırma, bu alanda yabancı sermayeye sunulan cazibelerden bazıları.
Ucuzlatılmış emek ortamından istediği yatırımı ve üretimi, ihracatı gerçekleştiren firmaların, hep ellerinin altında devasa büyük, sürekli genişleyen ve uysallaşan bir işsiz ordusu birikiyor ve istihdam yaratmayan büyüme, bir anlamda yeni sermaye birikiminin güvencesi de oluyor.




EĞİTİMLİ İŞSİZLER

2009 yılı işsizlik verileri, 1 yılda resmi işsizliğin yüzde 11’den yüzde 14 basamağına tırmandığını, resmi işsiz sayısının 1 yılda 860 bin artarak 3,5 milyona yaklaştığını ortaya koydu. Bu işsizlerin yüzde 38’inin en az lise diplomalsı “okumuş işsiz” olması, çocuklarını binbir fedakarlıklarla okutan ailelerin tahammül gücünü zorluyor. İşsizlerin en çok lise diploması sahipleri arasında olduğu ve lise mezunları arasında işsizliğin yüzde 18’e çıktığı görülüyor. Yaklaşık 500 bini bulan liseli işsizlere, meslek okulu,yüksekokul ve fakülte mezunu 850 bin işsiz eklendiğinde, “lise ve lise üstü diplomalı işsiz” sayısının 1 milyon 350 bine çıktığı anlaşılıyor.
Lise üstü diploması olanlardan en yüksek işsizlik oranı sosyal hizmetler, sanat ve ulaştırma alanlarında. Her 100 bilgisayar fakültesi mezunundan 21’inin, her 100 eğitim fakültesi mezunundan 15’inin işsiz olması, bu gençlerin ailelerinin uzun süre kabullenecekleri bir durum değil.
Dahası, “umudunu yitirmiş işsizler” ile birlikte gerçek işsizlik oranı yüzde 20’lere, işsiz sayısı da 6 milyona yaklaştı. Hükümet de, istihdamın dümeninin tamamen terk edildiği özel sektör de, istihdamın artırılması konusunda hiçbir ümit vermiyor. Aileye giren gelirin geçime yetmemesi ile çalışmak isteyen kadın ve emekliler işgücü pazarına girmekte, alttan yeni okul mezunları gelmekte, ama bunları istihdam edecek iş alanları açılamamaktadır.


Küreselleşme ücretliler ve ücretler

Artan küreselleşme, tarımda da çözülmeler yaratarak daha çok mülksüzleşmiş nüfusu emek ordusu içine kattı. Bunun sonucu olarak, özellikle merkez ülkelere dayanıklı-dayanıksız tüketim mallarını emek-yoğun teknolojilerle üreten Asya ülkeleri başta olmak üzere çevre ülkeler, ellerinin altında çok düşük ücretlerle çalıştırabilecekleri, örgütsüz, uysallaştırılmış bir işgücünü hazır buldular ve çok düşük ücretlerle üretimlerini hızla artırdılar. Bu durum, Çin, Hindistan gibi ülkelerde hızlı büyüme ile birlikte çok hızlı bir gelir eşitsizliğini de üretti.
Artan küresel rekabet ve dünya ticaret hacmi, teknolojik gelişmeler maliyetler üzerine baskı yaparak işçi başına üretimi, ya da resmi deyişle, küresel işgücü verimliliğini artırdı. Özellikle 2001-2003 döneminde dünya “istihdamsız büyüme” süreci yaşadı. Son 10 yılda küresel eğilim “daha az işgücü ile daha çok üretim” yönündedir.
Ücretlerin sefalet düzeyi, Dünya Bankası verilerinde de görülebiliyor. Günde 2 doların altında bir gelirle yaşayanların çevre-bağımlı ülkelerdeki sayısının 15 yılda pek azalmadığı ve 2,5 milyar kişiyi aştığı görülebiliyor. Bu oran, 2005’e gelindiğinde bile toplam nüfusun yarısına yakındı.
Özetle, 1980’lerden 2008’e uzanan dönemde, küreselleşmeci, piyasacı sistem 2,5 milyar bağımlı ülke ücretlisini günde 2 doların altında bir yaşama talim ettirerek kar ve sermaye birikimi çarkını döndürmeye çalışırken, bu bile 2008 büyük krizine çakılıp kalmasına yetmedi.
İstikrarlı büyüme altında dahi yeterli ve nitelikli istihdam yaratamayan dünya ekonomilerinde, 2008 dünya ekonomik krizinin yıkıcı etkileri ile birlikte en büyük sorunlardan birinin yine “işsizlik” olacağı görülebiliyor. ILO’ya göre, işsiz sayısı 2000 yılında 170 milyon iken 2008 sonunda 190 milyona çıktı. 2010’da ise iyimser tahminlere göre 200 milyonu, kötümser tahminlere göre 220 milyonu aştı.
ABD’de 2008 sonuna doğru yüzde 6,5’u geçen işsizlik oranı, ekonominin daha da daralması ile 2009’da yüzde 10’u aştı. ABD’deki krizin AB’ye yansımaları, kendisini büyüme oranlarında düşüş ve işsizlikte artışla gösteriyor. AB’de ortalama yüzde 8’i bulan işsizlik oranının birkaç puan daha artabileceğinden endişe ediliyor.
Dünya çapında ekonomik durgunluk beklentileri doğrultusunda ILO, önümüzdeki dönemde Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Sahra-altı Afrikası hariç dünya ekonomilerinde ciddi büyüme kayıplarının olacağını öngörüyor.
Çin ve Hindistan başta olmak üzere Asya ülkelerinde de, merkez ülkelerindeki durgunluk sonucu ihracat talebinin azalması ile büyümenin tempo kaybetmesi, bunun istihdama da yansıması, yeni işsizliğin tensikatlarla artması bekleniyor. Türkiye’nin de özellikle AB ağırlıklı ihracatının azalması ve iç talebin biraz daha daralması ile 2009 daralması yüzde 4,7’yi buldu. Ağır bir dış borç stokunun üstünde oturan Türkiye’de yüksek faizle afyonlanmış ekonominin yüksek faizin bile sıcak parayı tutmaya yetmemesi sonucu, iç ve dış talep hızla düştü ve ilk elde sanayide kapasite kullanım oranları geriledi, hızla tensikatlara gidildi. İstihdam yaratmayan büyümenin bile artık teklemeye başladığı koşullarda, biriken işsizlere bir de işyerlerinden çıkarılan yeni işsizlerin eklenmesi ile işsizlik sorunu gündemin ilk maddesi oldu.
“Büyüdüğü” yıllarda bile yeterince istihdam sağlayamayan ve işsizlik artışını önleyemeyen Türkiye ekonomisinde önceki yıllarda şişen balonun patlamasıyla birlikte işsizlikte de tam bir patlama yaşandı. Yıllık ortalama işsizlik oranının 2009 yılı için Türkiye tarihinde bir rekor olan yüzde 14’e ulaştı.
Orta Vadeli Program, Hükümet tahmini 2009’da önemli ölçüde büyüyen işsizlik sorununun, ekonomide beklenen büyümeye rağmen bu yıl ve sonraki yıllarda da büyük önemini koruyacağı öngörülüyor. 2010 yılında yüzde 14,6 olması beklenen işsizlik oranının 2011’de yüzde 14,2’de 2012’de ise yüzde 13,3’te kalması bekleniyor.


HEDEF GÜVENCESİZLEŞTİRME


Türkiye’de, özellikle 2002 sonrası, AB pazarını hedefleyen ihracata dönük büyüme süreci, dış pazarda rekabet gücü edinebilmek için, en az istihdamı, en ucuza mal etmeyi öne çıkardı. Bugün de, yaşanan küresel krizden hiç ders alınmadan, kriz öncesi işbölümü ve paradigmanın bundan sonra da geçerli olacağı varsayımı ile, kurgular, en düşük istihdam maliyeti üstüne yapılıyor. 2010’da göreve gelen TÜSİAD’ın yeni başkanı Ümit Boyner’in ayağının tozu ile esnek istihdamı ağzına alması bundandır. Peşinde oldukları şey, kıdem tazminatı ödemeden işçi çıkarmak, kısa süreli iş sözleşmeleri yapabilmek, SGK prim yüklerini, ücretten alınan vergi yüklerini en aza indirmek, sendikalaşma, toplu pazarlık, grev hakkı kullanmanın yollarını tıkamak… İstedikleri, dünyada yaygınlaşan ve ILO’nun “güvencesizleştirme” olarak adlandırdığı, çevre ülkelerde salgın bu istihdam biçimini yaygınlaştırmak… İstedikleri, Türkiye’de 2 milyona ulaşan kayıt dışı ücretli istihdamının koyulaşması pahasına güvencesizliği kurallaştırmak…
Güvencesiz işçiler, günün modası, “esnek istihdam”ın mağduru, sosyal korumasız, örgütsüz işçiler. Kriz, görece korunmalı işçileri, “esnek istihdam” modelleriyle, buradan alıp “güvencesiz” kategorisine atıyor. Tıpkı bizde, kadrolu kamu işçilerinin 4/C statüsüne atılmak istenmeleri ya da taşeron sistemi ile sendikalı, toplu sözleşme hakkı kullanan işçilerin, güvencesiz duruma getirilmeleri gibi…

Yarın: Aile Bütçelerinde Açıklar, Borçlar, İntiharlar, Dağılmalar…
Hazırlayan : Mustafa Sönmez

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Erdoğan-Şimşek programıyla ücretleri açlık sınırının altına inen asgari ücretli işçiler ve emekliler, ramazan ayının ilk iftarını boş sofralarda karşılıyor: “Kırmızı eti zaten görmüyorduk, bu sene orucu açacak zeytin bile alamıyoruz…” Diyanet İşleri Başkanlığı da ‘Asgari ücretliler ve emeklilere fitre verilebilir’ fetvası yayımlamıştı.

İftar sofrasına 1 yılda gelen zam: Yüzde 45

Dört sene içinde güllaça gelen zam: Yüzde 1100

Pideye 2 yılda gelen zam: Yüzde 150

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
1 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et