10 Aralık 2009 00:00
Mister Brownun yolu İstanbula düşmüş
Sanatçılar, edebiyatçılar için çok övgü cümlesi kuruldu. Sanat bu, izleyicisini heyecanlandırmaya müsait bir alan.
Sanatçılar, edebiyatçılar için çok övgü cümlesi kuruldu. Sanat bu, izleyicisini heyecanlandırmaya müsait bir alan. Kimi dünyanın en büyük sanatçısı ilan edildi; en iyi yazarı, en yakışıklısı, en güzel seslisi, artık ne kadar gaza getirdiyse...
Dan Brownu da, biz en çok kitabı satılan diye biliyorduk. Ertuğrul Özkök, bir de dünya tarihinin en önemli romanlarından birinin yazarı ilan etti.
Bu yazı yayınlandığı sırada, o ikisinin de aralarında bulunduğu bir grup, İstanbulda yemek yemiş, Dan Brownu ağırlıyor olmalı. Çünkü Mister Brown, Türkiyeye gelip, yayıncısı Altın Kitapların kuruluş yıl dönümü kutlamasına katılıyor, tabii son kitabı Kayıp Sembolün tanıtımını da aradan çıkarıyor.
Kayıp Sembol, çıkar çıkmaz beş milyon basılıp satılan bir kitap olarak tarihe geçmeyi başardı. Malum, Da Vinci Şifresi ve başka birkaç şifreli, kodlu kitapların yazarı olarak, Mister Brown çok okunuyor. Kitaplarının simgesi, tarihi göndermesi falan bol oluyor; merak içinde neler olacağını göreyim derken, şifreler çözülüyor, heyecanlı oluyor yani.
OKUDUKLARINIZ GERÇEKTİR!
Merak ettiriyor madem, öyleyse bir de son kitabına bakalım, ne anlatmış?
Kayıp Sembol, önceki Dan Brown kitaplarıyla aynı kurguya sahip. Tek fark; yer Washington, yani ABDnin başkenti, aslında hiçbir suçu olmayan süper adamlardan kurulu gizli teşkilat da masonlar. Bir ara Türkiyeye de uğruyor, bir Geceyarısı Ekspresi vakası için. Masonları da öve öve bitiremiyor, tabii bir de onların kurduğu Amerikayı...
Daha başta, Mister Brownun Gerçeklere asılmaya devam şiarı yankılanıyor Kitabın girişinde; hani bazı kitaplarda, filmlerde Burada anlatılan olayların gerçekle ilgisi yoktur denir ya, onun tam tersi bir açıklama var. Kitaptaki bütün teşkilatlar, kurumlar, ayinler, sanat eserleri, bilim milim hepsi gerçeklere dayanıyor diye bir açıklama, başında da kocaman Gerçek yazıyor.
Sonra anlatmaya başlıyor. Masonların başında bir bela var. Da Vinci ve Melekler ve Şeytanlar vakalarını çözüp kiliseyi kurtaran Simgebilim Profesörü Robert Langdon olaya dahil oluyor, kişisel bir şekilde. Her Mister Brown kitabındakine benzer bir kötü adam burada da var. Fena halde, kafayı geçmişten birtakım mistik inanışlara, ritüellere takmış ve bütün faaliyetini bu simgelere bağlamış biri. Eh, öyle olmasa Langdona ekmek çıkmaz çünkü.
YAZARDAN ÖNCE KAHRAMANI GELDİ
Arada bu kötü adamın yolu İstanbuldan geçiyor ya, tam da dünyanın en önemli kitabı tayfasının bayılacağı bir ziyaret. Sahicisine heyecanlandıkları kadar heyecanlanmayabilirler gerçi. Çünkü, bu kafayı simgelerle bozmuş kötü adamımızın yolu, uyuşturucudan cezaevine düşüyor; Kartala, Soğanlık Cezaevine. Orada rüşvet de dönüyor, cezaevinde şişleme de.
Soğanlıkta fazla durmuyor zaten, daha masonların ne kadar yanlış anlaşıldıkları bir daha bir daha söylenecek, Amerikayı ne kadar temiz hislerle kurdukları, yeni bir yaşama başladıkları anlatılacak, mistik muhabbetler bilimle karıştırılacak, şifreler bulunacak, şifreler çözülecek. Durur mu adam?
İŞİ GÜCÜ MİSTİK
Kitabın Gerçektir diye kafamıza sokmaya çalıştığı mesajların başlıcası şu: Bilimle mistisizm birbiriyle bağlantılıymış. Örnekler de, felsefeyle bilimin henüz birbirinden ayrılmadığı zamandan. Biraz bilim tarihi bilen herkesin malumu olan şeyler, öyle bir gizem halesi içinde anlatınca, insanı işkillendirmeye yarıyor hakikaten.
Bir de işin bilimsel kısmının suyunu çıkarıp, öldürdüğü kahramanı diriltince, mistikçi yazar iyice kontrolden çıkıyor. Aslında CIA de bu konuyu araştırıyormuş, ölünce tam ölmüyormuş insan; önce ölüyormuş sonra diriliyormuş, duyabileceğiniz en saçma bilimsel geyikler art arda geliyor.
Yani, ruh da bilimselmiş, anlayın siz onu.
HEM DE CAHİL
Yahu, hadi ruha, ölümden sonra hayata bilimsel bir kılıf uydurmayı bile diyelim yuttuk ama, Amerikayı kuran adamlar da ne güzel memleket kurdular, aydınlanmayı baş köşeye koydular, insanlığı aldılar yürüttüler safsatasını kime yutturacak acaba Mister Brown? Hayır, biz de bu dünyada yaşıyoruz; beyaz adamın Kızılderili katliamıyla kurduğu, çalıp çırptığı, yakıp yıktığı, yiyip şiştiği memleketinin dünyaya ne hayrını görmüşüz?
Vardığı çok süper sonuç da şu: İnsan tanrıdır.
Beyaz adam kafası işte. Bizim yaşadığımız topraklarda, zaten felsefeyle hiç ilgisi olmayan adamın o kadarcık tasavvuf bilgisi vardır. Allahın Amerikalısı, doğu felsefesine dair bir tek satır okumadığını belli ettiği cahillik manzumesi kitabında, ölüleri diriltip masonlara yalakalık yaparken yeni bir şey mi söylemiş oluyor?
Kayıp sembol falan değil; bayağı ortada duran, bildiğimiz Amerikan kafasını anlatıyor işte.
Çağdaş Günerbüyük