18 Nisan 2009 00:00
KUŞATILAN ÇEVREMİZ
Nedense bazı mesleklerin ayrıcalığı bulunur, doktorluk da bunlardan biridir. Fahri mühendis, fahri muhasebeci falan olmaz ama fahri doktorluk vardır.
Nedense bazı mesleklerin ayrıcalığı bulunur, doktorluk da bunlardan biridir. Fahri mühendis, fahri muhasebeci falan olmaz ama fahri doktorluk vardır. Topluma ve insanlığa hizmet etmiş bazı kişiler üniversiteler tarafından fahri doktor veya fahri profesör ilan edilirler; bu akademik bir gelenektir. Bu geleneği 12 Eylül sonrasında önüne gelene fahri profesör unvanı verip cübbe giydiren yağcı rektörler sulandırdı, üç gün daha yerlerinde oturabilmek için darbeci Kenan Evrene fahri unvanlar verdiler. Öğrencilerini katleden, asistanlarını ve öğretim üyesi arkadaşlarını sürgün edip üniversiteden kovan o darbeciye törenlerde övgüler dizip elleriyle cübbe giydirmekten hiç utanmadılar.
Döktüğü kanın hesabının şimdiye kadar kendisinden çoktan sorulmuş olması gereken Kenan Evren, hâlâ birçok üniversitemizin fahri doktoru ve profesörüdür. Kenan Evren ve diğer darbeciler, kendi yazdıkları Anayasa ile kendilerini korumaya aldılar ve halen de yargılanamıyorlar fakat, aslında onların üzerindeki o cübbeleri çekip almayı engelleyen hiçbir şey yok. Sadece Kenan Evrene verilen unvanları geri alacak, onu cübbesiz bırakacak babayiğit rektörlere ihtiyacımız var. Eğer geçmişimizle gerçekten yüzleşmek istiyorsak, üniversitelerimiz üzerlerinde yapışıp kalan bu ayıbı mutlaka temizlemeli ve darbecilere verilen o unvanları geri almalıdır.
Bizler geçmişle yaşamıyoruz, ama geçmişi de hiçbir zaman unutmuyoruz. Günümüzde laiklik ve çağdaşlık örtüsüyle gezenlerin, sırtında cübbe taşıyanların geçmişte neler yaptığını hatırlamamız, onları tanımamız ve tanıtmamız gerekiyor.
1984 yılında, ülkedeki bütün cezaevleri devrimci tutsaklarla tıka basa dolu durumdayken içeriden birtakım haberler almaya başladık. Metris cezaevinden bazı devrimciler, iradeleri dışında tıbbi muayeneye(!) götürülüyordu. Götürüldükleri yer, HZİ Nöropsikiyatri Vakfının Gayrettepedeki merkeziydi. Burada, devrimci tutsaklar üzerinde ABDde piyasaya çıkacak olan bazı ilaçların denemesi yapıldı, devrimciler kobay olarak kullanıldı. Nazi Almanyasında Dr.Mengelenin tutuklulara yaptığı tıbbi denek uygulamasının aynısı burada yapıldı. Bu vakıf, ülkedeki her vakıf gibi Vakıflar Genel Müdürlüğünün kontrolü altında olması gerekirken, devletin cezaevlerinden devrimcileri alıp ilaç tekellerinin amaçları doğrultusunda kullandı. Bu vakfın yönetim kurulu başkanı Sümerolog Muazzez İlmiye Çığdı; kardeşi Dr. Turan İtil de vakfın yöneticisi ve deney yürütücüsü idi. Bu deneylere ünlü doktor Ayhan Songarın da katıldığı iyi biliniyor. Vakfın ismi, Muazzez İlmiye Çığ ve Turan İtilin anneleri Hafize Zekeriya İtilin ad ve soyadının baş harflerinden oluşmuştu. Dr.Turan İtil, tutukluların kobay gibi kullanıldığını, ABDde yayınlanan bir tıp bültenine yazdığı makalesinde itiraf etti; zaten şimdi ABDde yaşıyor ve New York Üniversitesinde öğretim üyeliği yapıyor. Yani sırtında yine cübbe var. Deneylerin sonuçlarını eş-dost sohbetlerinde açıklayan Ayhan Songar birkaç yıl önce yaşamını kaybetti. HZİ vakfı ise 1990da devrimciler tarafından kullanılmaz hale getirildikten sonra tabelayı indirip dükkanı kapatmak zorunda kaldı ama suçları bakidir.
O dönemde vakfın yönetim kurulu başkanı olan Muazzez İlmiye Çığın vakıfta olan bitenden haberi var mıydı bilemiyorum ama sonradan mutlaka haberdar olmuştur. Bu olayın kamuoyunda epey konuşulduğu fakat yalanlanmadığı ve olayın üzerine cübbe örtüldüğü de ayrı bir gerçektir.
Geçmişimizle yüzleşmekten korkmayacaksak ve yüzleşmekten yanaysak eğer, cübbelerin altındaki yüzleri de kuşkusuz tanıyacağız ve hatırlayacağız.
Sapla samanın birbirine karıştığı, cübbelerin altında çağdaşlıktan dem vurulduğu bu dönemde her cübbede bir keramet aranacaksa bizim daha çok işimiz var.
ERTUĞRUL ÜNLÜTÜRK