25 Temmuz 2010 00:00
Be nankör kedi
Teomanın Gönülçelen şarkısının nakaratını hatırlarsınız, şöyle der orada; aynı anda utanmadan/hem kırıcı hem kırılgan/yordun beni gönül çelen.
Teomanın Gönülçelen şarkısının nakaratını hatırlarsınız, şöyle der orada; aynı anda utanmadan/hem kırıcı hem kırılgan/yordun beni gönül çelen.
Bu şarkıyı her dinlediğimde aklıma, birlikte olduğu iki kadının ayağına sıktıran, kimini tokatlayan, kiminin burnunu kıran, kabadayılık özentisi içindeki İbrahim Tatlıses gelir. O kadar zulme dayanamayıp giden kadının arkasından şöyle bir şarkı yapabilir sonra, mesela: sevmek dedin sevmedik mi/ aşka boyun eğmedik mi /bütün kötü huyları hatta güzel dostları/ senin için terk etmedik mi /ne söyledim sana, ne söyledim sana aldın başını gittin be insafsızın kızı, be nankör kedi... Yaptıklarının deftere yazılmayacağını, hep affedileceğini düşünen bir çocuk gibi, despotun, kendi kırıcılığının farkında olmadığını, ama incinebilirliğini dünya aleme ilan etme ihtiyacı içinde olduğunu gösterir o şarkı.
Hafife almamak lazım, İbrahim Tatlıses bir ruh halidir bu ülkede. İktidarı kayıtsız koşulsuz elinde tutanların hislerine de tercüman olur icabında.
Bir gün bir genelkurmay başkanı çıkar, memlekette siyaseten ne oluyorsa perde arkasında bulunduğu halde olan bitenlere Çok üzüldüm diye demeç verir. Ergenekon Davasında binlerce faili meçhul cinayetle alakalı olarak yargılanan Veli Küçük kendisi hakkında O adamı tanımıyorum dediği için Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayıya içlenir; Be nankör kedi kıvamında sitem mektubu yazar.
Hem kırıcı hem kırılgandırlar işte.
Döver kırılır, azarlar ağlar, öldürür hislenirler.
Her gün silahla yatıp kalktıkları için onların hislenebileceklerini, hassasiyetlerini ortaya dökeceklerini, o sert adamların böyle jöle kıvamına geçiş yapabileceklerini düşünmezsiniz bile. Kimilerine yakıştırmazsınız da. Ama bizim gibi ülkelerde işler biraz böyle yürür. Üstlerin astlarıyla, astların üstleriyle her ikisinin halkla duygusal teması mühimdir yani.
Zorda kalırsa duygular alemine sığınır muktedir, kırılganlaşır; ast üstünün kollayıcı duygusal yakınlığına muhtaçtır, beklediği abiliği görmezse kırılır. Bu duygusal dışavurumlara halk da dahil olmalıdır; o yüzden muktedir istediği olsun diye, istediği olmadı diye, ona hak versinler diye, sebepli sebepsiz çıkar halkın karşısında en kırılgan haliyle ağlaşır.
Tansu Çillerden sonra ikinci sırada gaf ve pot kırıcı olan, Ananı da al git gibi azarlar icat eden Başbakanın 12 Eylülde idam edilenlerin mektuplarını okurken ağlamaklı oluşu da nankör kedi nevinden haleti ruhiyeye tıpatıp uyar. Kendileri, Avukat Alirıza Dizdarın Odatv.comda anlattıklarına göre, 80li yıllarda partisinin il başkanıyken Söz konusu değildir, bu idam cezaları kalkmaz, biz kısmet olur da iktidar olursak Fatih Sultan Mehmet Kanunlarını getireceğiz. Ancak düzenin kurulması için idam cezalarının devam etmesini sağlayacağız. Daha da artırarak deyip, idam cezalarının kaldırılması için kendisinden destek isteyen gruptakileri azarlamış mıdır? Mümkün görünüyor.
Hadi bu eski bir tarihtir, insanlar değişir denebilir Değişmiş midir sahiden Erdoğan. Onun başbakanlığı boyunca cop, göz yaşartıcı bomba yemeyen emekçi kaldı mı? Yargısız infaz ve işkence bitti diyebilir miyiz? Diyemeyiz.
Anayasa değişikliğine evet oyu almak için 12 Eylülde sağdan-soldan ve bir de çocuk kategorisinden (Erdal Eren) idam edilenleri anmasının, onların yazdığı mektupları okuyup ağlamaklı olmasının inandırıcı yanı var mı. Yok.
Bazıları bu inandırıcı bulmama durumuna, Başbakanın masumiyetinin tartışılmasına çok kızıyorlar. Bir devlet adamı gibi, bir devlet gibi bir sorunu çözmeyip Başbakan o sorun karşısında kişisel coşkulanımıyla taraf gibi durmaya çalışıyorsa insanların da inanmak, inanmamak, masum bulmamak gibi hissi tepkiler vermeleri de çok doğal halbuki. Medeni bir ülkede 12 Eylüllerle ile hesaplaşmanın yolu başbakanın duygusal tepkilerinden geçmiyor ne yazık ki. Keşke o hesabın ödenmesi o kadar basit olsa. O gözyaşları mağdurların kaybolmuş haklarını geri verse, Britanya hükümetinin İrlandalılardan dilediği özrün yerine geçse. Yani devlet cuntanın bütün sonuçlarını ortadan kaldırıp halkından özür dilese. Bunlar için çaba harcamadan, 30 sene sonra yapılmış anayasa değişikliğine 12 Eylül ile hesaplaşma niyetine yetmez, eksik, güdük deyip ama, fakat, lakinlerle evet oyu verilmesini beklemese. İdam edilmişlerin, işkence görenlerin, kayıp ailelerinin hislerini bu amalar için istismar etmeye soyunmasa.
Ama olmaz tabii; serde İbrahim Tatlıseslik var; dün taşladığına bugün tapmayacaksa, azarladığını yüceltmeyecekse o niye bu memlekette başbakan olsun ki.
O Yetmez anayasa Ama evet oyu değil de, Kesmez, o yüzden hayır oyu alırsa bir gözyaşı ve sitem işi halleder nihayetinde! İktidarda olup da mağduriyeti oynamanın dayanılmaz çekiciliğinden kim kendini alabilir ki!
Fakat o kadar masumiyete karşın niye hayır denildiğini anlamaz bir de. Anlamaz ve Ne söyledim sana ey halk aldın başını gittin şarkısına geri döner; hem kırıcı hem kırılgan, hem buyurgan hem munis muktedir olarak.
Duygu durumu bir inip bir çıktığından evdeki hali de bellidir şimdiden:
Aman melekem kavur balıkları akşama getirecem kabadayıları.
Çivisi çıkmış siyaset işte; bir ağla, bir çalkala.
Yaa evet sevdanız millet
Nuray Sancar