Tüm halka karşı topyekün mücadele
Semih Hiçyılmaz
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin varlığı ancak 1997 yılında açığa çıktı, kamuoyu ilk defa böyle bir belgeden haberdar oldu. Belge deyince üç beş sayfadan oluşan bir metin değil kastedilen. Onlarca klasörden oluşan bu belge devletin o dönemki ihtiyaçları doğrultusunda, tüm birimleriyle belirlenen hedefe nasıl varacağının saptanması, yöntem ve araçlarının belirlenmesi. Yani bir nevi Gizli Anayasa. Devletin tüm kurumlarının bağlı olduğu ve uymak zorunda olduğu, bütün birimleriyle buna göre yapılandığı, yöntem ve mücadele biçimlerinin belirlendiği, tüm diğer yasa ve kuralların buna bağlı olduğu anayasa. Daha önce 1980 yılında daha sonrasında ise 1997’de dönemin ihtiyaçlarına göre değiştirilen Siyaset Belgesi’nde 1992 yılında yapılan değişiklikle dış tehdit olarak güney ülkeleri, iç tehdit olarak ise yıkıcı ve bölücü örgüt ve odakların terörist faaliyetleri öncelikli tehdit olarak belirleniyordu. Ayrıca aynı MGK toplantısında psikolojik savaşa ağırlık verme kararı da alınıyordu.
KONSEPTE UYGUN GELİŞMELER GÖRÜLMEYE BAŞLANDI
1991 yılında genel seçimler yapılmıştı ve iktidarda Demirel-İnönü koalisyon hükümeti bulunmaktaydı. Aynı tarihlerde Genelkurmay Başkanı da Doğan Güreş idi. Yeni konsepte uygun gelişmeler kısa sürede görülmeye başlandı. 18 Ağustos 1992’de Şırnak olayları meydana geldi. Karakola ateş edildiğini iddia eden askerler kenti ağır bir yaylım ateşine tuttular. Belirli bir evden çok tüm evler hedefti ve birçok ev ağır silahlarla oturulamaz hale getirildi. Olaylar olduğu sırada ilginç bir tesadüf Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu Şırnak’taydı. Hakkında kontrgerillacı suçlaması yapılan, 1 Mayıs 1977 Taksim Katliamı’nda parmağı olduğu iddia edilen emekli asker Kilercioğlu. O tarihte Şırnak Tabur Komutanı da Mete Sayar’dı. Kısa bir süre sonra Başbakan Demirel Mete Sayar’a Şırnak’ta gösterdiği çabalardan ötürü üstün hizmet madalyası veriyordu. Yine o tarihlerde 8 Skorsky helikopter OHAL Valisi emrine veriliyordu. İlk günlerde helikopterleri Amerikalı pilotlar kullanıyor, talebelerine öğretiyordu. Tıpkı Latin Amerika filmlerindeki gibi.
‘BÖLGESEL AYAKLANMA’ TESPİTİ YAPILDI
İlk adımlar atıldıktan sonra 25 Eylüldeki MGK toplantısında da son rötuşlar yapılıyordu. Hemen ardından da 30 Eylül 1992’de Başbakanlıkta üst düzey yetkililerin katıldığı bir istihbarat toplantısı düzenleniyor, yeni konsepte ilişkin yapılacaklar gözden geçiriliyordu. Bu toplantıda bölgesel ayaklanma ile karşı karşıya olunduğu tespiti yapıldı. Zaten yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ile bölücü terör öncelikli tehlike olarak kabul edilmişti. Ama bölgesel ayaklanma tespiti ile yalnızca örgüt mensupları ya da gerillalar değil bölgede yaşayan tüm bir halk tehlike olarak kabul ediliyor ve bu tespite bağlı olarak yapılacaklar belirleniyordu. Başbakanlıkta yapılan bu toplantıya Başbakan Süleyman Demirel, yardımcısı Erdal İnönü, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, MGK Genel Sekreteri Ahmet Çörekçi, Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Halis Burhan, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, Başbakanlık Müsteşarı Necdet Seçkinöz de katılıyordu. Uzun süren toplantının çıkışında Başbakan Demirel basın mensuplarına “Yapılan planlar ve planların uygulanması gözden geçirilmiştir, bunların hepsi tatminkardır” diyordu.
25 Eylüldeki MGK toplantısının ardından yapılan açıklamalar zaten gidişatı gösterir nitelikteydi ve 30 Eylül toplantısında nelerin planlanacağı belli gibiydi. Milliyet gazetesinde 26 Eylülde Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in şu açıklaması yer alıyordu: “Kürt Sorunu yok Güneydoğu sorunu var. Tüm kurumların sorumluluk üstlenmeleri için bir kanun var. Şimdi topyekün mücadele için ben hükümetle temastayım.” 20 yıl sonra 20 bin faili meçhulden sonra Başbakan Tayyip Erdoğan aynı noktaya dönüp aynı lafları söylemekte: “Kürt sorunu yoktur, güvenlik sorunu vardır.” Faili meçhuller yeniden başlayacak mı bilemeyiz ama siyasetçisinden gazetecisine, belediye başkanından bilim insanına cezaevlerine doldurulanların sayısının 20 bini geçmesi hedeflenmiş gibi. Yine geçmişe dönecek olursak aynı gün, yani 26 Eylülde Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü Konya’nın Hadim ilçesinde yaptığı konuşmada “topyekün mücadele başlatıyoruz” diyordu. Yine o günlerde OHAL Valisi Ünal Erkan da “terörist örgüte karşı mücadelede artık aktif duruma geçilecektir” açıklamasını yapıyor, yani yetkili ağızlar yeni konsepti kamuoyuna anlatıyordu.
EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜNE AĞAR GETİRİLDİ
Tüm kurumlar hazırlıklarını yapmaya başladılar. Uygun isimler uygun görevlere getirildi. 1993 yazında Emniyet Genel Müdürlüğüne Mehmet Ağar getirildi. İlk demeci “Oyunu kurallarına göre oynayacağız” oldu. Özel Harekat Timini eğitmesi için MİT’ten emekli Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın önemli ismi Yarbay Korkut Eken görevlendirildi. Eken göreve geldikten bir hafta sonra “Özel ordu çok yakında hazır olacak, PKK’yı Rambolar vuracak” açıklaması yaptı. Amerikanın oluşturduğu özel güçlerin benzerleri oluşturulmaya başlandı. Bu ekipleri eğiten Korkut Eken gibi isimler Amerika’ya götürülüp kontrgerilla eğitiminden geçmiş Özel Harp Dairesi subaylarıydı.
Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürü olduktan 15 gün sonra MGK toplantısına bir raporla geldi. Rapor kısa ve özdü ve iki ana başlık etrafında toparlanmıştı: 1- PKK’ya karşı PKK’nın taktikleriyle mücadele etmek, 2- Teröristlere destek olanlara da terörist muamelesi yapmak. Ağar’ın raporunda yazılanlar MGK’nın yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesine uygunluk taşıyordu.
Artık yeni konsepte uygun bir savaş için tüm hazırlıklar bitmiş gibiydi. 1993 Ekiminde Lice’de yaşananlar sonraki dönemin nasıl olacağının göstergesiydi sanki. Bir gece yarısı Lice dört tarafından top ateşine tutulmaya başlandı. Üç gün süren bu bombardıman sırasında kent yerle bir edildi. Tıpkı İspanya’da Nazilerin Guernica kasabasına yaptığı gibi. 20’den fazla insan öldü, 640 ev ve işyeri yıkıldı.
VE ÇİLLER İŞARETİ VERDİ
1993 Kasımında yeni Başbakan Tansu Çiller bundan böyle PKK’ya kendi dillerinden cevap verileceğini belirten bir demeç verdi. Özel yetiştirilmiş on bin komandonun dağlara gönderileceğini söyleyen Çiller, kepenk kapatanlara da terörist muamelesi yapılacağını ve Meclisteki DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının da en kısa sürede kaldırılacağını ilan etti. Başbakan Çiller 4 Kasım 1993’de İstanbul’da Holiday Inn Otelinde basınla yaptığı toplantıda “PKK’ya haraç veren iş adamlarının listesini biliyoruz” dedi. Bu sözler ertesi günkü Milliyet gazetesinde manşetten verildi. Bu demecin hemen ardından Kürt işadamları birer birer faili meçhul cinayetlere kurban gittiler. Kaçırılanların cesetlerinin büyük bir kısmı Adapazarı-Hendek-Sapanca üçgeninde bulundu. JİTEM’in kurucularından Tuğgeneral Veli Küçük’ün o dönem sorumlu olduğu jandarma bölgesinde. Veli Küçük’e Susurluk Soruşturması günlerinde kimse bir şey soramadı. Hatta Meclis Araştırma Komisyonu bir ara Küçük’ü de dinlemek istediğini belirtti ama Küçük’ün komutanı, Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman tarafından tehditle sindirildiler. Koman, Meclis Araştırma Komisyonuna “Siz kim oluyorsunuz da benim generalimi çağırmaya kalkıyorsunuz” diyen bir mektup gönderdi. Bu mektubu bu güne kadar göstermeyen Meclis Araştırma Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış “Koman beni tehdit etti” dedi. Şimdi Veli Küçük Silivri’de cezaevinde. Soru sormaya kalkılırsa Koman gibi sahip çıkacak bir komutanı da yok. Ama AKP hükümeti ve savcıları bölgesindeki cinayetlerle ilgili soruları yine soramıyor.
KÖY KORUCULARI, İTİRAFÇILAR SAVAŞIN OLMAZSA OLMAZLARI
Yeni konseptle birlikte başta Güneydoğu’da olmak üzere tüm ülkede kontrgerilla yöntemlerini esas alan özel harp süratle başlatılıyordu. Tabi bu savaşın gereği olan kurumlar da oluşturularak. Özel Harekat Timleri, JITEM, itirafçılar, korucular bu savaşın unsurlarıydı. Bunların devreye sokulmasıyla beraber köy boşaltmalar, köy yakmalar, adam kaçırmalar, faili meçhul cinayetler bir bütün olarak devreye giriyordu. Köy korucuları ve itirafçılar yaptıkları birçok yasa dışı icraatla tepki de çekiyordu. Ama onlar da özel harbin vazgeçilmez unsurlarıydı. Bakın bu konuda uzmanımız Mehmet Ali Kışlalı neler söylüyor:
“Güneydoğu Anadolu’daki Köy Korucuları yaklaşımı da, bir oranda, -daha önce Malaya’da da uygulanmış- bu deneyimlerden ilham alınarak ortaya konmuş, fakat mahiyeti iyi anlaşılamadığından, alınan netice hem beklenen düzeyde olmamış, hem de bazı siyasi partilerin eleştirilerine hedef olmuştur. Oysa İngilizler ve Fransızlar başta olmak üzere birçok sömürgeci ülke sömürgelerindeki ayaklanmaları bastırmak için kendi anavatan kuvvetlerinden ziyade o ülkelerde o ülke halklarından oluşturulan kuvvetleri kullanmışlardır. Bunun örnekleri Afrika ve Asya’da çok görülmüştür. Malatya’da teslim olmuş yüzlerce gerilla Özel Harekat Gönüllüler Kuvveti adı altında düzenlenip polis şeflerinin komutasında, askerlerin de katılımıyla, eski arkadaşlarına karşı başarılı işler yapmışlardır.
Güneydoğu’da da, gerek teslim olanlardan gerek yakalanıp itirafçı olanlardan zaman zaman yararlanıldığı muhakkaktır. Ama bu yaklaşımın tam bir sistem halini aldığı ve verimli olduğu söylenememektedir. Buna rağmen PKK için gerek geçici köy korucuları, gerek bu itirafçılar ilk hedef olarak seçilmekle ne kadar etkili olduklarını göstermişlerdir.”
‘HARPTE DEMOKRASİ OLMAZ’
Özel harbin bütün araç ve yöntemleriyle devreye sokulması üzerine o güne dek alışık olunmayan manzaralar ortaya çıkmaya başladı. İnfazlar, adam kaçırmalar, işkence, köy yakmalar vb. Buna kamuoyunun belli kesimlerinden tepkiler de geliyordu. Bu ‘kirli savaşa’ itiraz edenler oluyordu.
Bu tür itirazlara en güzel cevap ve sürdürülen özel harbin mantığı yine bir emekli generalden geliyordu. TBMM Araştırma Komisyonuna ifade veren Emekli Korgeneral Şadi Ergüvenç bu işi en iyi bilen isimlerden. Emekli olmadan önce Diyarbakır’da görev yapmış bir komutan. Özel savaş başladığı yıllarda Diyarbakır’daki 2.Hava Kuvvetleri Komutanlığında komutan olarak görev yapmasından dolayı da gelişmeleri ve yapılanları iyi biliyor. Bakın neler diyor TBMM Araştırma Komisyonundaki milletvekillerine emekli komutan:
“Bu tür mücadelelerde kararlılık önemlidir. Çekingen davranış kararlılık eksikliği şeklinde algılanabilir. Bence o günlerdeki mücadelenin gereken seviyeye ulaşmamasında etken kararlılık eksikliği idi. Bugünkü kararlılığı (Haziran 1995) o zaman gösterseydik güvenlik güçlerinin etkinliği de daha başka olurdu.
Hatırlarsanız o zamanlar devlet yetkilileri bu meseleyi demokratik usullerde halledeceğiz, derdi. Harbin demokratikliği olmaz. Türkiye’nin bölünmesi ve hatta PKK Türkiye’yi yıkmak istediğine göre yıkılması söz konusu olunca, böyle bir tehdide karşı, bana sorarsanız insan hakları ve demokrasi mülahazaları ikinci planda olmalı.”
YARIN: İmha harekatının adı: Kale Planı
evrensel.net
Evrensel'i Takip Et