23 Haziran 2010 00:00

KÜRT SORUNUNDA NASIL YAPMALI? 12


Kürt sorununda gelinen çatışmalı aşamayı değerlendiren ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Mesut Yeğen, hükümetin sorunun önemini ve zorluğunu anlayamamış durumda olduğunu vurguladı. PKK’nin ‘Silahları bırakmaya hazırız’ mesajı verdiği anda hükümetin buna hazırlığı olmadığının görüldüğüne dikkat çeken Yeğen, AKP’nin yanlış ve tehlikeli bir hesap yaptığını ifade etti. Şiddet ortamında herkesin kaybedeceğini belirten Yeğen, ‘Herkesin kazanacağı bir Türkiye’nin mümkün olduğunu söyledi.

Kürt sorununda ‘açılım’dan, ‘iyi şeyler’ olacağından söz ediliyordu. Ancak yeniden çatışmalı bir süreç başladı. Siyasetçilerin açıklamaları 1990’lı yılları hatırlatıyor. Ne oldu da yeniden bu noktaya gelindi?
Bütün bu süreç sona erdi ve ‘90’lar siyasetine geri döndük kanaatinde değilim. Genelkurmay başkanı daha önceki gün ‘OHAL’e gerek yok’ dedi. ‘90’lar siyasetine geri dönülmesi olasılığı yoktur’ diyemeyiz; ama kısa vadede bunun gerçekleşeceğini zannetmiyorum. Açılım siyaseti bence hâlâ gündemde. Ama büyük bir tıkanma var. Bu tıkanma momentinde taraflar kartlarını ortaya koyarak bu tıkanıklığı açma konusunda inisiyatif alıyorlar. Bugünlerde inisiyatif alan PKK. Şunu hatırlayalım: Açılım siyaseti dediğimiz şeyin esas amacı, Kürt meselesini halletmek değil PKK’nin tasfiyesiydi. KCK operasyonlarına kadar bu işin PKK’nin de dahili ve onayıyla gerçekleşebileceği şeklinde bir görüntü oluşmuştu. Aslında yapılan açıklamalardan anladığımız, perde arkasında bu işi mümkün kılacak yolu aramak üzere görüşmeler yapıldığıydı. PKK’nin bir şekilde silahsızlandırılıp yasal siyaset zeminine çekilmesi hedefleniyordu. Benim anladığım PKK da bu işe hazır görünüyordu. Fakat bu işin nasıl gerçekleşeceği konusunda bir tıkanma oldu. Bu tıkanmayı hazırlayan bir iki gelişme oldu. Birincisi, hükümet Kürt meselesinin ve PKK’nin hacmini iyi okuyamamaktan dolayı açılım meselesine gerekli önemi göstermedi ve hazırlığını yapmadı. İkincisi, Habur’daki girişler esnasında oluşan havayı muhalefetin ve bir kısım medyanın “bunun üzerinden AK Parti’yi nasıl götürürüz?” hesabıyla kullanmasının neticesinde oluşan milliyetçi havanın sebep olabileceği muhtemel seçmen kaybını, AK Parti göğüsleyebilecek cesareti gösteremedi. Üçüncüsü, PKK’nin tedricen silahsızlandırılması işinin nasıl gerçekleşeceği konusunda uzun vadeli bir politika oluşturulmadığı ortaya çıktı ve bunun nasıl yapılacağı konusunda bir uzlaşmazlık belirdi. Hatırlarsak, Habur’dan yapılan girişleri Avrupa’dan yapılacak girişler takip edecekti. Bütün bunlar neyi gösteriyordu? Şunu: PKK ‘ben silahsızlanmaya hazırım’ diyordu. Hükümet ise bir af çıkarmadan, 200-300 üst düzey militan hariç, PKK mensuplarının hepsinin ülkeye gelip yargılanmadan hayatlarını devam ettirmelerine izin vereceğinin işaretini vermişti. Genelkurmay da buna ses çıkarmamıştı. Bu türden bir resim oluşmuştu. Ama hükümetin basiretsizliği, Habur’daki girişler ve büyük bir ihtimalle Öcalan’ın cezaevinde hazırladığı yol haritası işleri tıkadı. O yol haritasında neler var bilmiyoruz. O yol haritası nasıl bize ulaşmıyor, onu da anlamış değilim. Ama orada belli ki PKK’nin nasıl bir yöntemle silahsızlandırılacağı konusunda İmralı’yla bürokrasi arasında bir uzlaşmazlık peydah oldu. Uzlaşmazlık, hükümetin bu işin önemini, zorluğunu anlayamamış durumda olduğunu gösteriyor. 30 yıldır zaman zaman büyük darbeler almasına rağmen mücadele eden bir örgütten söz ediyoruz. Her koşulda 5-6 bin silahlı militanı bulunan, 2-3 milyonluk seçmen desteğine sahip bir partiyi kontrol eden; diplomasisi, basın-yayın organları olan bir örgütü sönümlendirmekten ya da yasal bir zemine sokmaktan söz ediyoruz. Bunun devasa bir iş olduğunu Türkiye bürokrasisi hesaplayamadı. Bu da tıkanmanın esas sebeplerinden biri oldu.

Geldiğimiz nokta nedir?
Bence PKK, süreç dedikleri hesaba katılmadan devam ederse oyundan çekileceğini beyan etmiş durumda. Zaten KCK operasyonları hükümetin PKK’nin önerdiklerini pek ciddiye almayacağını gösterdi. Bu PKK açısından şöyle yorumlanıyor: “Hükümet açılım siyasetini bizim de kısmen dahilimizle başlattı. Ama sonra bizi devreden çıkarıyor.” PKK, hükümetin esas olarak AB, ABD, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve AK Parti’nin Kürtler nezdindeki seçmen desteğiyle bu işi halledeceği sonucuna vardı. Bu da ‘PKK’yi tanımadan PKK’yi tasfiye etme operasyonu’ anlamına geliyor. Bu, PKK açısından 30 yıldır savunduğu şeylerin ve örgütün heba olması anlamına geliyor. PKK bunu kabul etmeyeceğini bize anlatıyor. Öte yandan, bugün yaşananlar sürpriz de değil. Aylardır PKK, BDP bütün bu saldırıların yaşanabileceğini söylüyordu. Tahminim bu durum birkaç ay böyle devam edecek. Ama durum böyle gittiğinde PKK’nin dediklerinin kabul edileceğini sanmıyorum. Büyük bir ihtimalle yeni bir oyun planı örgütlenecek. Ama bu yeni oyun planı örgütlenirken işlerin kontrolden çıkma ihtamali yüksek. Endişem esas olarak budur. Umarım yaşanmaz.

PKK’nin olduğu kadar devletin de 30 yıllık bir birikimi var. PKK’nin böyle bir karşılık vereceği hükümetin bilgisi dahilinde değil miydi?
Tabii ki bilgisi dahilinde. Genelkurmay zaten saldırı beklediklerini söylemişti. Ama hükümetin önünde birbirleri açısından maliyetleri olan alternatifler var. Birincisi, açılım siyasetinde PKK’nin de gücünü hesaplayan bir çıkış yapmak ve Kürt meselesinde radikal adımlar atmak. AK Parti bunu yaparken PKK’nin taleplerinin karşılanmasının kendi seçmeni açısından ne sonuçlar doğuracağını öngöremiyor. Habur’dan sonra ilk kamuoyu yoklamaları, AK Parti tabanının çok memnun olmadığını gösterdi. Bu seçeneğin böyle bir maliyeti var.
PKK ile çatışmanın maliyeti ise Kürtler nezdinde kazanılmış sempatiyi yitirmek. Bu noktada AK Parti kurmayları yanlış bir hesap yapıyor olabilirler. Bence Ak Parti, “Bu kez Kürtler çatışma istemeyecek. Kürt seçmen Anayasa değişikliği üzerinden yaptığımız reformlara BDP’nin ket vurmasını değerlendirecek ve BDP etrafındaki Kürt desteği azalıp bizim yanımıza gelecek” diye yanlış bir hesap yapıyor.

Dolayısıyla bu da açılım projesinin bir parçası olabilir...
Olabilir. Ama bu yanlış bir hesap. Sonuç öyle olmayacak. Bu tercihten AK Parti büyük zarar görecek kanısındayım. ‘AK Parti açılım siyasetinde dirayetli davransaydı milliyetçi canlanmanın alacağı oya bir etkisi olmazdı’ demiyorum. Olabilirdi, ama Kürt meselesi, PKK meselesi hakikaten risk almadan çözülebilecek bir iş değil. Uzun vadede getirileri olabilir, ama kısa vadede AKP’nin oylarını düşürebilir. Ama bu riski de AK Parti’nin alması gerekirdi. Vesayet meselesiyle ilgili aldığı riskleri AK Parti, Kürt meselesiyle uğraşırken almadı.

Çatışmaların durması için bugün kime ne görevler düşüyor?
Onlarca senedir bunu konuşuyoruz. Birçok araç da kullanıldı. Hepimiz yorulduk bu işlerden. Yaratıcı bir fikir kaldı mı kimsede bilmiyorum. Ama başta merkez medyada bir pozisyon değişikliğine ihtiyaç var. Bu çatışma sürecinin “AK Parti’yi yıpratma” ihtimali bir kısım insan tarafından kullanılıyor. Böyle etkili bir medya varken elimizdeki araçlarla baş etmek çok zor. Bu “her şeyden vazgeçmek gerekir demek” değil tabii ki. Türkiye kamuoyunda, memleketin ortak vicdanını temsil eden isimler olarak beliren şahsiyetler yeniden inisiyatif alabilir. Ama bu inisiyatif hem bürokrasiyi, hem de PKK’yi muhatap alan, iki tarafa da bir şeyler söyleyecek ve iki taraftan da dinlenebilecek bir heyete yaslanmalı. Eğer iki taraflı bir geri çekilme yaşanmazsa, bir tarafın hamlesinin diğer tarafa diz çöktürmesi yakın zamanda mümkün değil. İki taraf da çatışma sürecinde ısrar ederse bizi iyi günler beklemiyor. Bir iç çatışma ortamı hasıl olabilir. Çatışma bir kısım Kürdü “bizim bizden başka dostumuz yok” fikrine çekebilir, bir kısım Türkü de “bu Kürtlerden kurtulmadan bize rahat yok” fikrine.

Peki bahsettiğiniz gibi bir vicdan heyeti oluşturulduğunda neleri dillendirmeli?
Kürt meselesinin memleketin en temel meselesi olduğu, bu çözülmeden memleketin hiçbir temel meselesinin çözülemeyeceği deklare edilmeli. Yani Kürt meselesinin sahiciliği vurgulanmalı. Kürt meselesinde kulağımızın üstüne yatarak bir 30 sene daha geçiremeyeceğimiz vurgulanmalı. İkincisi, muhakkak PKK’nin bir şekilde ezilmeden silahsızlandırılması gerektiğini vurgulamalı. Üçüncüsü, çatışma ortamından hem PKK’nin, hem silahlı kuvvetlerin uzak durması gerektiğini savunmalı. Şunu görmek durumundayız: Kürt meselesinde iyi bir yere gitmiyoruz. Şehit cenazeleri bu hızla gelmeye devam ederse Batı’da yine Kürtlere saldırılar artacak. Batıda Kürtlere saldırı başlarsa Doğu’daki Kürtlerin memnuniyetsizliği artacak. Böyle bir kısırdöngü yaşayacağız. Türkiye bu iç çatışma deneyimini hem kendi tarihinden, hem çok kısa bir süre önce yanı başımızda Balkanlar’da yaşananlardan biliyor. Balkanlar ‘90’larda birkaç kere kan gölüne döndü. Bunu bir kez daha denemenin, kas yarıştırmanın anlamı yok. Bu işler böyle giderse hepimiz kaybedeceğiz. Söz konusu heyet, hepimizin kazanacağı bir Türkiye’nin mümkün olduğu çağrısını yapmalı.
YARIN:
Petrol-İş Genel Başkanı
Mustafa Öztaşkın
SES Adana Şube Başkanı
Mehmet Antmen

DİSK/GIDA-İŞ SENDİKASI GENEL SEKRETERİ SEYİT ASLAN:Sendikalar çözüm için inisiyatif almalı

Hükümetin ‘açılım’ olarak ilan ettiği süreçte geldiğimiz nokta, çatışmaların ve ölümlerin tırmanması oldu. Bu tabloyu nasıl yorumluyorsunuz?
Kürt sorununda tarihten bugüne ve son olarak otuz yılda ortaya çıkan sonuç, egemenler açısından tam bir çıkmazdır. Aklıselim herkesin, bunun şiddetle, baskıyla ve inkarla çözülmediğini ve çözülmeyeceğini görmesi gerek. AKP hükümeti’nin “açılım” olarak ifade ettiği şey, Kürt sorununun, Kürtsüz ve siyasal örgütlerinden arındırılmış olarak çözümüydü. Binlerce çocuk cezaevlerindeyken, Kürtlerin seçilmiş temsilcileri kelepçelenirken, partileri kapatılırken, demokratik bir çözümden bahsedilemez. Son olarak Barış Grubu üyelerinin tutuklanması, soruna nasıl bakıldığının en çarpıcı örneği olmuştur. ‘Dağdan ovaya inenlere’ siyaset yapma hakkı tanınmamıştır. Sorunun asıl muhataplarıyla görüşmeyi bırakın, onları tasfiye süreci hızlandırılmıştır. Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin uzattığı barış eli havada kalmış, barışa kurşun sıkılmıştır. Çatışmalar bunun kaçınılmaz sonucudur. AKP hükümeti ve Başbakan, boş vaatler ve sözlerle Kürtleri yedekleme siyaseti sürdürmüş, Kürtler bunu kabul etmemişlerdir.
En son Hakkari’de yaşanan çatışmada can kayıpları oldu. Gerilim yeniden yükseldi. Öyle ki, MHP lideri OHAL önerisi yaptı. Sizce süreç nereye doğru ilerliyor?
Geçmişte daha sert çatışmalar oldu. Sıkıyönetimlerden ve OHAL sürecinden bu güne geldik. Sıkıyönetimle, OHAL ve benzeri baskı yöntemiyle, ırkçılık ve şovenizmle sorunun çözülmeyeceği açık. Barış ve kardeşlik umutları tükenirse ve kaybolursa, daha tehlikeli bir süreç kaçınılmazdır. Kurt dumanlı havayı sever misali ırkçı, şoven ve milliyetçi çevreler buradan kendilerine vazife çıkarıyorlar. Sanki sorun OHAL ve güvenlik sorunuymuş gibi göstermeye çalışıyorlar. AKP-MHP ve diğer gerici güçler, Kürt sorununda yeniden imha ve inkar politikalarında birleştiler.
Tüm bu gelişmelerin sokağa da bir yansıması var...
İki halk arasında köklü bir bağ var. Tehlikeli olan bunun zedelenmesidir ve bir çatışmaya dönüşmesidir. Çünkü egemen güçlerin, ırkçıların ve şoven kışkırtıcıların beklediği ve istediği böyle bir süreçtir. Bize düşen görev, buna izin vermemektir. Barış ve kardeşlik isteyen herkes gidişattan endişe duymalı.

Sendikaların sorunun çözümünde bir inisiyatif almadıkları görülüyor. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?
Azıcık vicdan sahibi olanlar akan kanın durmasını istiyorlar. Diğerleri ise bazen bildik yöntemleri izliyorlar. Kimileri Kürt sorunuyla ilgilenirsek sendikamız zarar görür, üyelerimiz istifa eder diye düşünüyorlar. Dünyada ne olup bittiğini, bu sorunların nasıl çözüldüğünü öğrenmeye çalışmıyorlar. Bunun değişmesi gerekiyor, üç maymunu oynamayı bırakmalılar. Sorumlu sendikacıların inisiyatif almaları zorunlu hale gelmiştir. Sorunu en rahat anlatacak kurumların başında sendikalar geliyor. Soruna emek örgütü penceresinden baksalar durum değişecek, fakat büyük çoğunluk egemen düşüncenin penceresinden bakıyor ve Kürt sorunu değil ”terör” sorunu olarak ele alıyorlar.
Sendikala ne yapmalı? Sendikaların bu soruna müdahil olmasının çözümde nasıl bir etkisi olabilir sizce?
Sendikaların üyelerine bakarsanız yarısının Kürt olduğunu göreceksiniz. Yaşanan gelişmeleri ve Kürt sorununu tabanıyla tartışmayan, konuşmayan ve kulaktan dolma laflarla, egemenlerin söylemini kullananlar, soruna müdahil olamazlar. Önce bunun bir sorun olduğunu, Kürt halkını ve Kürtlerin hakları olduğunu görmek ve buna uygun adım atmakla başlayabilirler. Sendikaların sadece emeğin sorunları üzerinden bir araya gelmeleri yetmez. Ortada demokrasi açısından bir sorun var, ulusal bir sorun var, yüz yıllardır devam eden bir sorun, bunun adını koymalılar. Sendikaların Kürt sorununda demokratik ve halkçı çözüm istemeleri ve savunmaları emekçiler içinde temel bir sorundur. Çünkü her yıl milyarca dolar para silaha gitmektedir, savaş için harcanmaktadır. Bu paralar işçi ve emekçilerin ceplerinden, onların verdiği vergilerle harcanmaktadır. İşçilerin ve emekçilerin yoksullaşmasına neden olmaktadır. Bu savaş, ırkçılığı ve şovenizmi körüklemektedir. Sorunun çözümünü işçiler ve emekçiler içinde tartıştırmak, sorunun çözümü için bir adım olacaktır. Kürt sorunu zaten işyerlerinde tartışılmaktadır, önemli olan bunun doğru yönlendirilmesidir.

Sizce nasıl çözülecek bu mesele?
Öncelikle silahların susması ve susturulması gerekiyor. Türk genci de Kürt genci de ölmesin. Bunun için de operasyonlara son verilmesi şart. Kürt sorununun tüm taraflarıyla diyalog içine girilmelidir. Kürtler ne istiyor, ne talep ediyorlar, bunun anlaşılması ve karşılanması gerekli. sadece cezaevlerindeki çocuklar değil; bu sorundan dolayı yargılanan, hüküm giyen ve tutuklananların tümü serbest bırakılmalıdır. Bunlar yapılmadığı sürece adil ve kalıcı bir barış olmayacaktır. Kürt sorununda nasıl ki savaş konusunda muhatap alıyorsunuz, barış için de muhatap almak zorundasınız. İstenen şeyler en insani taleplerdir. Bunu yerine getirmek, bunun yolunu açmak kadar doğal bir şey olamaz. Bunu yapamazsanız, olacaklardan sorumlu olmaktan kurtulamazsınız.
Cem Gurbetoğlu

Evrensel'i Takip Et