27 Aralık 2011 11:26

İmha harekatının adı: Kale Planı

MGK’nın belirlediği yeni Siyaset Belgesi’ne uygun çalışmalar hızla yürütülmeye devam ediyordu. Kasım 1994’de Başbakan Tansu Çiller İsrail’i ziyaret etti. Bu başbakan düzeyinde İsrail’e yapılan ilk resmi ziyaretti. Bu ziyaret esnasında Türkiye ile İsrail arasında terörle mücadele ve istihbarat konuların

İmha harekatının adı: Kale Planı
Paylaş

Semih Hiçyılmaz

 

ÖZGÜR ÜLKE GAZETESİNE BOMBA

Kontra savaşı tüm hızıyla yürüyordu. Bu kez 1994’ün Aralık ayında Başbakan Tansu Çiller “Bölücü terör organlarının susturulması için gereğinin yapılması”nı yazan bir genelge yayınladı. İki gün sonra da Özgür Ülke gazetesinin binası içindekilerle birlikte havaya uçuruldu. 20 sene sonra bugün ise AKP iktidarında Gündem gazetesinin binası basılıyor, bu kez havaya uçurulmuyor ama neredeyse içindekilerin tümü gözaltına alınıyordu. Amaç yine aynıydı: ‘Bölücü terör organlarının susturulması’.

TÜM YAPILANLAR DEVLET PLANIYDI

Susurluk sonrası da sıkça tartışılan, bugünlerde de isimleri fazlaca telaffuz edilen Tansu Çiller ve Mehmet Ağar bütün bunları kendi kafalarından yapmamışlardı elbette. Ağar’ın ne zaman sıkışsa “Tüm yaptıklarımdan MGK’nın haberi vardır” demesi boşuna değildi. Gerçekten de tüm yapılanlar 1992’de değiştirilen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin tanımladığı ihtiyaçlara denk düşen gelişmelerdi. Tüm yapılanlar esasında bir devlet planıydı. Siyaset Belgesi’ne yani Gizli Anayasa’ya uygunluk taşıyacak yeni gelişmeler ve atılacak adımlar MGK toplantısında teferruatlarıyla ele alındıktan sonra yürürlüğe sokulmuştu. Planın bütünü en ince ayrıntılarına dek MGK’da tartışılmıştı. Özel harbin ve psikolojik savaşın ana hattını oluşturduğu bu plana bir de isim vermişlerdi. Bu harekatın adı Kale Planı idi. Gerek Susurluk sonrası tartışılan çeteler gerekse şimdi Ayhan Çarkın’ın yarım ağız itiraflarıyla yeniden gündeme gelen cinayetler, faili meçhuller tartışılmak isteniyorsa öncelikle Kale Planı tartışılmalıdır. Bu planı hazırlayan MGK tartışılmalıdır. Bu planın içeriği ve hayata geçmesi için onay verenlerin sorumlulukları ortaya konmadan çeteler, faili meçhuller, karanlık olaylar hakkında adım atmanın olanağı yoktur. Sorumlulardan hesap sormadan tetikçilerden hesap sorulamaz. Nitekim sorulamıyor da. Kime bir şey sorulmaya kalkınsa “Tüm yaptıklarımdan amirlerimin haberi vardı” cevabıyla karşılaşılıyor. Düşük Yoğunluklu Çatışma denilen kontrgerilla harbinin yani Kale Planı’nın bir devlet politikası olduğu, sadece kolluk kuvvetlerinin değil tüm devlet kurum ve kuruluşlarının bu savaşa adapte olması gerekliliği işin alfabesiydi. Buna da uygun davranılmıştır zaten. Askeri güçlerin yanı sıra bürokratlarından medyasına herkes bu özel savaşta özel görevler üstlenmiştir. Tıpkı şimdilerde medyanın üstlendiği özel görev gibi.  

ÖZEL HARBİN BİRÇOK UYGULAMASI BUGÜN DE SÜRÜYOR

“Artık çok şey değişti”, “O günlere yeniden dönülmeyecek”, “O zaman birçok yanlış yapıldı”, “Yanlış yapanlar hesabını verir”, açılım, demokrasi gibi sözleri sık sık duyuyoruz bu günlerde. Sonu hiçbir yere gitmeyen, ucu kimseye dokunmayan Ergenekon gibi davalarla yanılsamalar yaratarak AKP hükümetinin eskinin yöntemlerini terk ettiği, demokratik adımlar attığı gibi iddialar öne sürülüyor. Oysa ki bugün yapılanlar geçmişte yapılanlara rahmet okutacak boyutta. Birkaç günlük yazı dizisinin izin verdiği ölçüde yaşananları, uygulamaları hatırlatmaya çalıştık. Sorumluların bir devlet politikası çerçevesinde kimler olduğunu gördük. Bugün bırakalım bu sorumlulardan hesap sormayı özel harbin birçok uygulaması aynen devam ediyor. Koruculuk sistemi sürüyor. Boşaltılan köylere dönüş yine yasak. Askeri operasyonlarda kimyasal silahlar kullanılıyor. Çocuklar öldürülüyor, tutuklanıyor. Puşi takmak suç sebebi. Basılmayan kitaplar toplatılıyor. Kürtçe yine “bilinmeyen bir dil”. Belediye başkanları, avukatlar, bilim insanları, gazeteciler cezaevlerine dolduruluyor. Yakmakla, yıkmakla, infazla tüketemediklerine karşı amansız bir kuşatma uygulanıyor. Selam veren bile içeri alınıyor. İnanılmaz bir psikolojik harp yürütülüyor. Tarihin en saldırgan hükümeti ile karşı karşıyayız.

HALKA KARŞI İŞLENEN SUÇLARIN HESABI SORULACAK

Halka karşı işlenen tüm suçların hesabı sorulacak elbette. Gerçekler, yaşananlar sonsuza dek saklanamayacak. Ama bütün bu saklananların açığa çıkarılması, sorumluların ortaya konması, onlardan hesap sorulması egemenlerin kendi aralarındaki çelişkilerin, çekişmelerin sonucunda gerçekleşmeyecek. Tüm ‘devlet sırlarıyla’ halkın arasına koruyucu bir duvar örülmüş durumda. Bu aşılmaz gibi gözüken ‘duvardan bir tuğla çekildiğinde’, bütün duvar dünüyle bugünüyle suç işleyenlerin ve suç ortaklarının kafasına yıkılacak. Bu tuğlayı duvardan söküp alabilecek tek güç ise bu ülkenin işçileri, emekçileri, ezilen halkları. Tek mesele kol kola verip duvara yüklenmekte.


‘KÖYLERİ DE YAKTIK’

Kontrgerilla yöntemleriyle sürdürülen özel savaşta bütün dünyada ne yapıldıysa bizde de onlar yapılıyordu. Fazlası vardı da eksiği yoktu bütün uygulamaların.  Buna köylerin yakılması da dahil. Bu bölümü de yine uzmanımız Mehmet Ali Kışlalı’dan dinleyelim:
“Sonuçta bir kısım halk bölgedeki il ve ilçelere, bir kısmıysa batı illerine göçe mecbur olmuştur. Bunda PKK’ya destek verdiği bilinen ve bu tutumunda ısrarlı görünen bazı köylerin boşaltılması da rol oynamıştır. Böylesine köy boşaltma ve hatta boşaltılan köylerin bir daha isyancılar tarafından kullanılmaması için yakılması yöntemleri kontrgerilla mücadelesi yapan DYÇ bölgelerinde dünyanın her tarafında, bu mücadeleyi sürdüren ülkelerin güvenlik güçlerince uygulanmıştır.”


‘GIDA AMBARGOSUNU DA BİZ KOYDUK’

Bölgede köylülerin yediklerine bile karışıldığı, ürünlerine el konduğu, bir çuval buğdayın, iki paket çayın tutuklanma sebebi sayıldığı günler yaşanıyordu. Bu yaşananlar birçok yetkili tarafından inkar ediliyordu, hatta bugün bile inkar ediliyor. ‘Yaptıysa işgüzar bir yetkili yapmıştır’ denerek yaşananlar saklanmaya çalışılıyor. Oysa ki bunlar da özel harbin sıradan uygulamalarından başka bir şey değildi. İşin kitabında bunlar da yazıyordu. Yine işin uzmanından,  Mehmet Ali Kışlalı’dan öğrenmeye devam edelim:
“İngiliz Valisi Malaya’da 1848 Haziranında olağanüstü hal ilan etti. Türkiye’deki benzeri olağanüstü hal yasası yürürlüğe girdi. Özgürlükler bu yasayla sınırlandırıldı. Vali büyük yetkiler aldı. Yasalar çok sertti, ama Malaya Komünist Partisinin sürdürdüğü mücadele de çok sertti. Hükümetin yasaları ve düzeni hakim kılmakta kararlı olduğu belirtildi. O kadar ki, teröristlerin lojistik ikmal imkanlarının sınırlandırılması için herkese yiyecek sağlayabilecekleri, belirli yerlerde ikamet edebilecekleri, yiyecekleri ancak oralarda kendilerine verilecek karne ve kimlikler ile sağlayabilecekleri bildirildi. Böylece MKP’ye karşı mücadelede çok önemli ilk adımlar atılıyordu.

Türkiye’de bu adımlar, ancak 1993’ten sonra atılmaya başlandı. Tunceli gibi, PKK’nın arazinin verdiği kolaylıklardan çok yararlandığı bölgelerde köylülerden gıda temin edememesi için çok sıkı bir kontrol uygulandı. Köylerine kasabalardan yiyecek götüren köylülere sınırlar kondu. Yanlarında ancak Jandarmadan alacakları izin belgesiyle yiyecek ve başka malzeme nakledebiliyorlardı. Bu sistemin insan haklarına aykırı olduğu, TC’nin Kürt bölge halkını açlığa mahkum ettiği gibi iddiaların yapıldığı görüldü. Güvenlik güçlerinin uyguladığı bu ‘PKK’yı gıdadan mahkum etme taktiği’nin ne kadar geçerli bir taktik olduğunu bilen bir büyük Avrupa ülkesinin Ankara’daki askeri ateşesi bize şunları söyledi, ‘TSK demokratik bir dünyada zorunlu olan etkili enfermasyon hizmetinin yararını bilmiyor. Onun için de bu hizmeti vermiyor. Batı dünyasını gerektiği gibi enforme etmiyor. Biz yapılanları anlıyoruz. Ama Türkiye’yi ziyaret eden, ya da ülkemizden burada yapılan iddiaları dinleyen parlementerlerimiz yanlış bilgilendiriliyorlar. Onun için Türkiye beklediği anlayışı bir türlü göremiyor.”

BİTTİ

evrensel.net

ÖNCEKİ HABER

Maraş gerçekleri izleyenlerin kanını dondurdu

SONRAKİ HABER

'Yaptırım halinde tek bir damla petrol dahi geçirtmeyiz'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa