19 Eylül 2009 01:00

Biz dur demezsek…


Öğretim yılı yeni ama velilerin sorunları yeni değil, bu öğretim yılında daha da artarak önlerine geliyor. Çünkü eğitim farklı bir yapıda artık.
Eğitim sistemi, müfredatından işleyişine, finansmanından öğretmen yetiştirmesine kadar iktidarın ve ideolojinin arenası durumundadır. Bu yüzden eğitim tüm toplumun meselesidir.
Bugün eğitimdeki “yapısal uyum programları” ekonomideki yapılanmaya bağlı olarak düzenlenmektedir. Bütçeden ne kadar pay ayrılacağı, nasıl harcanacağı ekonomideki yapılanmaya bağlı olarak belirlenmektedir.
Dünün kapitalizmi bugünün moda deyimi ile neoliberal anlayışı, her şeyi ekonomik realite olarak görmekte ve bütün değerleri kâr-zarar ölçüsünde değerlendirmektedir. Bu yaklaşımda, öğrencilerin ve velilerin birer müşteri –tüketici-, eğitimin ise toplumu rekabete hazırlayan bir işletme olması istenmektedir.
Serbest piyasacılar, “Kamusal yapı ekonomik yapıya uygun değil, ekonomik kaynakları israf ediyor ve fırsatların önünde bir engel oluyor” diyerek, ya özelleştirilmesini ya da piyasada rekabet edebilecek biçimde ticarileştirilmesini istiyorlar. Yani öğrenciler, sınıflar, okullar ve bölgeler birbiri ile yarışmalı ve bu yarışmanın ticareti olmalı, bunun için ise bol dershane, sık sınav olmalı… Öğrencilerin –müşterilerin- tercihlerini doğru yapabilmesi için eğitim kurumlarının-işletmelerin kalite belgesi, ISO gibi puan tabloları ile derecelendirilmesi planlanıyor.
Neoliberal anlayış, eğitimden beklentileri de değiştirmektedir. “Eğitim ve sağlık bir iştir. Diğer işlerden bir farkı yoktur” diyerek trilyon dolarlarla ifade edilen eğitimi sektör olarak piyasaya açarken, içeriğine de yeni misyonlar yüklemektedir. “Eğitimin piyasalaşması toplumun piyasalaşmasıdır” diyerek, paylaşma, dayanışma ve kolektif iradenin yerine, bencil ve rekabetçi kişilerin yetiştirilmesine uygun müfredatlar hazırlamaktadırlar.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde eğitim devletin en önemli görevlerinden biri sayılırken, özellikle 1980’den sonra bu görevi hızla devretmektedir. Sosyal devletin bittiğini söyleyen Özal ve ardılları, kamuyu bir taraftan çıkardıkları yasalarla özelleştirirken, diğer taraftan da fiili olarak ticarileştirerek, hizmetlerin yükünü vatandaşın üstüne yıkmaktadır.
1980’lere kadar sosyal devlet bütçesi -yetersiz de olsa- hazırlanırken, sonraları uluslararası kurumların denetiminde, piyasanın ihtiyaçlarına yönelik yapılmaya başlandı.
1990’larda “yapısal uygum programları” ile eğitime ayrılan paylar düşmeye başladı. 1990’da yüzde 19.5, 2002’de yüzde 11.24 iken 2008’de yüzde 7.6’ya kadar düşmüştür.
Bugün eğitim kaynaklarının çoğu, velilerin sırtından ve kampanyalardan karşılanmaktadır.
Uluslararası kurumlardan alınan kaynaklar ise eğitimin alt yapısına değil, eskimiş teknolojinin eğitime egemen olması için kullandırılmaktadır.
2009 krizinde bile “Mali disiplin bozulmasın” gerekçesi ile kamu kaynakları kısılmaktadır. Eldeki kaynaklar ise özel kesime aktarılmaktadır.
SBS-ÖSS sonuçları açıklandığında, okul ve dershane duvarlarına, gazete sayfalarına dereceye giren öğrencilerin isimleri yazılarak serbest piyasada müşteri toplanmaya başlanıyor. Bu uygulama özel okul ve dershanelerde yapıldığı gibi, devlet okullarında da yapılmaktadır.
Hizmetlerin ticarileştirilmesi, çalışanların da piyasa anlayışıyla çalışmasının önü açılmaktadır. Bu pazarda eğitim emekçilerinin pozisyonları da yeniden belirleniyor. Ücret ve özlük haklarından, çalışma koşullarına kadar hakları fırsata dönüştürülüyor. Onlar da bu rekabetin birer dişlisi haline getiriliyorlar.
İşveren devlet -bugün için- çalışanların ücret ve sosyal haklarını kısıtladıkça, fiili ticarileştirme artmaktadır. Kurum yöneticileri tarafından, yasal olmayan işlemler, öğrenciler ve veliler üstünde baskıcı bir biçimde uygulanmaktadır.
7 yılda AKP Hükümeti döneminde, velilerin yasa dışı ödemek zorunda kaldığı paralar hem arttı, hem de çeşitlendi.
Okul koruma dernekleri yerine getirilen Okul Aile Birlikleri eliyle her hizmet ve etkinlik için paralar toplanmaktadır. Bu paraların hiçbir denetimi de yoktur.
Devlet eliyle geliştirilen özel okulların yanında, örneği dünyada az görülen dershaneler eğitimin ana unsuru haline getirilmiştir.
Eğitimin böyle özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi, dar gelirli yoksul ve işsizlerin eğitim dışına atılmasına neden olmuştur.
Eğitimde başarı olarak değerlendirilen sınavlardaki sıralama da bölgeler, iller ve okulların sıralanışı sınıfsal ayrımı göstermektedir. SBS’de en başarılı 50 okulun hepsi özel okuldur. ÖSS’de ise 23 birinciden 14 tanesi özel okul öğrencisidir. Özel okul öğrencileri tüm öğrencilerin yüzde 3’ü bile değilken başarıları yüzde 70’dir. En son sıralarda olan Doğu ve Güney Doğu’daki okulların öğretmen ve araç-gereç eksikliğinden önce, anadillerinde eğitim alamamalarından kaynaklandığını da belirtmek gerekir.
Başka neler oluyor;
* Milli Eğitim Bakanlığı iki yıldır gönül köprüsü adında bir projeyi güya Turkcell’in sponsorluğu ile uyguluyor. Birçok masrafını Okul Aile Birlikleri çekiyor ama isim Turkcell’in oluyor.
* Bir de eğitimde zimmet dönemi başlatılıyor. Sanki okulların ve eğitimcilerin öğrenciden başka görevi varmış gibi, öğrenciler öğretmenlere kullanılacak bir eşya gibi zimmetleniyor. Ne olacak? Başarı artacakmış… Neyin başarısı? Parayla yarışılan sınavların başarısı mı?
* Milli Eğitim Bakanlığı’nın 14 yayınevi olmasına rağmen, kitap basımı ihalelerini özel yayınevlerine bastırıp dağıttırdığı ve içeriği boşaltılan, toplam 78 milyon 805 bin 311 adet kitaplardan bakalım kimler milyonları vuracak?
* Laik eğitimde yeri olmayan din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin zorunluluktan çıkartılması gerekliliği konusunda, mahkemelerin oybirliğiyle aldığı kararı, bakanlık uygulamakta ayak diretiyor.
* Binlerce Alevi ve diğer dinlerden ya da ateist öğrenci, Sünni mezhebin kurallarını öğrenmek zorunda bırakılıyor.
* Okul yapılarının çocukların gelişiminde çok önemli etkileri olduğu bilinmektedir. Fiziki koşulların uygun olmadığı ortamda ders dinleme, izleme, katılma, paylaşma vb. değerler olanaklı değildir. Okullar askeri kışla gibi. Yapılan araştırmalarda, okulların yüzde 70’i standartlara uygun değildir. Yüzde 48’inin bahçesinde ağaç bile yoktur. Büyük şehirlerde okul bahçeleri paralı otopark olarak kullanılmaktadır.
* İlköğretimlerde, öğrenci başı 10 metrekare açık alan olması gerekirken, 5 metrekarelik alan bile yoktur.
* Her iki yılda bir biçimsel değiştirilen ÖSS 2010 yılında iki aşamalı uygulanacak.
* Meslek liselerine yeni bir haksızlık yapılmaktadır. Sınavsız geçiş hakları ellerinden alınan bu gençlerimizin, okuldaki müfredat programı ile istedikleri yeri kazanmaları bir hayaldir. Geçmiş yıllarda meslek liselilerin 4 yıllık okulları kazanma oranları yüzde 5’i geçmemektedir. Bu uygulama ile dershanelere yeni müşteriler bulunmuş oldu.
* 4 yıllık lisans programına yerleşmede en başarılı il yüzde 25.7, en başarısız il ise yüzde 13.4’tür. Yani ÖSS’nin başarı ortalaması yüzde 20’yi geçmemektedir.
* 2009’da en çok tercih edilen açık öğretimdir. Neden?
* 2009’da 31 bin aday tercih yapmadı. Neden?
* 2010 sınavı için bir milyon iki yüz bin öğrenci dershaneye gidecek. Neden her yıl dershane sayısı ve öğrencisi artıyor?
* 2009 ÖSS birincisinin “Tuvalet ve yemek dışında ara vermedim” sözleri milyonları bu garabete sürükleyenlerin kulaklarına küpe olmadı mı?
* 6-16 yaş arası 1 milyon 713 bin öğrenci okula gitmiyor. Yarısı da kız.
* OECD ülkelerinde bir öğrenciye 5 bin 450 dolar, Türkiye’de ise sadece 869 dolar pay ayrılıyor.
* OECD’de lise mezunlarının oranı yüzde 90’ın üzerinde, Türkiye’de yüzde 53.
* Riskli okulların ise sadece yüzde 20’si güçlendirilebildi.
* Dışarıda 240 bin öğretmen atanma beklerken, yeni sınıf ve okullar açılmadığı gibi kalabalık sınıflara sözleşmeli ve ücretli öğretmenler görevlendirildi.
* Sınava giren milyonlarca çocuktan binlercesinin sıfır alması, binlercesinin kazanamaması yaşama umutlarını kararttı.
***
Yukarıdaki değişimleri bir çoklarımız biliyoruz. Hele Evrensel okurları çok daha iyi biliyorlar. Bilmenin yetmediği bir dönemdeyiz. Şikayetlerin azalması için tarafların örgütlenmesi ve ortak mücadeleye katılması gerekir. Bildiklerimizin karşılık bulması için Eğitim Sen’in, ÖVDER’in ve öğrenci örgütlerinin güçlendirilmesi önümüzde duran bir gerçektir. Okulların demokrasinin mihenk taşları olması için yönetiminden müfredatına kadar öğretmenler, öğrenciler ve veliler örgütleri ile taraf olmalıdır.
Eğitimde esas değiştirilmesi gereken, sistemin karakteridir. Felsefesidir. Bu felsefe özgürlük, insan yeteneklerini geliştiren, paylaşmayı, dayanışmayı esas alan, demokratik bir toplumu ve ortak yaşamı amaçlar. Bugün “demokratik açılım” diye sunulmaya çalışılanları gerçek anlamıyla topluma yerleştirebilir.
Herkese eğitim hakkının sağlanması, herkesin yetenekleri doğrultusunda nitelikli ve anadilinde eğitim alması bizlerin ellerinde…
ORHAN YÜCE - ÖVDER İzmir Şube Başkanı

Evrensel'i Takip Et