05 Mayıs 2009 00:00
Biz Taksime girdik mi?
Haftalar süren tartışmalar, toplantılar ve görüşmelerden sonra 2009 Taksim 1 Mayısı da geride kaldı.
Haftalar süren tartışmalar, toplantılar ve görüşmelerden sonra 2009 Taksim 1 Mayısı da geride kaldı. Gerçek anlamda neler yaşandı, emekçilerin kazancı ne oldu? Şimdi objektif bir muhasebe yapmak gerekiyor...
KESK İstanbul Şubeler Platformu dönem yürütmesindeyim. Bu yüzden yaklaşık 1 aydır 2009 1 Mayıs Taksim tartışmalarının her sürecinin içinde yer aldım. 1 Mayısta acil taleplerin savunulmasından çok; alan tartışmalarının gündemi işgal etmesini taktik olarak yanlış buluyorum... Ancak, Eğitim Sen Şube Başkanı olmamın bana yüklediği tüm örgütsel görevleri disiplinli bir özveri ile yerine getirdim. Eleştiri hakkımızı 1 Mayıstan sonra ve örgütsel platformlarda kullanmak üzere üyelerimizin 1 Mayısa kitlesel katılımı için geniş bir işyeri ve şube çalışmaları yaptık. Ama, bugün 5 Mayıs. Yaşanan süreci bir bütün olarak değerlendirip, dersler çıkarmak örgütsel geleceğimiz ve mücadelemiz açısından ertelenemez bir önem taşıyor.
1 Mayıs tüm dünyada işçi ve emekçilerin Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günüdür. Bu açıdan ulusal ve uluslararası bir anlam taşır. Tüm dünya işçilerinin kazandıkları ve savundukları bir mevzidir. İşçi sınıfının 8 saatlik iş günü talebi ve mücadelesinin bir ürünüdür. Bedelini de sınıf ve önderleri ödemiştir. Tıpkı 1977 Taksim 1 Mayısında olduğu gibi... 1977de aylarca süren fabrika, işyeri, semt çalışmaları üzerinden yüz binlerce emekçi sokakları, caddeleri doldurdu. Sel olup fabrika, işyeri pankartları ile Taksime aktı. O zamanın siyasi iktidarı, valisi, polisi izin vermiyoruz diyemedi. Ancak hain pusular kurarak, kalleşçe ve arkadan saldırıp, kana buladı Taksimi ve 1 Mayısı. O günkü sınıf mücadelesi ve işçi hareketinin gücü, korku saldı patronların yüreğine, sömürüsüz bir dünya istiyordu işçi sınıfı...
Sınıf mücadelesinde taktikler verili güç ilişkilerine göre belirlenir. Bugün sınıflar arası güç ilişkilerine bakıldığında, sınıf hareketi ve sendikaların gücü her türlü pazarlık ve uzlaşmadan bağımsız olarak Taksimde ısrar edecek, Taksimi zapt edecek düzeyde midir? Hayır! Bunun böyle olmadığı 1 Mayıs günü tüm çıplaklığıyla görüldü... İşçilerin birliğini sağlamadan sınıfın gücüne yaslanmadan yürütülen alan tartışması işçi ve emekçi çıkarlarına hizmet etmemiştir. Oysa, yaşadığımız derin ekonomik krizin sonuçlarına karşı taleplerin ısrarla yükseltilmesi için çok önemli bir fırsattı 1 Mayıs. Taksime endeksli bir alan tartışması yüzünden bu fırsat kaçırılmıştır. Aynı hataya geçmiş yıllarda da düşülmüştür. SSGSS Yasasına karşı sonuç alıcı mücadele yürütemeyen konfederasyonlar, bu alanda ki başarısızlıklarını KESKin Taksim 1 Mayısçılığıyla unutturmaya çalışmışlardır.
1 Mayısın tüm Türkiye genelinde kutlanmasının yanı sıra, İstanbulda, Taksimde kutlanması isteğimizden asla vazgeçmeyeceğiz. Ancak bu istem sınıfın temel taleplerinin savunulmasının önüne geçirilemez. İşçilerin yakıcı bir çok talebinin yanı sıra, kamu emekçilerinin grev ve TİS talebi, parasız eğitim, parasız sağlık vb. talepleri hiç seslendirilemedi. 1 Mayıs sonrasında da işten çıkarma, düşük ücret, kötü çalışma ve yaşama koşullarına karşı sürdürülecek ortak mücadeleye bağlanan bir taktik tutum yerine; sınırlı bir anmayı daha makul bulmuşlardır. Bu anlayış yüzünden işçi ve emekçiler siyasi iktidara karşı tek yumruk olarak güçlerini birleştirebilecek bir zemini yitirmişlerdir.
Türk-İş ve Hak-İşin kriz karşısındaki tutumlarını bir yana bırakalım. 1 Mayısa 2 hafta kala DİSK/Tekstil gazetelere tam sayfa ilan vererek sanayici ve patronlara sahip çıkacak kadar sağa savrulurken; 1 Mayısta Taksim ısrarından vazgeçmiyor. Patronlar karşısında işçilerinin çıkarlarını savunacak bir mevzilenme gösteremeyenlerin tüm uzlaşmaz görüntüye karşın son günde makul sayıda bir kutlamaya razı olmaları bu yüzdendir. Sınıfın gücüne inanmayanların son tahlilde gelecekleri nokta makule razı olmaktır.
Diğer konfederasyonları bir tarafa koyalım. Biz kamu emekçilerinin ve KESKin kuruluş ve mücadele geleneğinde makul sözcüğünün yeri yoktur... İşçilerin Kavel, 15-16 Haziran, Tariş direnişleri hafızalardadır. Biz kamu emekçilerinin sendikalarımızın kuruluşu, 17-18 Haziran Kızılay eylemimiz, Şanlı 4 Mart direnişimiz, 2000 yılı genel grevimiz makul sözcüğünü reddeden mücadele örneklerimizdir. Bundan sonra da, ilerlemenin tek koşulu da, hiçbir alanda makule razı olmamaktır.
1 Mayıs sabahı KESK pankartı ile Pangaltıda en öndeydim. Taksime de ilk girenlerin arasındaydım. Yani valinin sınırlarını çizdiği makul azınlığın içindeydim. Yabancı konukları, milletvekilleri ve az sayıda sendika üyesi olarak Taksime yürüyüşte biz hiç engellenmedik. Ama içinde olduğum grubun makul sayıyı aşmaması için Pangaltı dışında sokaklarda korteje katılmaya çalışan işçilere, emekçilere ve diğer katılımcı çevrelere azgınca saldırıldı. Özellikle, Mecidiyeköyde 5 bin kamu emekçisi ve katılımcıya gaz bombası, tazyikli su, cop, plastik mermi ile saldırıldı. Üyelerimizin toplanmasına ve korteje katılmasına izin verilmedi.
Taksim Platformunun temel bileşenlerinden TTB üyeleri bile barikatları aşamadı; şiddete maruz kaldı. Taksime ulaşamadı. Kitlelerin yürüyüşe katılmasını sağlamak için KESKliler yürüyüşü yavaşlatıp, durdurmaya çalıştılar. DİSK tüm bu olan bitene karşı çarçabuk Taksime ısrarla ulaşma çabasındaydı.
Makul grup hiç engellenmediği gibi; bir an önce Taksime ulaşsın ve hızlansın diye gazlandı.
Kendi şubemden 400 kişi Mecidiyeköyde barikata takılmış; saldırıya uğrarken ben ve şubemizden Taksime çıkmayı başarmış sadece 5 arkadaştık...
Vali ve emniyetin sınırlarını çizdiği makul topluluk Taksimde anmasını gerçekleştirirken binlerce emekçi, kamu emekçisi ve komitenin çağrısına uyarak gelen katılımcı, polis saldırılarından korunmaya çalışıyordu. Şimdi biz gerçekten Taksime çıktık mı? Ya da emekçiler gerçekten Taksime girdiler mi?
NEBAT BÜKREK Eğitim Sen İstanbul 3. Nolu Şube Başkanı