13 Haziran 2010 00:00

Otomatik portakal


Geçen hafta Stanley Kubrick’ten söz açmışken; önemli filmlerinden biriyle devam edelim. Spartaküs’ün yanında “Lolita”, “2001: Bir Uzay Destanı”, “The Shining” ve “Full Metal Jacket” gibi filmlere imza atan Kubrick’in “şiddet toplumu”nu ele aldığı “Otomatik Portakal”dan söz edelim.
Hikayenin geçtiği zaman için “Tarihi belli olmayan bir gelecekte...” demişler ve eklemişler “Şiddet günlük yaşamın bir parçası haline gelmiştir”. Uyuşturucu, hırsızlık, tecavüz ve cinayetler alıp başını gitmiş; gençler için “eğlence” halini almış.
Anthony Burgess’in aynı adlı romanından, Stanley Kubrick tarafından sinemaya uyarlanan “Otomatik Portakal” (The Clockwork Orange), bir karaütopya hikayesinin içinden bugüne dair sert, ama önemli mesajlar veriyor. İngiliz yapımı 137 dakikalık filmde, Malcolm McDowell, Patrick Magee, Michael Bates, Warren Clarke, John Clive, Adrienne Corri, Carl Duering ve Paul Farrell rol alıyor.
Şiddet yüklü dönemin dört gençten oluşan çetesinin öyküsü, oldukça sert öğeler, sarsıcı sahneler içeriyor. Ana karakter Alex’in isyankar bakışlarıyla başlayan film, süt içen bu dörtlü çetenin vahşi saldırılarıyla devam ediyor. Tecavüz, hırsızlık, gasp, nedensiz şiddet; kısaca aklınıza gelen ne varsa...
Sonra bir gün çete lideri yakalanıyor ve arkadaşlarının ihanetine uğruyor. Hapse düşen çete liderine devlet, “Topluma kazandırma amaçlı bir projenin deneği olmasını” öneriyor. Alex, gönüllü olarak “655321”e dönüşürken; filmin önceki bölümündeki sorular, yerini yeni sorulara, yeni tartışmalara bırakıyor. “Çok acı çektiğini anlayabiliyorum Yardım edeyim, ister misin? Ben ve üyesi olduğum hükümet olanlardan dolayı çok üzgün, oğlum. Çok üzgün. Sana yardım etmek istedik. Sonunda yanlış olduğu anlaşılan öğütleri dinledik. Bir soruşturma örgütü sorumluları bulacak. Bizi arkadaş gibi kabul et. Seni düzelteceğiz” denilerek ikna edilen “655321”, sistem ile doğrudan karşı karşıyadır artık; üstelik yalnız ve yenilmiş olarak.
Kobayı olduğu proje, insan iradesine, insan hakların aykırı bu proje, insanın insan yapan özelliklerinden arındırılmasından başka bir şey değildir aslında. “İyi-kötü” karşıtlığı, “doğru-yanlış” çatışması, ahlaki değerleri bozuşması tartışmaları arasında isimler yerine rakamlarla ifade edilen “Yeni bir insan” yaratma projesidir bu. Romanın yazarı Antony Burges, “Otomatik Portakal”ı yazma niyetini şu sözlerle açıklıyor: “Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum”. Bu “saldırı”nın en güçlü araçlarından biri “Otomatik Portakal”; aralarında yorum farkları olsa da, hem filmi, hem romanıyla.
Film, 1971 yılında çekilmesine rağmen, sinemasal anlamda da dönemini aşan bir yapıya sahip olduğunu söylemekte yarar var. Stanley Kubrick’in bu başarısı, sadece romanın tezini güçlendirmekle kalmıyor, çok farklı bir sinema dilinin de kapısını açıyor. Belki de bu yüzden, izleyici bu filmi ya çok seviyor, ya nefret ediyor. Arası yok. Filmin, “belirsiz gelecek”te geçmesi de Kubrick eliyle filme görsel bir zenginlik olarak yansıyor. Aslında ne düne, ne yarına ait bir dünya izliyoruz; bugünün biçimiyle “oynanmış” hali sadece.
Neyse, filmi izleyeceklere de bir şeyler kalsın; roman ile ilgili şunu hatırlatmadan geçmeyelim: Doktorlar yazar Anthony Burgess’e, “Beyninde tümör var” dediklerinde, bir yıl içinde 6 kitap birden yazmıştı ve “Otomatik Portakal” da bunlardan biriydi. Teşhis yanlış çıktı, Burgess yaşamaya ve yazmaya devam etti.
“Eksen kayması” tartışmaları yapılırken, yazımızı yönetmen Stanley Kubrick’in 1961 yılında The Guardian gazetesine verdiği demeçten bir cümle ile bitirelim: “Büyük devletler her zaman gangsterler gibi davranmışlardır, küçük devletler ise fahişeler gibi!”
İyi seyirler.
Mustafa Kara

Evrensel'i Takip Et