17 Nisan 2009 00:00
Köy Enstitülerine özlem
Bu yıl Köy Enstitülerinin kuruluşunun 69. yıldönümü Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940ta çıkan bir yasayla kuruldu. 1954te de resmen kapatıldı. Bu denli kısa ömürlü olmalarına karşın bu okulların bıraktığı izler, oluşturduğu etkiler ülkemizle sınırlı kalmadı, uluslararası boyutlar kazandı.
Bu yıl Köy Enstitülerinin kuruluşunun 69. yıldönümü
Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940ta çıkan bir yasayla kuruldu. 1954te de resmen kapatıldı. Bu denli kısa ömürlü olmalarına karşın bu okulların bıraktığı izler, oluşturduğu etkiler ülkemizle sınırlı kalmadı, uluslararası boyutlar kazandı.
Ne idi bu okulların kuruluş amacı?
Türkiyede köylerde yaşayan halkın eğitimini ve tarım alanlarında daha verimli duruma gelebilmelerini sağlamak amacıyla köy öğretmeni, eğitmen, öğretici, sağlık memuru gibi elemanlar yetiştirmek
Köy Enstitülerinin kuruluşuna ön hazırlık sayılabilecek ilk uygulamalara, 1936larda, Atatürkün başarılı Milli Eğitim Bakanlarından Saffet Arıkan zamanında başlanmıştı. Bu amaçla İzmir-Kızılçulluda, Eskişehir-Mahmudiyede, Kastamonu-Gölköyde birer köy öğretmen okulu açılmıştı. Bu okulların açılışında, ileride Köy Enstitülerinin Babası diye anılacak olan İsmail Hakkı Tonguç, İlköğretim Genel Müdürü olarak önemli görevler üstlenmişti. 1938in sonunda Hasan Ali Yücelin Milli Eğitim Bakanı olmasıyla Yücel-Tonguç ikilisi, köy öğretmen okullarını daha da geliştirdiler; memleket gerçeklerine uygun biçimde yapılanmasını sağladılar; Köy Enstitüleri adıyla uygulamaya koydular. Süreç içinde, ülkenin değişik yörelerinde sayısı 21e çıkarılan Köy Enstitüleri, işle eğitimi iç içe yürütmeyi, iş ve uygulama içinde eğitmeyi, eğitilmeyi ilke edinmiş okullardı. Hatta işlevleri bunun da ötesine uzanıyordu. Köyden getirilip yetiştirilecek olan kişi, hem bilgi ve becerilerle donatılacak, kimsenin yardımı olmadan bu edinimlerini yaşamına sokacak, hem de gittiği yerlerde bu bilgi ve becerileri başkalarının da kazanmasını sağlayacak, onlara örnek olacak, önderlik edecek
Tonguç, yakın dostu, Eğitimci M. Rauf İnana yazdığı bir mektupta şöyle demişti: Biz yapmacık aydınlarla köye giremeyiz. Onun için köyü harekete geçirebilecek içinden eleman bulmak lazımdır.
Öyle de yapıldı
Bu okullardaki derslerin yarısı kültür dersleriydi. Yarısı da tarımla ilgiliydi ya da teknik derslerdi. Bunlar; tarımcılık, hayvancılık, arıcılık, balıkçılık, kooperatifçilik gibi alanları kapsıyordu. Bunlara bir de enstitünün bulunduğu yörenin özelliklerine göre müzikle, halk oyunlarıyla ilgili dersler ekleniyordu. Eğitim izlencelerini, temel ilkeler çerçevesinde enstitüler hazırlıyordu. Bunların hazırlanmasında çevre koşulları dikkate alınıyordu. İş ve uygulamaların rahatlıkla yapılabilmesi, üretilenlerin enstitü gereksinimlerini belli oranlarda karşılayabilmesi için de okullar köylerin yakınında, amaca uygun geniş alanlarda yapılmıştı.
Ülke yoksuldu, kaynakları kıttı; devletin enstitülere ayırdığı ödenekler azdı. Bu nedenle birçok enstitü binası ve eklentileri öğrenciler tarafından yapılıyordu. Öğrenci; inşaattaydı, tarladaydı, traktör üstündeydi, atölyedeydi, santralin başındaydı ya da topluca halay çekiyor, zeybek oynuyor, türkü söylüyorlardı Yücel ve Tonguç da amaçlarına erişmişliğin mutluluğu içinde geceyi gündüze katıyor; o köy, bu okul dolaşıyor; tarlalara, işliklere dalıyor; halaylara, korolara katılıyorlardı Anadoluda öbek öbek çiçekler açıyordu
Tüketici değildi bu okullar, üreticiydi. Okul bütçesine, ulusal gelire katkılar sağlıyordu. Bu üretimler, bu katkılar, öğreticilerin de öğrenenlerin de kendilerine olan güvenlerini artırıyordu. Başkalarının yaptıklarına bağımlı olmamak, kendisi üretip kendisi tüketmek duygusu bu güveni iyice pekiştiriyordu. Böylece daha özgürce, daha onurlu, daha dik duruşlu bir tavır rahatlıkla sergilenebiliyordu.
Bu özgür, onurlu dik duruşu besleyen başka kaynaklar da vardı. O da okumaydı. Enstitülerde okuma çok önemliydi. Her öğrenci yılda en az 20 seçkin yapıtı okumak zorundaydı. Kafalar, beyinler, yürekler onlarla iyice besleniyordu. Bu beslenme de ağırlıklı olarak yine Hasan Ali Yücelin Türkçeye kazandırdığı yüzlerce dünya klasikleriyle sağlanmaktaydı. Öğrenciler bir yandan kendi ulusal kültürlerinin derinliklerine iniyor, bir yandan da başka ülkelerin kültürleriyle yüzleşiyorlardı. Böylece yeni düşler, düşünceler, özgün bileşimler yakalayabiliyorlardı
Ne var ki Köy Enstitülerini bitirenler Anadoluya yayıldıkça, gittikleri yerlerde öğrendiklerinin ve uyguladıklarının gereklerini yerine getirmeyi sürdürdükçe, birilerinin de uykuları kaçmaya başladı. Bu yeni, yepyeni kişilikler çoğaldıkça, çirkin politikacının, toprak ağasının, vurguncunun oyunları bozulacaktı. Öyleyse cadı avına çıkılmalıydı. Çıkıldı da... Neler söylenmedi ki bu okullarla ilgili Bin bir yakıştırma, bin bir yalan dolan
Önce Hasan Ali Yücel, Milli Eğitim Bakanlığından ayrıldı (1946) ve başına davalar sarmalandı. Yücel bu davalardan aklanarak çıktı. Ancak ona uzun süre sıkıntılar, acılar yaşatıldı.
Sonra İsmail Hakkı Tonguçun İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine son verildi; bir liseye elişi öğretmeni olarak atandı.
Böylece öksüz kalan Köy Enstitüleri, hızlıca kan kaybetmeye başladı. Önce o üretken kimliği yok edildi Ve acı son!...
Sonra ne mi oldu?
İmam Hatip Okulları açıldı Hem de Köy Enstitüleri gibi 21 yerde, 21 adet değil; hemen her yerde ve 456 adet
Dünyada yalnızca bize ait olan bu Köy Enstitüleri uygulaması, eğitim tarihimizde parlak bir yıldız olarak yerini koruyor, koruyacak
Kapatılmaları ise kara bir leke olarak kalacak
GÜNER YALÇIN - Eğitimci