25 Temmuz 2010 00:00

FOTOĞRAF VE SANATA DAİR…

Çoktandır Murat Yaykın’ın Birgün’deki yazısına ilişkin düşüncelerimi yazmak istiyordum. (Zanaat sanat olunca, belgesel fotoğraf/çı -13 mayıs 2010)Önce Murat’ın ne dediğine bakalım;

Paylaş

“…Estetiğimizi …mücadelemizin gereksinimlerine göre yönlendiririz.” (B.BRECHT)


Çoktandır Murat Yaykın’ın Birgün’deki yazısına ilişkin düşüncelerimi yazmak istiyordum. (Zanaat sanat olunca, belgesel fotoğraf/çı -13 mayıs 2010)
Önce Murat’ın ne dediğine bakalım;
“18. yüzyıla kadar sanat zanaatla eşdeğerdi. Aynı kökten gelen bu iki kelime Avrupa’da sanatın türediği kök Hint-Avrupa dil kümesinde düzenleme ve bitişme düşüncesini dile getiren ar kökünden türemiştir. (O. Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü) Avrupa dillerinde sanat anlamını dile getiren art sözcüğü, aynı zamanda “zanaat”ı da içerir. Sanat ve zanaat kavramalarının birbirinden ayrı kullanımı kapitalizmin palazlanmaya başladığı dönemdir. Yabancılaşma ile birlikte sanat ürünü üreticisine, üreticilerin de birbirlerine yabancılaştığı süreçtir bu. Zanaat bu dönemde maddi gereksinimi karşılamak amacıyla gerçekleştirilen küçük ölçekli üretimin adı, sanat ise 18. yüzyıldan başlayarak kendisine biçilen ilerici, değiştirici, dönüştürücü konumu zaman içinde kapitalizmin ekonomik ve siyasal küresel yayılmacılığının araçlarından biri olmuştur… Ancak burada belirtmemde yarar var; -birçok fotoğrafçıyı karşıma alacağımı bile bile söylüyorum ki- belgesel fotoğrafın sanat olarak değerlendirilmesi yanlıştır. (Haber ve bilgilendirme niteliği taşıyan yazının -estetik değerler içeriyor olsa bile- sanat eseri sayılamayacağı gibi.) Estetik olabilir, ancak her estetik durum sanat değildir, fotoğrafçısını da fotoğraf sanatçısı yapmaz….”
Nedenlerini ise şöyle açıklıyor.
“…Belgeselin sanat eseri olarak nitelendirilmesi kapitalizmin işine yarar. Nasıl mı? Bir sanat eseri gibi belgeseli de kapitalizm meta değerine indirger. Walter Benjamin’in sanat eserinin biriciklik değeri belgesel fotoğraf için de koleksiyonerler tarafından kaç adet üretileceği sorusuna dönüşür ve sözleşmelere tabi kılınır. Fotoğrafın içerik değeri değil de tek ya da az sayıda üretilmiş olması daha önem kazanır. Oysa fotoğrafın çok sayıda üretimi doğasında vardır. Yağlı boya resmin tıpkısının üretilemeyeceğini bilen koleksiyoner fotoğrafın sayısız kopyasının yapılabileceğini bilmemesi mümkün değildir. Ancak yine de müze ya da galerilerde değer biçilir.
Bir başka problemde günümüzde, 20. yüzyıla ait belgesel, sosyal belgesel fotoğrafları ya da toplumsal gerçekçi fotoğrafları yalnızca o döneme sıkıştırılmış belki de geçmişe özenilecek bir değer atfedilerek değerlendirilmeye başlanmıştır. Fotoğrafçılarını ise birer kahramanlaştırılmış/ikonlaştırılmış kişiler olarak görürler. Bugün göstergelerin kullanımından, biçimsel özelliklerinin belirlenmesine kadar pek çok nokta birbirinin benzeri tekrarlardan oluşmaktadır. Belgesel de bile artık ne anlattığınız değil, güzele öykünen görüntüler önemli olmuştur. 20. yüzyılın bir derdi olan fotoğrafçılarının yerine toplumsal sorunlara eğilmeyi bir çeşit bağnazlık sayan, sistem içine dahil olduğunun farkında ya da değil ama rahatsız olmayan fotoğrafçılar çoğalmıştır. Sınıfsal zeminini (küçük)-burjuvazide bulan bu ideolojik tutumla, toplumsal olandan uzak duran fotoğrafçılar, böylelikle neoliberalizmin kaygan zemininde küçük-burjuva sanatçısı olarak yerini almaktadır…”
Tamam bu tehlikeler doğrudur. Yalnızca belgesel fotoğraf için değil diğer tüm sanat dallarını da kapsıyor. O zaman bunun karşılığı olarak sanat kavramını terk etmek mi gerekiyor? Yani işin özünü kaçırmayalım zanaat kavramında üretime dönük yüzüyle kalalım demek ne kadar doğru olabilir.?
Murat’ın yazısında hem katıldığım hem de katılmadığım yanlar var. Sanat kavramının işlevi ve sanatın ne olması gerektiği konularında eksiklik olduğunu düşünüyorum. Sosyal değişimler beraberinde yenilikler de getirir. Ki bu yenilikler hakim olanın iktidar dili kurmasına ve ideolojik çıkarlarına göre kurgulanır. Bu anlamda yalnızca sanat değil daha birçok kavram hayata girmiştir. Mesele sosyal dönüşümler (iyi yada kötü) sonucu ortaya çıkan sonuçların anlam ve içeriğinin değiştirilip dönüştürülebilir olup olmama sorunudur. Burada yaklaşımımızın ideolojik yani sınıfsal temelli olması gerekiyor. O zaman konuya -burada fotoğraf hatta belgesel fotoğraf- Sanatın sınıfsal anlam ve içeriği ile sosyalist literatüre göre değerlendirilmesi gerekiyor. En kaba ayrımla, Burjuva sanat anlayışı ve sosyalist sanat anlayışını karşılaştırmamız gerekiyor. Murat, Burjuva sanat anlayışı ile içeriği doldurunca doğru demekten başka çare kalmıyor. Oysa ki Sosyalist sanat anlayışıyla nasıl olmalının da cevabı verilmeliydi, diye düşünüyorum. Sovyetler zamanındaki sanatsal yaratı ve sanatın işlevinin zanaatla olan organik bağlılığını görmezden gelemeyiz. Toplumsal ilerleme burjuva sanat anlayışını sosyalist sanat anlayışına dönüştürür. İktidar olan kavramların değişmesini de sağlar. Sosyalist bir iktidarda halkın çıkar ve gelişimine göre bu değişim kendini gösterir. (Doğrusuyla yanlışıyla küçük bir deneyim olarak SSCB ve diğer sosyalist ülkelerde olabilirliği kanıtlanmıştır.) Fotoğrafçı, azınlığın çoğunluk üzerindeki iktidarında, muhalif ve alternatif ise üzerine düşen kendi dilini dahası kendi ideolojik literatürüyle kavramları anlamlandırıp görünürlüğünü sağlamak zorundadır. Sanat kavramını burjuva literatürüne göre değerlendirmek ve fotoğrafı muhalif diliyle ve gerçekçiliği ile özellikle ‘Belgesel fotoğrafı’ işlevi bakımından tanımlamak ve ‘Sanat değildir!’ Demek bana doğru gelmiyor.
Sanat nedir- Ne olmalıdır? ile Fotoğraf nedir- Ne olmalıdır? Sorularının sorulup, birlikte değerlendirilmesi gerekir. Yöntem sorununun çözümü bu sorulara verilecek yanıtları da netleştirecektir. Murat’ın çözümleme yöntemiyle bir çok sanatçıyı nereye oturtabiliriz? Nesnel gerçekliğin yorumsuz aktarılabilmesi mümkün müdür? Bu ve buna benzer bir çok soru da gelir.
Ben belgesel fotoğraf da, sanat fotoğrafı olabilir diyorum.(Her belgesel fotoğraf sanat eseridir demiyorum!)
Son olarak Murat’ın da alıntı yaptığı Walter Benjamin’in “Tekniğin olanaklarıyla
yeniden üretilebildiği çağda sanat yapıtı” kitabının önsözünden bir alıntıyla bitireyim.
“…Üstyapının altyapıdakine oranla çok daha ağır tempoyla gerçekleşen köklü değişimi, üretim koşullarının geçirdiği değişikliklere kültürün bütün alanlarında geçerlilik kazandırmayı ancak yarım yüzyılı aşkın bir zaman içersinde başarabildi. Bunun ne yoldan olduğu ancak günümüzde açıklanabilmektedir. Bu verilerin, tanı niteliğindeki belli istemleri karşılaması gerekmektedir. Ancak bu istemlerle bağıntılı savlar, emekçi sınıfın siyasal iktidarı ele geçirdikten sonraki sanatıyla ya da sınıfsız toplumla ilgili savlardan çok, şu anda geçerli üretim koşulları altındaki sanatın gelişme eğilimleri ile ilgili savlar olmaktadır. Bu savların diyalektiği üstyapıda, ekonomide olduğundan daha az belirgin değildir. Bundan ötürü bu tür savların birer savaşım aracı olarak değerini küçümsemek yanlış olur. Söz konusu savlar -yaratıcılık ve deha, sonrasızlık değeri ve giz gibi- eskiden kalma birtakım kavramları saf dışı etmiştir; bu kavramların denetimsiz (Ve şu anda denetimi güç olan) uygulanması, olgular dağarcığının faşist doğrultuda işlenmesi sonucuna götürür. …sanat kuramına yeni getirilen kavramların daha alışılagelmiş olanlardan ayrılan yanı, faşizmin amaçları açısından bütünüyle kullanılamaz nitelik taşımalarıdır. Buna karşılık bu kavramlar, sanat politikası alanında devrimci istemlerin dile getirilebilmesine elverişlidir.”
Belgesel fotoğrafçılara kolay gele derken konuya düşünceleriyle ve fotoğraflarıyla dahil olmak isteyenlerin katılabileceklerini hatırlatırım. Son sözü Walter Benjamin’e bırakalım: “…Faşizm politikayı estetize ederken, Komünizm sanatı politikleştirir...”
Özcan Yaman
ÖNCEKİ HABER

Ayrılık türküleri meselesi

SONRAKİ HABER

Spor medyasında kadının adı yok!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa