3 Ocak 2010 00:00

MOĞOLLAR: Hâlâ içimiz kaynıyor, sevgimiz fokurduyor

40 yaşını deviren Moğollar nefis bir albümle çıktı karşımıza yine. Adet yerini bulsun diye söylemiyorum, Umut Yolunu Bulur adını verdikleri yeni albümleri 68 kuşağı ihtiyar rockçılarda daha çok iş olduğunun belgesi adeta. Emrah Karaca’dan arakladığım espiriyle; Cahit Berkay, Taner Öngür ve Engin Yörükoğlu’lu “Öz Moğollar” ve Serhat Ersöz, Utku Ünal ve Emrah Karaca’lı “Genç Moğollar” olgunlaşmış bir enerji akıtmışlar umut yolunu bulur’a. Grubun kuşkusuz en büyük “bomba”sı Cem Karaca’nın oğlu Emrah’ı bünyesine katmış olması. Bu, Moğollar’ın “3-5 kafadarın” yaptığı bir müzik olmanın ötesinde bir geleneği sürdürdüğünün, yaptıkları müziğin onlar kadar bize de ait olduğunun göstergesi adeta. Zaten 1992’de grup dağılmış vaziyetteyken “Moğollar geri dönsün” diye toplanan binlerce imzanın ardından yeniden biraraya gelmeleri de bir müzik grubundan fazlası oldukları için değil miydi? Yıllardır her mitingte ortalığı çınlatan “bir şey yapmalı”nın yaratıcılarının albüm tanıtım konseri de müzisyenleri görmeseniz bir mitingden ayırt edemeyeceğiniz bir coşkuya sahne olmuştu. İyi ki varsınız Moğollar, siz sahnedeyken “umudun” eli daha güçlü… Yeni albümünüz Umut yolunu bulur deyim yerindeyse politik bakımdan “taş gibi”. Bu repertuar gayri ihtiyari mi ortaya çıkıyor, yoksa “şunlardan bahsetmeliyiz” şeklinde bir konsepte mi sadık kalınmaya çalışıldı? C. Berkay: Tamamen gayri ihtiyari… Taner’le ben üretiyoruz, Taner kafayı güneş enerjisiyle, radyasyonla sıyırmış durumda. Ben gelmişim 63 yaşına; yaşamı sevmek, ülkesini sevmek lafla olmuyor. Biz yaşanılan bir sürü şeyden etkileniyoruz, çocuğumuz var, senin çocuğun var… Kendimizi az bile sorumlu hissediyoruz, daha sorumlu olmalıyız çünkü pop müzik yapmıyoruz; biz rockçıyız. Rockın muhalif ruhu içimizde yapıştırma, suni bir şey değil; onu yaşıyoruz, hissediyoruz. Dolayısıyla sevgimizi, barışı engelleyenler, dünyadaki bir sürü abuklukları yaparken insanlara da yaptıklarını yutturup, oyları kapıyorlar, sonra da hiçbir şey olmamış gibi oturuyorlar yerlerinde, biz yutmuyoruz. Yutmayınca da bir şarkı yaparken ister istemez tema olarak geliyor. Film müziği gibi sipariş de yok burada, biz orada tamamen özgürüz, içimizden geldiği gibi. O yüzden beş sene bekledik şarkıların birikmesini. Kaçan kovalayan yok yani.. C. Berkay: Evet, dolayısıyla çok süzülmüş bir albüm bu. Arkasında korkunç bir emek ve dayanışma var. Bir yerde büyük bir hatamız oldu. Çaya kaç şeker şiiri Can Yücel imzasıyla internette dolaşıyor, üstelik binlercesi. Ben Can Yücel’in eşine ve kızına Mazlum Çimen vasıtasıyla ulaştım, “Can Babanın şiirini yaptık, onlar da bize izin versinler” diye. Mazlum “Cahit, Can Babanın bir şiirini bestelemiş” diyor. Onlar da “tabii ki sormalarına gerek yok” diyor ve avukatlarına talimat veriyorlar. Sonra gerçek ortaya çıkınca yani şiirin sahibi Elif Şebnem Akal çıkınca başımızdan aşağı kaynar sular döküldü. İş kazası diyelim… C. Berkay: Aslında olmaması lazım, bu kadar özene böyle bir pozisyona düşmek bize yakışmazdı da… Bu vesileyle hem şiirin gerçek sahibi hem de Can Babaya saygısızlık ortaya çıkmış oldu. BİZ SÖYLEMESEK DE’68 RUHUNA GERİ DÖNÜLMEK ZORUNDA Bu albümün “Bir şey yapmalı”sı “Geri sar” galiba. “Geri sar şu filmi makinist geri sar/ 68 ruhuna geri sar/ Denizlerin aşkına geri sar” diyorsunuz. Geçmişe bir ağıt değil yapmaya çalıştığınız herhalde… C. Berkay: 68’de emperyalizme ve sömürüye karşı bir direnç vardı. O direncin gençlerin içinde tekrar yeşermesi için… Gençlerin büyük bir kısmı “ben okulumu bitireyim, beyaz yakamı takayım, dolar üzerinden maaş alayım” peşinde. 68’in fikirlerinin, ruhunun sahiplenilmesi lazım… Bu ülkenin buna ihtiyacı var. Yoksa geri günlere gidelim diye bir şey yok. Ben 68’li olmaktan gurur duyuyorum ama o günlerde kalmadık biz, 2010’y yaşıyoruz. T. Öngür: Dünya çapında ’68 tarzı bir hareket yeniden oluşuyor; İklim hareketi var. En son Kopenhag’da Afrikalılar, yakında adaları suyla kaplanacak olan ada halkları, Güney Amerika Ülkelerinin oluşturduğu bir grup, Avrupa’nın ve tüm dünyanın gençleri… Aynen ’68 olayına benziyor. Tabii yepyeni enstrumanlar ve anlayışlarla. Zaten kapitalizm kendi kendini yiyip bitiriyor, çöküyor. Biz söylemesek de ’68 ruhuna geri dönülmek zorunda. 2 milyara yakın açın olduğu, artık gözü dönmüş bir kapitalizm şartlarında bu kadar adaletsizlik karşısında insanlar harekete geçecek, bu kaçınılmaz, başka yol yok. O yüzden “umut yolunu bulur”. Moğollar tarihi boyunca devamlı yeniye, ileriye doğru bir değişime açık olmuş. Hiç türkü yapmak gibi bir derdi yokken 69’daki Anadolu turnesinde halkı yakından gözlemleyip türkü yapmaya yönelmiş, Anadolu Pop kavramını yaratmış… Moğolların kuruluş amacı yurtdışında meşhur olmak ve para kazanmaktı. Bu saydığımız erdemler falan yoktu. Var olan da müziğe aksetmiyordu. Sonra gelişti bunlar. ’68 kuşağının özünde bu var zaten; sinemada, edebiyatta, şiirde, resimde de aynı şeyler oldu. Bütün sanat dallarından özgürlük isteği, sömürüye karşı duruş gelişti. Marx’ı, Nazım’ı okumaya, Pir Sultanı dinlemeye başlayınca, başka bir gözle bakabilmek mümkün değil, çünkü vicdan sahibisin. Vicdanım bana, “niye böyle?” sorusunu sordurdu. İstanbul-Hakkari Sanat Köprüsü diye bir etkinlik yapıldı 7-8 yıl önce, ilk giden grupta yer aldık. Kafayı yersin, hayatında ilk defa bateri gören çocuklar gördük orada, gitar gören çocuklar, “bu ne?” diye bakıyorlar. Bu seni etkilemez mi, bu şarkılarına yansımaz mı? Umut yolunu bulur... Siz umudunuzu nasıl besliyorsunuz? C. Berkay: Umudun bittiyse bitmişsindir sen de. Umudum olmasa sabah kalkıp çayı koyarım, pijamamla, akşama kadar gazetemi okurum, kızıma “bana torun yap” diye baskı yaparım falan, biz öyle insanlar değiliz ki… İçimiz kaynıyor bizim hala, hala oturup beste yapıyoruz. Aklımız, ellerimiz çalışıyor, sevgimiz fokurduyor. Hem körelmiş, dar bir yere sıkışmış bir sevgi de değil bu, hem dünyaya, hem ülkeye sevgimiz fokurduyor. Bu bizi aktif kılıyor. Doğru yapılanı alkışlamak, yanlışa karşı durmak üzere fokurdayan bir enerji var içimizde. T. Öngür: Bizim bir avantajımız var, dayanışma. Biz birbirimize destek olarak bu kadar sene ayakta kalabildik. Bizim kuşağın büyük bir kısmına nazaran özgür olabildik, kendi ayaklarımızın üzerinde durabildiğimiz için. Dayanışmanın neticesinde yalnız kalmadık, 60 yaşında hala özgür bakabiliyoruz hayata. “İşimi kaybederim, patrona ne derim?” diye bir kaygımız yok, taviz vermiyoruz hiç. Gelecek kuşaklara da bir örnek; 60 yaşına da gelseniz bunu sürdürebilirsiniz. Bu bir sorumluluk da yüklüyor bize. C.Berkay: Mesela her konserde mutlaka “Issızlığın ortasında”yı çalıyoruz ve neden çaldığımızı anlatıyoruz; Sivas’ta katledilen insanların failleri hakettikleri cezayı görene kadar bu şarkıyı söyleyeceğiz, unutturmayacağız diyoruz. GÖZÜMÜ KAPADIĞIMDA YANIMDAKİ CEM SANIYORUM Babanın arkadaşlarıyla aynı grupta yer almak nasıl bir duygu? E. Karaca: Çok ilginç ya, nasıl anlatabilirim bilemiyorum… Soluma bakıyorum Taner abi, sağıma bakıyorum, Cahit Berkay, arkamda Engin Yörükoğlu… Çok büyük bir sorumluluk bu. Emrah’la çalışmak sizlere ne hissettiriyor? T. Öngür: Sadece Moğollar da değil, Cem Karaca&Dervişhan’da da uzun süre çalıştım Cem Karaca’yla. Yoksulluk kader olamaz albümünde -ki çok önemli bir albümdür- Cem’le birlikte yaptık birçok şeyi… Hatta bir de bestem var; İşçi Marşı, Can Yücel’in. Maden Ocağı’nın dibinde, Beni siz delirttiniz… hepsini birlikte geliştirdik. Sonra Cahit Berkay, Uğur Dikmen, Cem Karaca dönemi, öncesi Moğollar&Cem Karaca dönemi… Cahit de ben de Cem’le çok uzun zaman geçirdik, benim abim gibiydi. C. Berkay: Bazen gözümü kapadığımda yanımda 70’li yıllardaki Cem var sanıyorum, irkiliyorum. Cem Karaca’nın oğlu olması yanında Emrah, Moğollar’a yakışan bir solist. Bizim ihtiyacımız da vardı, Taner’le ben söylüyoruz ama dört dörtlük şarkıcı değiliz. Ama en önemli özelliği bunlar da değil; Moğollar bir arkadaş grubu, girecek kişinin bu konsepte uyum sağlayacak kimlikte olması lazım. Geçmişte Moğollar’ın gizli bir anayasası vardı; grubun hep ideali vardır, hep ona doğru yürümüştür. O ideali aksatan biri olduğunda grup dışında kalmıştır.
‘BİR ŞEY YAPMALI’ EĞLENCE ARACI OLDU Sokağa kim çıksa; kamu emekçisi, işçi, barış isteyen, nükleer karşıtı… herkes “Bir şey yapmalı” eşliğinde yürüyor. Yaptığımız şarkının devamlı sokaklarda yankılanması ne hissettiriyor yaratıcılarına? C. Berkay: “Bir şey yap”tan kasıt, git bir yerleri kır dök değil. Demokratik haklarını özgürce kullanarak bir yerlere gelmek. Şimdi bir eğlence aracı oldu aslında. Hatta bazı gençleri bazen dövesim geliyor; “abi bir şey yapmalı diyorsun ama ne yapmalı söylemiyorsun”… Eylemi de bana soruyor, ulan biraz kafanı çalıştır. T. Öngür: Televizyonda bir çevre programı var adı; “Bir şey yapmalı” C. Berkay: Mahsuni Şerif’in “Dom dom kurşunu” vardır, ağıttır o. Sonra bir “ismi lazım değil” onu disko şarkısı haline getirdi. Bizimki de eğlence şarkısı haline getirildi. Ama en azından muhattaplarının ağzında şarkı, sokağın ağzında… T. Öngür: Mutlaka bir işlevi var tabii… C. Berkay: Esnaf eylemi olmuştu yıllar önce. Esnaf genelde daha tutucudur. Onlar bile kullandılar. Hatta Beyoğlu’nda birisi “abi nasıl izin verdin?” diye sordu bana, “oğlum daha iyi ya işte kullansınlar” dedim.
NAZIM’IN ‘OĞLUM MEKTUPLARDA BÜYÜYOR’ DEDİĞİ GİBİYDİ Baban yıllarca sürgündeydi, nasıl bir şeydi Cem Karaca’nın oğlu olmak? E. Karaca: Ben iki buçuk yaşındayken babam Almanya’ya gitti, sekiz sene gelmedi. Gelişimimin en önemli sürecinde ben babasızdım. Mesela müziğe bakış açım çok daha farklı olabilirdi. Müziği tamamen reddettim, 94 yılında, çok geç başladım. 12 Eylül döneminde ev basmalar, ifadeler vermeler… Ben daha ufacık çocuğum, bunları yaşadım. Pederi mi suçluyordun bu yaşadıkların için? E. Karaca: Tabii, niye böyle şeyler yaşıyoruz? Çünkü Cem Karaca şarkı söylüyor. “Söylemesin abi niye söylüyor?” diye bakıyorum duruma. Çok suçladım küçükken onu, yaşadıklarımız için. Babam yok, sokakta bu yüzden dayak yedim, “vatan haininin piçi” dediler. İlkokulda beni kaçırıp öldürmekle tehdit ettiler, yanımda bir sürü adamla okula gidip geldim. Gece evi basıyordu bir manga asker… Sonra nasıl toparladın? Bazı şeyler değişti ülkede, babamla daha rahat konuşmaya başladık telefonda. Bana bazı şeyleri telefonda anlatmaya çalışıyor ama hep “gelince konuşacağız” diyordu. Nazım’ın “oğlum mektuplarda büyüyor” dediği gibiydi. Babam bir resim yolluyordu, ben “aa babam sakal bırakmış” diyordum, ben bir fotoğraf yolluyordum, “oğlum ne kadar büyümüş” diyordu. Yoktu ki webcam falan…
Devrim Büyükacaroğlu

Evrensel'i Takip Et