Ey Bacılar! Tarihi nasıl bilirdiniz?
Şöyle gözümüzü bir kapatalım. İçimizden “Türkiye tarihinde kadın” diyelim. Bakalım gözümüzün önüne neler gelecek? Cumhuriyet tarihi: Öğretmen kadınlar, Halide Edip, Latife Hanım, Sabiha Gökçen… Kurtuluş Savaşı: Nene Hatun, Yirik Fatma, Kılavuz Hatice… Biraz daha geriye, Osma
Peki bilinen bin küsur yıllık tarihte kadınlar hünkara cariyelik, tebaaya ebelik, ulusal savaşta gazilik/şehitlik ve “kahramanlıktan” mı ibaret? Oysa son bin yıldır Anadolu coğrafyasında kurulan tüm devletlerin, imparatorlukların, beyliklerin kurucu öznesi toplumların yarısı kadın değil miydi? Neden bilinmez tarih-i ahvalimiz? Tarih, egemen sınıfın erkek kâtipleri tarafından yazılınca oluru da bu oluyor haliyle.
Satır aralarında bir kadın teşkilatı
Tüm o, muhaliflerin divitinden dökülenlerin ateşlerde yakılmasıyla günümüze ancak egemenlerin kalemşörleri tarafından aktarılan tarihin satır aralarında gizlenerek geliyor başka türlü bir kadınlık hali: Bacıyan-ı Rum ya da Anadolu Bacıları.
Biz ise ancak 1980’li yılların sonunda, Prof. Dr. Mikail Aslan’ın yaptığı bir araştırma sonucu öğreniyoruz böyle bir kadın örgütünün varlığını.
Bacıyan-ı Rum, bilinen tarih yazınlarında ilk kez Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazade’nin Tarih-i Âl-i Osmanlı (1481) kitabında, Türkmen topluluklarının dört kurucu öznesinden biri olarak karşımıza çıkıyor1 Sonrasında ise uzun bir süre tarih yazınlarına layık görülmüyor. 19.yy sonlarında Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu’nda yer veriyor. Ta ki Prof. Dr. Mikail Bayram’ın hem devlet arşivlerini, hem de özellikle Mardin’deki Süryani arşivleri dâhil diğer ulusların tarih arşivlerinden damıtıp 60’şar sayfadan iki kitap yazmaya yetecek kadar veri toplayana kadar.
Fatma Bacı
Bu belgelere göre Bacıyan-ı Rum, Ahi Teşkilatı’na benzer bir kadın yapılanması. Çoğunluk, Ahi Teşkilatı’na kadınlar kabul edilmediği için Ahilerin kadın kolu olarak bu teşkilatın kurulduğunu düşünüyor. Bacıyan-ı Rum’un, kadınların kendi iradesiyle ayrı bir teşkilat olarak kurulmuş olabileceği hipotezini çürütebilecek bir veri de yok.
Teşkilat ilk olarak, 13.yy’da Anadolu Selçukluları hâkimiyetindeki Anadolu’da Kayseri ilinde, yani Ahi teşkilatıyla aynı dönemde ve aynı yerde kuruluyor. Bilinen ilk lideri, Hacı Bektaş’ın manevi kızı olduğu sanılan ve Ahi Teşkilatı’nın kurucusu Ahi Evren’in (yani Nasreddin Hoca’nın) eşi olduğu bilinen Fatma Bacı. 13.yy’ın başlarında teşkilatın Kayseri, Konya, Kırşehir ve Ankara illerinde kurulduğu, daha sonra Moğol istilasından kaçanların uç bölgelere göç etmesiyle Anadolu’nun çoğu bölgesine yayıldığı biliniyor.
Bacıyan-ı Rum, bir okul olarak ahilik teşkilatına oldukça benziyor. Zanaat eğitimindeki çırak, yamak, kalfa ve usta hiyerarşisi Bacılar arasında da var. Tarihçilerin yorumlarına göre, ahilerden farklı olarak, ustanın aldığı “şeyh” unvanını kadınlar taşıyamıyor. Her zanaat dalının ahi şeyhi, aynı zamanda o daldaki Bacıların da şeyhi olarak kabul ediliyormuş. Bacılar, örgücülük ve dokumacılık dallarında ustalaşıyorlar. Osmanlı döneminde yeniçerilerin taktıkları “ak börk” denilen savaş başlığı, Bacılar’ın ürünü mesela.
Kılıç kuşanan, meclislerde söz söyleyen bacılar
Sadece zanaatları değil Bacılar’ı o dönemin silahlı kuvvetlerine bağlayan. Bu yönleri pek ön plana çıkarılmasa da Bacılar’ın silahlı birlikleri olduğu biliniyor. Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflama sürecine tekabül eden bu dönemde Moğol istilalarının püskürtülmesi ve halk direnişlerinde Bacılar bizzat teşkilat olarak kılıç kuşanıp savaşıyor. Hatta beyliklerin ordularının erkek yanından ayrı binlerce kadından oluşan ayrı silah birlikleri olduğuna dair “satır arası” ifadelere rastlamak mümkün. Ayrıca İslamiyet öncesi Türkmen kadınlarının binicilik ve okçulukta usta oldukları zorla da olsa kabul edilmiş bir gerçek.
Birçok tarihçi Bacılar’ın aynı zamanda İslamiyet’in yaygınlaştırılmasında önemli görevler üstlendiğini iddia ediyor. Dönemin siyasi atmosferine bakacak olursak bu biraz şaibeli. Bir yanda devleti destekleyen Mevlevîler diğer yanda devletin ve Mevlevîlerin sapkın ve dinsiz olarak ilan ettiği, Bacıyan-ı Rum’un da içerisinde yer aldığı Türkmen teşkilatları. Osmanlı’nın ilk dönemlerinden kalma tarih yazınlarında teşkilatın “Fakiregan” yani “Kadın Dervişler” olarak anıldığı ama bu teşkilatın üyesi kadınların kendilerine ısrarla “Bacılar” olarak hitap ettikleri biliniyor. Bugünkü tarihçiler, Bacıların kadın oldukları için ayrı bir tarikat teşkil edemeyeceği, ancak Şeyh’i erkek olan bir tarikatın ayrı bir cemaati olarak ele alınabileceği görüşünde. Buna karşılık, Bacıların erkeklerle beraber zikir, sema ve sohbetlerde yer aldığı bilinen bir gerçek.
10. yüzyılda başlayıp birkaç yüzyıl süren Müslüman istilalarıyla İslamiyet’e zorlanan Türkmenlerin aradan geçen iki üç yüz yılda, bırakın İslamiyet’i gönülden ve topluca kabul etmeyi, bir de yaygınlaştırma faaliyetine girdiğini düşünmek artık kişinin kendi tarih anlayışına kalmış. Ama bilinen başka bir gerçek var ki, İslamiyet’in Türkmen toplumunda gücü arttıkça, önce Bacılar’ın silahları ellerinden alınmış, sonra Ahi meclislerinden, ardından da zikir meclisinden ihraç edilmişlerdir. Geçmişin silah kuşanıp yerel meclisinde söz söyleyen bacıları, Osmanlı’nın soylu erkeklerinin hayırsever zevceleri, hünkarın hareminin haseki sultanları haline getirilmiştir.
(1) Diğerleri: Gaziyan-ı Rum (Anadolu Gazileri), Ahiyan-ı Rum (Anadolu Ahileri), Abdalan-ı Rum (Anadolu Abdalları)