20 Haziran 2010 00:00

40. YILINDA 15-16 HAZiRAN DiRENiŞi 7

İşçilerin örgütlerine sahip çıkma kararlılığı

Paylaş

Sami Evren*

15-16 Haziran Türkiye işçi sınıfı tarihinin dönüm noktasıdır. Ancak bu herkesin üzerinde uzlaştığı saptamayı yaparken bunun sadece bir işçi direnişi olarak okunmaması gerekir. Evet 15-16 Haziran işçilerin görkemli bir direnişi, öz örgütlerine sahip çıkma kararlılığının göstergesidir. Ancak öte yandan sivil asker bürokrasisi ile sermaye arasında bir ittifakın egemen olduğu ülkede toplumun da bir aktör olarak yerini alacağının işaretidir.
İşçi sınıfı 15-16 Haziran 1970’de direnerek sadece öz örgütlerini savunmadı; aynı zamanda emekçilerin ülkenin kaderini belirleme iradesinin işaret fişeğini ortaya koydular. Elbette 15-16 Haziran öncesi de bir çok işçi direnişi olmuştu ama 15-16 Haziran düzenle topyekün bir yüzleşme olarak emekçi sınıfların tarihinde yerini aldı. 15 Haziran Pazartesi öğle saatlerine doğru binlerce işçi iş bırakarak fabrikalarından çıkmışlar, bir bölümü Topkapı’dan, diğer bir bölümü de Gebze’den yola çıkan Vinlex, Sungurlar, ECA, Otosan, Silvan, Auer, AEG-Eti, Tikbaş, Doğu Galvaniz, Arıtaş, Arçelik, Singer, Türk Demir Döküm, Profilo, Rabak, Magirus, Kavel, İşsan işçileri, bir yandan da yolları üzerindeki fabrikalardaki işçileri de davet ederek şehir merkezine doğru yürüyüşe geçmişlerdir. Daha sonra katılımlar ile 115 fabrikadaki 80 bine yakın işçinin katıldığı bu yürüyüş burjuvazide büyük bir korku ve panik uyandırmıştır.
EGEMENLER KORKTULAR
Egemenlerin 15-16 Haziran karşısında yaşadıkları korku ve panik de bunun göstergesidir. Yolların kapatılması, vapur seferlerinin iptal edilmesi ve hayatı felç edecek tedbirlerin alınmasına varan bu korku yakın tarihimizde izini sürdüğümüz ve sermayenin işçi sınıfına yönelik korku ve kininin kaynağını oluşturdu. Sermaye 30 yıldır emekçiler karşısında varlığını korkusuzca sürdürüyor. Çünkü korku üzerine bir sömürü imparatorluğu kurdular.15-16 Haziran’ın 40. Yılında Türkiye’de emekçilerin koşulları ne yazık ki 15-16 Haziran’ın koşullarından daha iyi değil. Ancak 1 Mayıs 2010’da Taksim 1 Mayıs Alanı’nda toplanan 500 bin emekçi ve emek dostu; ülkenin tüm kentlerinde alanlara çıkan milyonlarca emekçi bu koşulları düzeltme, kendi kaderlerine sahip çıkma ve ülkede emeği, barışı ve demokrasiyi hakim kılma iradesinin somut görünümüdür. Bu mücadele sürecinde 15-16 Haziran’ın hatırası önemli bir esin kaynağımızdır.
(*)KESK Genel Başkanı


Sendikal hareket kuşatma altında

Süleyman Çelebi*

SENDİKAL hareket şuanda tam bir kuşatma altındadır. Devletten siyasi partilerden, bağımsız bir noktada doğru bir bağımsızlık karakterini ortaya koyamıyor.
1980 darbesine baktığımızda nüfus 42 milyon iken sendikalı işçi sayısı 2.5 milyondu, bugün nüfus 72 milyon ama sendikalı işçi sayısı 700 bindir. Elbette bu konuda sendikal hareketin topluma güven verememesinin de etkisi var ama 12 Eylül yasalarının yürürlükte olması ve o yasaların arkasında duran sendikal anlayışlar da bu hale gelmemizde etkili olmuştur.
1970’lerdeki 274 ve 275 sayılı yasalar bile şu anda yürürlükte olsaydı sendikal hareketin gücü bugünkünün 5 katı olurdu. 30 yıl öncesinin sendikal yasasını arıyoruz tıpkı 30 yıl öncesinin anayasasını aradığımız gibi.
Şu anda o Anayasa o yasalar yok ortada. Şu anda sendikal hareket yoğun bir saldırı altında.
Hükümet ve işverenler sendikaların bu zayıf durumundan iyi yararlanıyor. Yeterli olmayan sendikal harekete karşı hükümet ve işverenler bu süreci belirliyor. Özellikle emekçilerin aleyhine çıkacak yasalar konusunda istediklerini yapıyorlar.
15-16 Haziran’da DİSK’e yönelik bir saldırı olmasına rağmen ayrım yapmadan bu sendikal harekete Türk-İş üyeleri de sahip çıktı. DİSK üyelerinin kapatmaya karşı yaptıkları bu direniş başarıya ulaşmasaydı sıranın kendilerine de geleceğini biliyorlardı. O zamanda bile işçilerde bu bilinç vardı.
Bugün de bu bilinçle geçtiğimiz gün Kartal’da yaptığımız etkinliğe sendika ayrımı yapmadan geldiler ve çıkıp kürsüden konuştular.
Bütününe baktığımızda sendikal harekette bir takım sıkıntılar yaşanıyor ama bu oyun hep böyle gitmeyecektir. Mutlaka bu oyunu bozacağız. Bunun için DİSK mücadeleyi sürdürecektir.
Bu süreçte bir samimiyet görürsek diğer konfederasyonlarla da işbirliği yapmaya devam edeceğiz.
(*) DİSK Genel Başkanı

Sarı sendikacılığa karşı başkaldırı

Fikret Aslan*
15-16 Haziran 1970 Türkiye işçi ve emekçi hareketi açısından tarihi önemi büyük olan günlerdendir. İşçiler sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinde konfederasyon ayrımı yapmaksızın taleplerine sahip çıkarak genel greve gittiler. Yüz binlerce emekçi alanlara çıktı. 15-16 Haziran, uzlaşmacı sarı sendikacılığın yasal hale getirilmek istenmesine karşı işçinin başkaldırısı oldu. İşçinin örgütlediği ve inisiyatif aldığı bölgesel bir genel grevdi.
15-16 Haziran’ı yaratan koşullar günümüzle benzer özellikler taşıyor. Kamu emekçilerinin 25 Kasım’da yaptığı grevin ardından işçi, emekçi hareketi yükseliş içinde. TEKEL işçilerinin kararlı mücadelesi ile sınıf hareketi yeni bir sürece doğru evrilmiştir. TEKEL işçileri sendikal bürokrasiyi zorlamış, bundan kaçamayan konfederasyonlar bir mücadele programı çıkarmak zorunda kalmışlardı. İşçilerin tabandan gelen tepkileri nedeniyle sendikalar 1 Mayıs’ta birlikte hareket etmiş ve 26 Mayıs’ta genel grev kararı almak zorunda kalmışlardır. 26 Mayıs’a gelen süreçte işçi ve emekçilerin mücadelesinde yaşanan hareketlenme ve ileri hamleler karşısında bir şeyler yapmak zorunda kalan sendikal bürokrasi, 26 Mayıs’ı unutturmak için olmadık bahaneler ileri sürmüştür. Genel grev kararını geri çeken tutum 26 Mayıs’ı zayıflatmış ve genel eylemin etkisini azaltmıştır.
HÜKÜMETİ CESARETLENDİRDİLER
KESK’in dışında diğer konfederasyonların 26 Mayıs’a sahip çıkmamaları ve ayrışmaları hükümeti cesaretlendirmiş ve hükümet emekçilere yönelik yeni bir saldırı hamlesi içerisine girmiştir. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikle kamu emekçilerinin iş güvencesi kaldırılmak istenmektedir.
26 Mayıs genel eyleminin temel talepleri arasında yer alan güvencesiz çalıştırma, belediye işçilerini ve kamu emekçilerini de içerisine alacak şekilde genişletilmek istenmektedir. Bu saldırı dalgasının genişlemesinde “26 Mayıs’ın koşulları değişmiştir” değerlendirmesi yaparak eylemin altını boşaltan sendikal bürokrasinin payı büyüktür. Emekçilere karşı suç işlemişlerdir.
Bu tutum karşısında başta İstanbul olmak üzere birçok kentte sermaye ve hükümet politikalarının yanı sıra sendikal bürokrasi de protesto edilmiştir. Yığınlar sendikal bürokrasinin gerçek yüzünü pratik mücadele içerisinde görmüşlerdir. Dolayısıyla sendikal bürokrasinin alt edilmesi, yenilmesi bu mücadelenin daha da ilerletilmesi ve güçlenmesi ile olacaktır.
Haklar ve talepler için mücadele ile sendikal bürokrasiye karşı mücadele bir arada sürdürülmelidir. İşçi ve emekçiler sendikal örgütlülüğe güvensizlik duyarak ve sendikalardan uzaklaşarak bir kazanım elde edemezler. Aksine emekçiler örgütlerine sahip çıkarak, onların mücadele örgütü olarak yeniden örgütlenmesinde sorumluluk alarak, sendikal bürokrasiden kurtulabilirler. Tarihsel deneyimler bunun böyle olduğunu göstermektedir.
Bu yönüyle 15-16 Haziran 1970 direnişinden çıkarılacak önemli dersler bulunmaktadır. Önümüzdeki süreçte işçi ve emekçiler, son dönemdeki mücadeleler içerisinde edindikleri birikimle bu süreci göğüsleme ve daha ileriden bir mevzi tutarak saldırıyı püskürtmeyi hedefleyen bir mücadele yürütmelidir.

Direnişten öğrenemeyenler 26 Mayıs’ın altını boşalttı

Güven Boğa*
TÜRKİYE’de 15-16 Haziran işçi direnişi mücadele edenlerin tarihinde önemli, önemli olduğu kadar da bir o kadar öğreticidir. İşçiler 1970’lerde kendileri için en yakıcı talep olmadığı halde sendikalarına yönelik, dolaylı olarak da kendilerine yönelik saldırıya karşı topyekün bir karşı koyuşu geliştirdiler.
Aslında bu karşı koyuş işçi hareketinin içinde bulunduğu değişimin yansımalarına denk düşüyordu. DİSK’in bir mücadeleci sendika olarak işçi hareketi içerisinde Türk-İş’e rağmen o dönem yeni bir sayfa açmış olması, TİP’in yükselişi, uzun yıllar baskı altına alınan emekçilerin değişik alanlardaki gösterileri, gençlik hareketinin yükselişi 15-16 Haziran’a giden yolda önemli köşe taşlarıdır.
1970’den 2010 geçen süreçte işçi hareketinin dönem dönem yükselişler ve inişler yaşaması bu alandaki örgütlülüğün içinde bulunduğu durumla da ilgilidir. 40 yıl boyunca ki 1 Mayıs 1977’yi saymazsak üretim araçlarını durdurup bunu sokak eylemliliklerine döken ve 15-16 Haziran’ı aşan bir eylemliliğin hâlâ gerçekleştirilememiş olması düşündürücüdür. 40 yılda yakalanmayan ama lokal olarak irili ufaklı gerçekleştirilen binlerce eylemin ve grevin 15-16 Haziran’ı aşacak tarzda birleştirilememiş olmasının nedenlerini bilince çıkarmak gerekir.
12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin işçi sınıfı ve tüm emekçiler üzerinde ki tahribatlarında 15-16 Haziran’ı aşamamanın sorunlarını aramak ve buralara sığınmak ilerici, yurtsever, devrimci, sosyalist hiçbir unsur için doğru değildir. Sınıfın ileri unsurlarına düşen görev bu tahribatın altında inim inim inlemek değil bunu bertaraf edecek yeni yol haritalarını hayata geçirmektir.
Tüm bunlara rağmen işçi ve kamu emekçi hareketi son 20 yılda geniş ve yaygın birçok eyleme imza atmayı başarmıştır. Bahar eylemlilikleri ve ardından kamu emekçilerinin sendikal haklarını ve bunun dışında kalan birçok taleplerini elde etmek için gerçekleştirdikleri yüzlerce eylem ve direniş işçi hareketini de beslemiş fakat birleşik bir emekçi hareketinin yaratılmasını sağlayamamıştır.
26 MAYIS’TA KESK YALNIZ BIRAKILDI
25 Kasım 2009’da iki konfederasyonun (KESK-Kamu Sen) başlattığı birliktelik kendini 2 Mayıs’a kadar taşıyabildi. 25 Kasım’ın yarattığı heyecan tüm alanlarda ve işyerlerinde olumlu havanın esmesine neden oldu, emekçilerin kendine güven duymasını sağladı.
Son 6 aydır ise TEKEL, Çemen ve Diyarbakır tuğla işçilerinin açtığı yol sendikal hareketin silkelenmesine neden oldu.
TEKEL işçilerinin etrafında bir araya gelmek ve birlikte iş yapmak zorunda kalan sendikal konfederasyonlar aslında tarihi kararlar almasına rağmen bunu gerçekleştirme noktasında özellikle TEKEL işçilerini ve bu eylem için seferber olan KESK’i 26 Mayıs grevinde yalnız bırakmışlardır.
Son eylemlilikler de göstermiştir ki işçi hareketi ve direnişler belli bir noktaya kadar taşındıktan sonra yerini kendiliğindenci bir sürece bırakabilmekte, direnişlerin öğrettikleri bir sonra ki direnişlere yeterince taşınamamaktadır.
Bunda en önemli rol sendika bürokrasinin zamana yayarak direnişleri kırma girişimleridir. İşçiler içerisinde örgütlü olan tüm sendikaların örgütlülük düzeyleri her geçen gün erirken sendika bürokrasinin var olan sayılarla yaşamını devam ettirme çabası işçi sınıfı içerisinde samimi bir şekilde çalışan sendikacıların kendine yeni bir yol haritasını oluşturmasını zorunlu hale getirmiştir.
15-16 Haziran, örgütsüz milyonlarca emekçiyle buluşabilme becerisi gösterecek yeni örgütlülükler kurabildiği ölçüde aşılabilir. Onlarca yıldır özelleştirmelere, emekçiler aleyhine çıkarılan yasalara seyirci kalanlarla, TEKEL işçileri gibi kendi bünyesinde örgütlü olan işçileri kaderlerine terk edenlerle bu sorunlar aşılamaz. Bu alanları kendi kaderine bırakmadan, örgütsüz emekçilerle, mücadeleden yana unsurlarla bu alana müdahale edecek cesareti göstermek gerekir.
Yeni 15-16 Haziran’ları yaratmak için herkese görev düşmekte. Kendini kamu sendikalarına hapsedenler, işçi sendikalarının bunaltıcı bürokrasinin baskısı altında inleyenler kabuklarından çıkmak sınıfın ihtiyaçlarına uygun kendilerini konumlandırmak zorundadırlar.
Bu görev bir başkasına veya ortalığa söylenerek yapılacak işler değildir. Söylenenlere ve yazılanlara uygun değişimi yaratmak üzere herkes kendi üzerine düşenin fazlasını yapmak zorundadır.
(*)Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
BİTTİ

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

KARABÜK KARIŞTI

SONRAKİ HABER

Bahçeli OHAL istedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa