18 Haziran 2009 00:00

ESKİKENT YAZILARI

Öyküsü ‘bol’ insanlar vardır. Yaşadıklarını adeta yanlarında taşırlar. ‘Falanca zamanda filanca kişiyle beraberken…’ diye başlayan sohbetlerde o ‘öyküler’ anlatılır hep.

Paylaş

Öyküsü ‘bol’ insanlar vardır. Yaşadıklarını adeta yanlarında taşırlar. ‘Falanca zamanda filanca kişiyle beraberken…’ diye başlayan sohbetlerde o ‘öyküler’ anlatılır hep.
Bizim gazeteci Ali Naki de ‘öyküsü bol’ olanlardandır. Yıllar önce… O zamanlar, Porsuk’ta kayık kiralayıp kürek çekmek, eğlenceli iş… O da, bir arkadaşıyla birlikte sandal kiralayıp asılıyorlar küreklere… Lokomotif Fabrikası’na doğru yol alıyorlar. Atatürk Caddesi’ndeki köprünün altından geçip, o zamanlar sazlık olan bölgeye doğru yanaşıyorlar. Ellerinde de şarap şişesi, hem içiyorlar, hem sohbet ediyorlar. Bir zaman sonra yüksek sesle de konuşmaya başlayınca birisi bunların şarap içtiğini görüp polise şikayette bulunuyor. Ekip aracı Porsuk kıyısına yanaşıyor, içinden bir polis iniyor ve bizimkilere sesleniyor:
-Porsukk’ta alkol almak yasak. Derhal çıkın dışarıya!
Bizimkiler oralı bile olmuyor. Kayığın içinde şaraplarını yudumlamaya devam ediyorlar. Polis, sesini yükselterek konuşmayı sürdürüyor:
-Yahu kardeşim ben kime diyorum içmeyin diye? Çabuk çıkın bakayım oradan!!
Bizimkiler kadehlerini tokuşturup fondip yapıyorlar…
Suya girmek istese giremeyecek… Polis çok öfkeli, hep aynı sözleri tekrarlayıp duruyor:
-Yahu kardeşim Porsukk’ta içmeyin, çıkın şu sudan!
Bizim Ali Naki, polise çıkışıyor:
-Hadi kardeşim işine! Sen git, sahil güvenlik gelsin!!
Polis bakıyor baş edemeyecek, aracına atlayıp uzaklaşıyor.
***
Eskiden Büyük Otel’in arkasında, otel ile Porsuk’un öbür yakasındaki Tozman Çarşısı’nı birleştiren küçük bir köprü vardı. Gündüz güvenlikli bir köprüyken, gece olunca, ‘yol kesenler’ köprüsüne dönüşüyordu. Kıyısında; ‘evsizler’, şarap içenler, yol kesip para isteyenler…
Köprünün hemen ayağında da, çarşı esnafına yemek çıkaran küçük bir lokanta vardı. İstisnasız haftada iki gün soyulurdu. Biz de, ‘A lokantası yine soyuldu’ başlığıyla, yerel gazetelere haber yapardık. Anlatılan oydu ki, bir defasında hırsız pencereyi zorlayıp açmış, içeriye girmiş, gündüzden kalma yemeği yedikten sonra ortalığı toparlayıp, ‘teşekkür ederim, ziyade olsun’ diye bir not bırakıp çıkmış.
Bir değil, iki değil…
Lokantacı kapının kilidini değiştirir, kendince önlem alır, bu defa bacadan girerler. Bacayı tıkarlar, kiremitler yerinden kaldırılıp çatıdan girilir. Ona da önlem alınır, pencereden girerler… Lokantacı yolgeçen hanına dönüşen lokantasının penceresine sonunda şu duyuruyu asmak zorunda kalmıştı:
-Sevgili hırsız kardeş(ler), ne olur, lokantamı soyma(yın)??
Bu ilandan sonra ortalık biraz durulur gibi olmuştu ki, hırsız yine lokantayı ‘havalandırmıştı’... Lokantacının hırsıza yaptığı çağrıya, hırsız da bir not bırakarak yanıt vermişti:
-Kibarlığın lüzumu yok kardeş!!
Sonra lokanta tümüyle kapandı tabii.
***
Porsuk kıyısında kayık kiralayan yaşlı Nuri Amcamız vardı. Kış yaklaşınca sandallarını sudan çıkarır, bakımlarını yapar, onları deposuna taşırdı. İlkbahar gelince de, bakımlı kayıklarını Porsuk’un gövdesine salardı. Zaman zaman gider, onun Porsuk kıyısındaki günlük yaşamını seyre dalardım. Akarsuyla o denli özdeşleşmişti ki, birini diğerinden ayrı düşünemezdim.
Porsuk, Basma Fabrikası’nın rengini giyinirdi o dönemlerdi. Basma’da kırmızı renkli basma üretiliyorsa, Porsuk da kırmızı akardı. Nuri Amcayla bir röportaj yapmıştım da, Evrensel’in arka sayfasında “Basmadan giyinen nehir” başlığıyla çıkmıştı.
Bir gün Nuri Amcayı razı edip, yerel Sakarya Gazetesi adına sandal yarışı düzenlemeye karar verdik. Gençler, Porsuk üzerinde belli bir mesafede sandallarla yarışacaktı. Nuri Amca da yarışmacı olacağını belirtince ‘yaş sınırını’ kaldırdık, ‘on sekiz yaşının üstünde, her yaştan kişi katılabilir’ dedik. Kimse Nuri Amcaya şans vermiyordu. Ama o, öylesine istekli ve kararlıydı ki, yarışmacıların hepsini geride bırakıp, kendisinden sonra gelene de birkaç boy fark attı. Yılların sandalcısı geçilir miydi hiç? Kürsüye bir çıkışı vardı ki, zannedersiniz olimpiyat şampiyonu.
***
Ortasından Porsuk gibi bir akarsuyun geçtiği dünyada kaç şehir vardır, bilmiyorum. Denizi olmasa da, akarsuyla tanışmış kentleri şanslı sayarım. Bir de o akarsu temiz, bakımlı, hayat veren durumdaysa…
‘Öte yakaya geçelim, atlara yonca biçelim’ diye başlayan Eskişehir türküsü bize anlatır ki, şimdi beton yığınına dönen akarsuyun kıyısı yonca tarlasıymış bir zamanlar. Eskişehir’i kuranlar bile bu akarsuya kıyamamışlar. Hep anlatılır: Koyun ciğerini üç yere asmışlar kentin ilk yerleşim yerini belirlerken. İlki Porsuk kıyısı… İkincisi, ‘Yediler’ dediğimiz, Hamamyolu’nun sonu. Bir diğeri de biraz yüksekçe yerde kalan Odunpazarı…
Koyun ciğerlerinden ilk ikisi kısa sürede bozulmuş. Odunpazarı’ndaki ise havanın temizliğinden ötürü en dayanıklısı çıkmış. Ve Eskişehir’in ilk yerleşim bölgesi diye Odunpazarı’nı seçmişler.
Sonra, göçler başlayıp nüfus arttıkça, Porsuk kıyısı kalabalıklaşmış. Neredeyse, akarsuyu ‘nefes alamayacak’ hale getirmişiz. Dibine binalar yapmışız beş katlı, sekiz katlı… O, kentin boynunda bir gerdanlık gibi akmayı sürdürmüş… Ve daha sonraki yıllarda da kirletmişiz durmadan…
Koynunda birçok öykü taşıyan Porsuk’ta yapılan ‘iyileştirme’ çalışmaları, Porsuk’un yüzünü güldürdü. Eski sandallar olmasa da, gondolar ve küçük botlar var geziniyor şimdi. Su da geçmişe göre çok temiz. Artık Basma’dan değil, kendinden giyiniyor…
Bir de, bu yaz ‘açılışı yapılır’ diye beklediğimiz Porsuk kıyısındaki suni plaj var…
Kim bilir, bizim Ali Naki’nin “Sahil güvenlik gelsin” isteği de o açıldığında gerçekleşir.
RAHMİ EMEÇ
ÖNCEKİ HABER

dizisiz

SONRAKİ HABER

TO-DER’in neye üzüldüğü hâlâ muamma

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa