26 Haziran 2010 00:00

KÜRT SORUNUNDA NASIL YAPMALI? 15


Adana Barış Meclisi Sekreterya Üyesi ve Avukat Tugay Bek’le Kürt sorununda yaşanan son gelişmeleri değerlendirdik. 17 Haziran’da Diyarbakır’da görülen mahkemenin ardından barış grubu üyelerinin tutuklanmasını ‘konjonktürel adalet’ olarak değerlendiren Bek, sekiz ay önce Habur sınırında ülkeye giriş yapan barış grubu üyelerinin coşkuyla karşılanmasından rahatsız olan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Gerekirse sil baştan yaparız” dediğini hatırlattı. Tutuklama kararının ve son günlerde tırmanan çatışmalı sürecin bu ‘sil baştan’ politikasının bir sonucu olduğunu belirten Bek, “Tüm ülke zorlu bir süreçten geçmektedir. Tüm barış gönüllüleri ve demokrasi güçleri olarak inisiyatifi ele alan bir çalışma yürütmez isek cenazelerin ulaştığı her kentte yeni kışkırtma ve linç girişimleri ile karşılaşılabiliriz” uyarısında da bulundu. Bek, hamaset ve kışkırtma yerine çözümün ve kardeşliğin öne çıkmamasının bedelinin ağır olacağını dile getirdi.

Habur’dan giriş yapan barış gruplarının yargılandığı davaya avukat olarak ve Adana Barış Meclisi adına katıldınız. Barış grubunda bulunanların 17 Haziran’da yapılan yargılamada tutuklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
8 ay kadar önce Kandil ve Mahmur kampından gelerek Habur sınır kapısından giriş yapanlar bu toplumda çatışmalı sürecin artık sona ereceği yönünde bir umut yaymıştı. Özlenen barışın her zamankinden yakın olduğunu düşünen yüz binler gelenleri görülmemiş bir coşkuyla karşılamıştı. Habur’dan giriş yapan barış elçileri teammüllere aykırı olarak sınır kapısında yapılan ifade işlemlerinin ardından serbest bırakılmışlardı. Yine bu süreçte devletin en tepesinden “Gelişler devam edecek” şeklindeki açıklamalar iyimserliği artırmıştı. Bundan sonraki süreçte DTP’nin kapatılması, milletvekilleri hakkında siyaset yasağı getirilmesi, belediye başkanları ve DTP yöneticilerinin tutuklanması, Ahmet Türk’e yönelik yumruklu saldırı, TMK mağduru çocukların sorunlarının artarak devam etmesi AKP hükümetinin sorunun çözümü konusunda samimi ve cesaretli olmadığının göstermiştir. Gelinen noktada barış gurubu üyelerin hakkında dava açılması ve 17 Haziran’daki duruşmaya katılan 10 kişi hakkında tutuklama, gelemeyen üç kişi hakkında da yakalama kararı verilmesi “açılım sürecinin” son bulduğunun resmi ilanı olarak algılanmalıdır. Anlaşılan barış grubunun coşkulu karşılanması karşısında parti grup toplantısında “Gerekirse sil baştan yaparız” diyen Başbakan Erdoğan gerekeni yapmıştır. Tutuklama kararı siyasi olduğu gibi aynı zamanda AKP’nin de baskı, inkar ve şiddet dışında başkaca bir politikasının olmadığının kabulüdür.

Çatışmaların ve ölümlerin artmasını, bunun yaratacağı toplumsal sonuçları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum çalışmalarınızı ne yönde etkiliyor?

Çukurova Bölgesi Türk, Kürt ve Arap halkının uzun yıllardır birlikte yaşadığı bir bölgedir. Şimdiye kadar tüm kışkırtma ve provokasyonlara rağmen halklar arasında ciddi bir gerginlik yaşanmış değildir. Ancak gelinen aşamada ne yazık ki sıradan gerginliklerin, etnik çatışmalara dönüşme potansiyeli oluşmuştur. Çatışma ve şovenist kışkırtmaların bir neticesi olarak toplumda büyük bir gerginliğin birikmekte olduğunu görüyoruz. Yerel barış meclislerinin Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü konusunda daha yaygın ve güçlü bir çalışma yürütmesi gerekmektedir. Tüm ülke zorlu bir süreçten geçmektedir. Tüm barış gönüllüleri ve demokrasi güçleri olarak inisiyatifi ele alan bir çalışma yürütmez isek cenazelerin ulaştığı her kentte yeni kışkırtma ve linç girişimleri ile karşılaşılabileceği endişesi içerisindeyiz. Hamaset ve kışkırtma yerine çözümün ve kardeşliğin öne çıkmamasının toplumsal bedelinin ağır olacağı kanaatindeyiz.



YARIN: Biterken...

KONJONKTÜREL ADALET!
Barış grubu davasını yargı bağımsızlığı ve hukuk düzeni açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Diyarbakır Ağır Ceza Savcılığı ve Mahkemeleri sekiz ay kadar önce o dönem AKP hükümetinin açılım politikası bunu gerektirdiği ve siyasal iktidarın kendilerinden beklentisinin bu olması nedeniyle gelenlerin bir gün dahi gözaltında kalmasına sebebiyet vermemek için mahkemeyi Habur sınır kapısına taşımıştı. Gelinen süreçte hükümetin artık Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümü konusunda “sil baştan” demiş olmasının 17 Haziran’da Diyarbakır’da yaşanan yargılamada yansımasını gördük. Sekiz ay önce ifadesi alınıp serbest bırakılan kişilerin bu gün “kaçma şüphesi” gerekçe gösterilerek tutuklanmasının hukuki bir izahı olamaz. Bunu “konjonktürel adalet” olarak tanımlamak doğru olacaktır. Yargının, siyasal iktidarın ve devletin değişen politikalarına göre karar verdiği bir ülkede hiç kimsenin kendisini güvende hissedemeyeceği bilinciyle tüm hukukçuların ve demokrasi güçlerinin tepki göstermesi ve “barış davasını” takip etmesi gerekmektedir. Bugün Kürt sorunu konusunda hükümet politikaları ile kendisini bağlı hisseden yargı karşısında ekonomik, sosyal ve demokratik hiç bir hak güvence altında değildir.

YAZAR NEVZAT SÜER SEZGİN:Barışın romantik bir özlem olmadığını anlatmalıyız

Bu çatışma süreci Türkiye’yi nereye götürüyor?
Ülkemizi yönetenlerin kuşaklar boyu sürdürdüğü cinsel, sınıfsal, etnik ve dini ayrıştırmaya eklemlenerek 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbeleriyle oluşturulan şiddet kültürü, her an çatışmaya hazır bireylerden oluşan bir toplum yarattı. PKK gibi bir örgütün ortaya çıkış ve genç insanlardan destek bulma nedenleri hiç sorgulanmadı. Sadece silahlarla yok edilmeye çalışıldı. 25 yıldır Kürtlerin potansiyel suçlu gibi algılatılması, kaybedilen canların, yaşanan şiddetin doğallaştırılması, çatışan bir toplumun sistemli olarak yaratılmasını yaşadık.
Şiddet sokakta yaygınlaşıyor.Yılların biriktirdiği acılardan doğan hıncın, üstüne üstüne gidiliyor. DTP kapatılıyor, yerel yöneticiler ve parti çalışanları hapse atılıyor, TBMM’de temsil edilen BDP’nin kapatılması için yeni soruşturmalar başlatılıyor. Türklerin Kürtlere, Kürtlerin Türklere karşı duyguları, kızgınlığa ve hınca dönüşüyor. En fazla ihtiyacımız olan karşılıklı güven yok oluyor. Bu çok tehlikeli duygular, barışı uzaklaştırıyor. Her iki kesimde de çatışma tek çare olarak algılanıyor. Barıştan umudu kesenler arttıkça askeri ve siyasal operasyonları destekleyenlerin de, PKK’yı haklı bulanların da sayıları artıyor. Türkiye yalnız Güneydoğu’da değil Kürtlerin çok olduğu diğer illerde de gittikçe yaygınlaşacak bir çatışma ortamına, söylemeye dilim varmıyor ama bir iç savaşa doğru sürükleniyor. Çünkü şiddet şiddeti doğuruyor.

Bu süreç nasıl aşılabilir sizce?
Ben hiçbir zaman sorunları yaratanların ve o sorunlardan beslenenlerin, sorunları isteyerek çözeceklerine inanmam. Bu süreci aşmanın yolu gerçekten barıştan yana olan güçlerin seslerini yükseltmesinden geçiyor. Her çeşit protestoyu, çok gelişmiş teknolojisiyle engellemeyi iyi beceren ve hemen şiddete başvuran iktidara rağmen Kürt ve Türk halkları savaşın kötülükleri, böyle devam ederse ülkemizde neler olabileceği hakkında somut bilgilerle donatılabilmeli. İnsanlara gündelik yaşamlarına bu çatışmanın verdiği zararı iyi anlatabilmeliyiz. Çözüm için barışa inanan insanların bir araya gelmesi gerekiyor. Çözümün kapısını aralayabilmek için silahlı çatışmalarda ölen Türk ve Kürt çocukların hepsinin bu ülkenin çocukları olduğunun hiç unutulmaması, acının hınca dönüşmek yerine paylaşılması gerekiyor. Barıştan yana siyasal partilerin, tüm sendikaların, kadın örgütlerinin, Türkiye Barış Meclisi gibi platformların, üniversitelerin, baroların, sanatçıların kısaca militarizme ve ayrımcılığa karşı çıkan tüm sivil toplum örgütlerinin acilen birleşmesi lazım. Çatışmanın yaygınlaşmaması için, ülkenin her yerinde harekete geçerek, savaşı tek çare olarak algılayan zihinlere, barışın romantik bir özlem olmadığını anlatmanın yollarını bulmalıyız. Kazandığımız her kuruşun yarısını barış için harcamaya, iktidarı operasyonların durmasına, PKK’yı da ateşkes yapmaya acilen çağırmalıyız. Savaş çığırtkanlığı yapan, demokratik yollardan seçilmiş Kürtleri PKK’nın ortağı gibi gösteren, her Kürt’ün potansiyel PKK’lı gibi algılanmasını sağlayan medyayı teşhir etmeli ve karşı çıkmalıyız. Barış medyasını acilen oluşturmalıyız. ‘Şehitler ölmez,vatan bölünmez’ diye şehit cenazelerinde bağırmanın yetmediğini CHP yönetimine ve tabanına anlatabilmemiz, onları barış talebinin içine katabilmemiz gerekiyor. 25 yıldır süren bu çatışmaların her operasyonla, her yurttaşın kesesinden ne götürdüğünü gerekirse kapı kapı dolaşarak anlatmalıyız. Çok geç olmadan suçunu bile henüz öğrenememiş, hapisteki seçilmiş insanların, evladını kaybeden acılı ana babaların, TMK mağduru çocukların, düşünce suçlularının yanında durmalı, onlara yalnız olmadıklarını hissettirmeli, dirençlerini artırmalıyız. İktidarı sorunun çözülmesine, açılımın bir televizyon kanalı kurmaktan ibaret kalmamasına barışçıl yollardan mecbur etmemiz lazım.
Cumali Akkaş

Evrensel'i Takip Et