27 Haziran 2010 00:00

KÜRT SORUNUNDA NASIL YAPMALI? -16-


Silahlar sussun, çözüm kapısı açılsın
Kürt sorununda şiddetin ve operasyonların yeniden tırmandığı, ardı ardına gelen ölüm haberlerinin yeniden gündemin en önemli maddesi olduğu günlerde gazetemizde başlayan ‘Kürt Sorununda Nasıl Yapmalı’ başlıklı dosyada 15 gün boyunca bu aşamaya gelinmesinin nedenlerini ve çözümün yollarını tartıştık. Siyasi parti genel başkanları, sendikacılar, aydın ve yazarlar, akademisyenler ve insan hakları savunucularının, konuya ilişkin görüşlerini, değerlendirme ve önerilerini sayfalarımıza taşıdığımız dosya boyunca akan kanın durması, silahların susması ve 30 yıldır sürdürülen politikalarla iyiden iyiye derinleştirilen bu sorunun çözümünün nasıl mümkün olacağına dair önerileri tartışmaya açtık. Dosyamızda, ‘açılım’ın iyi niyetli bir proje olmadığı, hükümet politikalarının çatışma sürecini derinleştirdiği ve bu sürecin devamı halinde ülkenin çok kanlı bir sürece girebileceği vurguları öne çıktı. Dosyamızda sadece sorunu tartışmadık elbette, aynı zamanda çözüme bir kapı aralamanın nasıl mümkün olacağına dair de konuştuk 15 gün boyunca. Çözüme ilişkin öne çıkan vurgular ise “Derhal askeri operasyonların durdurulması, tutuklanan BDP’li siyasetçi, belediye başkanı ve çocukların serbest bırakılması ile Kürtlerin en temel dil, kültür ve kimlik taleplerinin anayasal güvenceye kavuşturulması” şeklinde oldu.
Dosyamızı bitirirken, sorunun şiddet dışı yöntemlerle çözülmesine yönelik demokratik taleplerin güçlü bir biçimde dillendirilmesinin böylesine önem kazandığı bir süreçte, ‘Kürt sorununda nasıl yapmalı’ sorusuna cevap aradığımız dosyamızda yer alan görüşleri kısaca yeniden hatırlatacağız.
İNSAN HAKLARI İÇİN BARIŞ TALEBİ
İnsan hakları savunucuları dosyamızda önerileri ve değerlendirmeleriyle yer aldı. İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan sorunun demokratik çözümü için gerekli adımların atılmaması halinde 1990’lı yıllarda yaşanan acıların yeniden yaşanacağı uyarısında bulunmuştu. Türkdoğan, farklılıkların kabul edildiği, ayrımcılığın olmadığı, temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alındığı bir anayasa değişikliğinin çözümü sağlayacağını dile getirmişti.
Mazlum-Der Genel Başkanı Faruk Ünsal da hükümetin, ‘demokratik açılım’ dediği süreçte küçük adımlar dahi atmadığını belirtmiş, çocukların tutuklanmasına dikkat çekerek, “15 yaşında içeri atılmış çocuklarla ilgili yapması gerekenleri bile yapmadı. Süreç kontrolden çıkıyor. Hükümet en azından çocuklarla ilgili somut adım atmalı” demişti.
İnsan Hakları Derneği Eski Genel Başkanı Hüsnü Öndül ise içine girilen sürecin aşılması için demokratik kamuoyunun sesini yükseltmesi gerektiğini belirtmiş, “Hükümeti zorlamalıyız. Demokrasi ve barış programı talep etmeliyiz” demişti. “Kürt sorunu insan hakları ve demokrasi sorunudur” diyen Öndül, “En kötü barış en haklı savaştan iyidir” demişti.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Eski Genel Başkanı Yavuz Önen ise “Savaş koşullarında müzakere, diyalog, muhataplık vb. söylemlerin hiç bir geçerliği ve gerçekliği yok. Zaman yitirmeden gerçek, eşit ve adil bir barışın kurulması için tarafların çaba harcaması gerek” demişti.
SENDİKALAR SÜRECE DAHİL OLMALI
Kürt sorunu çözülmeden emek mücadelesinin güçlenemeyeceğine dikkat çeken KESK Genel Başkanı Sami Evren ise emek mücadelesinin Kürt sorunu ile bağını kurmak gerektiğini belirtmiş, çözüme kavuşturulmamış bir Kürt sorunu ortada dururken emekçilerin haklarının genişletmesi mücadelesinin, zayıf kalacağı görülmeli” demişti.
DİSK/Gıda İş Genel Sekreteri Seyit Aslan sendikacıların inisiyatif almalarının zorunlu hale geldiğini dile getirmiş, “Sendikaların sadece emeğin sorunları üzerinden bir araya gelmeleri yetmez. Sendikaların Kürt sorununda demokratik ve halkçı çözüm istemeleri ve savunmaları emekçiler için de temel bir sorundur” demişti.
Tez Koop İş İzmir Şube Başkanı Birol Aslanoğlu ise “Bu sorunun çözümü oralara fabrika açmaktır. Çaresiz ve aç insan kadar cesur insan yoktur” görüşünü savunmuştu.
SES Adana Şube Başkanı Mehmet Antmen İse sendikaların bıkmadan usanmadan barışı savunmaları gerektiğini dile getirerek, “Süreci salt askeri yöntemlerle yönetmek, çözümü gün geçtikçe imkansız hale getirmektedir” demişti.
AKADEMİSYENLER NE DEDİ?
Prof. Dr. Doğu Ergil ise sorunun hâlâ tanımlanmamış olmasının çözümü de güçleştirdiğini vurgulamıştı. PKK’nin silah bırakması gerektiğini savunan Ergil, Türklerin de sorunun neden yıllardır çözülmediğini sorgulamasının çözüm için önemli olduğunu ifade etmişti.
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yardımçı Doçent Vahap Coşkun ise barış grubu üyelerinin tutuklanmasıyla, “Devletin yeniden asayiş politikalarını merkeze alacağı” mesajı verildiğini ifade etmiş, “Çözüm, özgürlük, adalet ve eşitlik gibi değerler ışığında geliştirilecek, barış içinde bir arada yaşamayı mümkün kılacak bir sosyopolitik düzendir” demişti.
ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Mesut Yeğen ise hükümetin sorunun önemini ve zorluğunu anlayamamış durumda olduğunu vurgulamış, önümüzdeki sürece dair AKP’nin yanlış ve tehlikeli bir hesap yaptığını ifade ederek, “Bu işler böyle giderse hepimiz kaybedeceğiz” demişti.
‘Açılım’ sürecine destek veren isimlerden biri olan İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ferhat Kentel ise yaşanan son gelişmelerin ardından “açılım 2”ye ihtiyaç duyulduğunu söylemişti. “Ne yapıp edip çözümün dilini kurmak gerek” diyen Kentel, “Bu devletten hoşgörü, hak vermek tanımak falan çıkmayacak. Çünkü onun gözünde devlete isyan eden silahlı bir güç var. İstedikleri kadar mağdur olsunlar Kürt hareketinin özveri göstermesi lazım” demişti.
YAZARLAR SAVAŞ İSTEMİYOR
Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Sekreteri Tevfik Taş ise yazarların barış istediğini belirterek, “Halk arasında, emekçilerin dünyasında barış kültürü büyümüyorsa, her an savaş kışkırtıcılarının, savaştan çıkarı olanların istekleri vücut bulabiliyor” demişti.
PEN Yazarlar Derneği İzmir Temsilcisi Hayri K. Yetik ise hükümetin bu sorunu çözmeye yetenekli olmadığını belirterek, “Savaşın yarattığı akıl tutulmasına karşı aydınlara daha fazla iş düşüyor” demişti.
Yazar Nevzat Süer Sezgin ise ‘Barışın romantik bir özlem olmadığını’ belirterek, “Bu süreci aşmanın yolu gerçekten barıştan yana olan güçlerin seslerini yükseltmesinden geçiyor” demişti.
KONJOKTÜREL HUKUK!
Tutuklanan barış grubu üyelerinin avukatlarından biri de olan Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar ise yargının, son dönemde aldığı kararlarla Kürt sorununu derinleştirdiğini dile getirmiş, çözüme yönelik demokratik adımlar atılmadığı takdirde sadece dağlarla sınırlı kalmayan bir çatışma sürecine girileceği uyarısında bulunmuştu. Aktar, “Her çatışma, her ölüm haberi halklar arasındaki ayrılık duygusunu derinleştiriyor” demişti.
Adana Barış Meclisi Sekreterya Üyesi Avukat Tugay Bek ise barış grubu üyelerinin tutuklanmasını ‘konjonktürel adalet’ olarak değerlendirmiş, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Gerekirse sil baştan yaparız” sözlerini hatırlatarak “Tutuklama kararı ve son günlerde tırmanan çatışmalı süreç bu ‘sil baştan’ politikasının bir sonucu” demişti.
Türkiye Barış Meclisi Sekreterya Üyesi Hakan Tahmaz ise bu bahar yaşanan çatışmalı sürecin bundan öncekilerden farklı olduğunu belirterek, “Bütün bu hazırlıklar ve olanlar son on yılın en şiddetli savaşının eşiğinde olduğumuzun işaretleri” diyerek önümüzdeki sürecin tehlikelerine işaret etmişti. Tahmaz, ‘Hükümetin Kürt meselesini Kürtsüz halletmek’ niyetinde olduğunu belirterek, “Çözüm yöntemi diyalog ve müzakeredir” demişti.
ÖFKENİN ASIL YÖNELMESİ GEREKEN YER
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyesi Doktor Zeki Gül ise Açılım diye bir şeyin zaten hiç olmadığını belirtmiş, Çatışmaların yoğunlaştığı dönemlerde bir akıl tutulması yaşandığını ve kime yöneleceği, odağı belli olmayan bir nefret geliştiğini dile getiren Gül, “O nefret savaşı, çatışmayı tesis eden, buradan nemalananlara yönelmeli” demişti.
Egeçep Yürütme Kurulu Üyesi Ertuğrul Barka ise halkların hiç pazarlıksız eşit haklara sahip olması gerektiğini belirterek, “Bu çelişkiyi çözmediğiniz sürece, Türkiye’de hiç kimseye huzur yok” demişti.
MİLİTARİZM VE CİNSİYETÇİ ŞİDDET
Barış İçin Kadın Girişimi Aktivisti Yıldız İmrek Koluaçık ise militarizmin cinsiyetçi şiddeti de meşrulaştırdığını belirtmiş, “Çatışmaların sürmesi, daha fazla kadının, çocuk yaştaki genç kızların korucu, bürokrat, asker, eşraf tecavüzüne maruz kalması, fuhuşa zorlanması, cenazeler geldikçe kentlerde nefret söyleminin artması demektir” demişti.
BİR AÇIKLAMA
EMEP, ÖDP ve BDP’nin görüşlerine dosyamızda yer verdiğimizi gören ve ‘neden TKP’nin görüşlerine yer verilmedi’ sorusunu soracak okuyucularımız için bir açıklama yapmak gerekir. TKP Genel Başkanı Erkan Baş’la görüşme talebimizi telefonla ve daha sonra bizzat kendisine yüzyüze konuşarak ilettik. Fakat görüşme talebimize ve e-posta yoluyla ulaştırdığımız sorulara yanıt alamadık. Bu nedenle dosyada TKP’nin değerlendirmeleri yer almadı. (BİTTİ)

KIŞANAK: GÖZ GÖRE GÖRE
Sorunun en önemli taraflarından olan Barış ve Demokrasi Partisi’nin Eş Başkanı Gültan Kışanak ise AKP Hükümeti’nin, çözüm yaklaşımına sahip olmadığını belirterek, “Göz göre göre bu ülke uçurumun kıyısına getirildi” demişti. Öncelikle yapılması gerekenin, “Ellerin tetikten çekilmesi, silahların susması” olduğunu belirten Kışanak, demokratik kamuoyunun “çözüm” konusunda AKP üzerinde baskı oluşturması gerektiğini söylemişti. Kışanak, ‘açılım’ süreci boyunca partilerinin kapatıldığını, binlerce üye ve yöneticilerinin tutuklandığını hatırlatarak, gelişmelerin AKP’nin çözüm değil tasfiye niyetinde olduğunu gösterdiğini söyledi. “Türkiye halkları, Kürdüyle, Türküyle, demokratıyla, liberaliyle, sosyalistiyle bir vicdan muhasebesi yapıp, ‘30. isyanı biz çıkartmalıyız’ yaklaşımı içerisinde olmadıkça, çözüm mümkün olmayacak. 30. isyan barış isyanı olmalı” diyen Kışanak, “Gelinen aşama çok kritik. Bu çatışmanın önüne geçilemezse, bir etnik çatışmaya sürüklenmesi riski var” uyarısı yapmıştı.

TÜZEL: KÜRTLERİN HAKLARI ANAYASAL GÜVENCEYE ALINMALI
Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Levent Tüzel, artan çatışma ve ölümlerin ateşkes dönemindeki çatışmasızlık ortamının ne denli kıymetli olduğunu gösterdiğini belirtmiş, bu ülkede yaşayan Kürtlerin, en az Türkler kadar bu toprakların sahibi ve konuğu olduğunu, Kürt sorununun çözümü için öncelikle Kürtlerin tek tek bireyler değil, ulusal bir kimlik taşıyan bir toplumsal varlık olduğunun kabul edilmesi ve bunun anayasal güvenceye kavuşmasının zorunlu olduğunu ifade etmişti. Tüzel, demokratik ve barışçıl çözüm için, ölümlerin yaşanmadığı bir ülke için bütün emek, demokrasi ve barış güçlerinin birleşik mücadelesinin önemine vurgu yapmış ve AKP’nin iki yüzlü tutumuna işaret ederek, “‘Analar ağlamasın’ diyeninde operasyonları sürdürenin de aynı hükümet. Onların ölümlerdeki sorumluluğu halkın vicdanlarında silinmeyecektir” demişti.

ÇUBUKÇU:SONUÇ KOPUŞ OLUR
Yazar Aydın Çubukçu ise barış gruplarının Habur’dan girişinden iki gün sonra hükümetin açılımı kapattığını ve tutuklamalarla da açılıma noktayı koyduğunu dile getirmişti. AKP’nin Kürt sorununa ilişkin yöneliminin ABD’nin Bölgesel politikalarıyla bağlantısına dikkat çeken Çubukçu, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana dile getirilen ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ sloganının ‘Bölgede savaş içeride savaş’ şekline evrildiğini söyledi. Hükümetin Kürt sorununa ilişkin tutumunun ülkeyi oldukça kanlı bir yola sürüklediğine işaret eden Çubukçu, Türkiye’nin bu sorunu önümüzdeki 3 yıl içinde çözememesi halinde bunun bedelinin çok ağır olacağını ifade etmişti. “Kürtlerin taleplerini, Türklerin talepleri olarak geliştirecek bir yol bulunmazsa, sonuç kopuş olacaktır” diyen Çubukçu, Kürtlerin her kazancının aslında Türk işçi ve emekçilerinin kazancı olduğunu da sözlerine eklemişti.

ÖZTAŞKIN:BARIŞ OLMAZSA İŞÇİ HAKLARI DA OLMAZ
Barışın olmadığı yerde, işçi hak ve özgürlüklerinden de söz edilemeyeceğini belirten Petrol İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın sorun karşısında sorumlu davranan bir diğer sendikacı olarak görüşleriyle dosyamızda yer almıştı. Hakkari’de yaşanan çatışma ve ölümlerin ardından görüştüğümüz Öztaşkın, Kürt sorununun Türkiye’nin en temel sorunlarından biri olduğunu belirterek, “Bu sorun toplumsal barışı sürekli tehdit etmekte; işçi sınıfı ve sendikal mücadelenin önünde de ciddi bir engel oluşturmaktadır. Çünkü bu sorun çözülemediği sürece, Türkiye’de gerçek anlamda bir demokrasiden, işçi hak ve özgürlüklerinden ve yeni kazanımlardan bahsetmek kolay değil” demişti. Hükümetin açılım politikasını eleştiren Öztaşkın, çatışma sürecine ilişkin de “Bildik yöntemlerle sorunun çözülemeyeceği artık açıktır. Olayı sadece bir güvenlik sorunu olarak görerek, bu sorunu çözmek mümkün değil. Bu sorun bir kültür ve kimlik sorunu ve ancak barışa endeksli politikalarla çözülebilir” demişti.

BEKAROĞLU: GÜNAHTIR, ZULÜMDÜR
Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, çözüme dair adım atma koşulunun ‘Önce terörü bitirelim’ söylemiyle koşut ele alınmasına tepki göstermiş, dünyanın hiçbir yerinde böylesi sorunların örgütü ya da onun temsilci gördüklerini muhatap almadan çözülemediğine de vurgu yapmıştı. “Ben bir Müslüman olarak bir dilin yasaklanmasını haram olarak, büyük bir günah ve zulüm olarak görüyorum” diyen Bekaroğlu, sürecin bu güne gelmesinde hem devletin hem de Kürt siyasetçilerin rolü olduğunu söylemişti. Bekaroğlu “Hükümet siyasal çözüm ve haklar konusunda hiçbir muhatap sorunu etmeden adım atılmalı. Paralelinde de örgütle ilgili olarak, örgütü muhatap alacaksınız, başka çare yok” demişti.

TAŞ: SİLAHIN GÖLGESİNDE ÇÖZÜM OLMAZ
Özgürlük ve Dayanışma Partisi Genel Başkanı Alper Taş ise Hükümetin ‘Açılım’ iddiasıyla başlattığı sürecin boş söylemlerle örülü bir tasfiye operasyonu olduğunu dile getirerek, operasyon ve ölümlerin iç çatışmayı tetikleyebilecek, vahim bir sürece evrilebileceğini söylemişti. Açılım sürecini değerlendiren Taş, “DTP kapatıldı. Seçilmiş belediye başkanları, 1500 Kürt siyasetçi tutuklandı. ‘Silah bırakanlar gelebilir’ çağrısına yanıt verip dağdan inenler tutuklandı. Yasal, siyasal alanı daraltıp, Kürt hareketine tek seçenek olarak askeri alanı bıraktılar” demişti. Taş, “Çözüm için en öncelikli olan, çatışmanın sona ermesidir. Çünkü ölümlerin gölgesinde çözümü konuşmak mümkün olmuyor. Bunun ardından dil, kültür ve kimlik taleplerini karşılayabilecek düzenlemeler yapmak şart” demişti.

FİNCANCI: KÜRTSÜZ ÇÖZÜM OLUR MU?
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, ‘Demokratik Açılım’ sürecinin başındaki havanın kısa bir süre sonra yerini ‘Kürt sorununu, Kürt’süz çözme’ anlayışına bıraktığına vurgu yapmış, çatışma süreci bitse bile bu süreçte ortaya çıkan travmaların onarılmasının zaman alacağına dikkat çekmişti. ‘Açılım’ sürecine ilişkin, “Bu kadar beklenti yaratıldıktan sonra çözüme yönelik ciddi adımlar atılmaması halinde yaşanacak hayal kırıklığının çok daha olumsuz sonuçları olabileceğini söylemiştik” diyen Fincancı, Kürtlerin kendi geleceklerine ilişkin kendilerinin karar vermesi gerektiğini söyleyerek, “Kürt hareketinin öncüsü kimdir, kim Kürt hareketi adına konuşmaya yetkilidiri tanımlayarak bu işe başlamak gerek. İkincisi ise hemen silahsızlanma ve genel af gerek” demişti.

BULUT: ÇOK NDİŞELİYİM
Araştırmacı-Yazar Faik Bulut bu güne kadar hiç olmadığı kadar bir iç savaş endişesi taşıdığını belirterek, AKP’nin açılım politikasının en başından beri iyi niyetli olmadığını söylemişti. AKP’nin Kürt meselesini AKP’lileştirerek halletmeyi, ön gördüğünü belirten Bulut, yaşananların 1992’deki Tansu Çiller-Doğan Güreş, yani topyekün savaş konseptine dönüş olarak algılanabileceğini dile getirmiş, ‘açılım’ söyleminin devam etmesini bir oyalama olarak niteleyerek, ‘açılım’ tartışmalarının başladığı süreçte Kürt hareketinin de ortaya bir program koyamadığını belirtmişti. “Ama bunlar AKP’nin , hem kötü niyetli, hem programsız, hem de haksız taraf olduğunu söylememizi engellemez” diyen Bulut, PKK’nin metropollerde eylemler yapmasının çok tehlikeli olacağını söyleyerek, “Bu olursa etnik boğazlaşma açısından çok tehlikeli bir sürece yönelebilir” demişti. Bulut, 1921 Anayasası’nın güncelleştirilerek uygulanmasının sorunu çözebileceğini söylemişti.

Evrensel'i Takip Et