15 Nisan 2009 00:00

Altıncının derdi

Mahkeme kararları, Altın Madencileri Başkanı Ümit Akdur’un çok canını sıkmış gözüküyor. Ümit Akdur demiş ki; “Bir madeni açmak için onlarca izin alınıyor.

Paylaş

Mahkeme kararları, Altın Madencileri Başkanı Ümit Akdur’un çok canını sıkmış gözüküyor. Ümit Akdur demiş ki; “Bir madeni açmak için onlarca izin alınıyor. 200 milyon dolarlık bir yatırım yapıyorsunuz, biri çok kolay bir şekilde mahkemeye başvuruyor. Mahkeme ya geçici durdurma veriyor, ya tamamen durduruyor, 500 kişinin çalıştığı bir işyerinde bir anda işler duruyor.” Altıncıların Başkanı çözümünü de bulmuş; “…Mahkeme açmak için harçlar vb. artırılarak bir caydırıcılık olmalı…” http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=832469&title=21-milyar-dolarlik-altin-rezervi-bulundu-lobi-engeli-asilamiyor
Anlaşılan istedikleri yasaları çıkartmaları da yermedi. Anımsarsanız, Bergama-Ovacık altın madenine karşı oluşan toplumsal tepki, alınan mahkeme kararları üzerine maden işletmecileri “Bu tür mücadelelere olanak sağlayan mevzuatla madencilik yapılmaz, yabancı sermaye gelmez” yaygarası koparmışlardı. İstekleri doğrultusunda, “5177 Sayılı, Maden Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” 2004 yılı 5 Haziran günü yani Dünya Çevre Günü’nde yürürlüğe girmişti. Bu yasanın hazırlık aşamasında, Newmont’un Yöneticilerinden Gordon Nixon, “…Maden Yasası’nın Ankara’daki Newmont yetkilileri ile eşgüdüm içerisinde hazırlandığını…” söylemişti. (http://www.evrensel.net/04/03/17/ekonomi.html#1)
Şimdi de Altın Madencileri Derneği Başkanının ağzından yurttaşların “hukuka aykırı” olduğunu düşündüğü idari işlem ve eylemlere karşı dava açma hakkının kısıtlanmak istendiğini öğreniyoruz. Ne yapılması isteniyor; “harçları artırılsın” deniyor. Öyle ya “bu davaları açan insanlar yoksul insanlar, dava harçlarını artırırsın dava açamazlar.” Tam kapitalizme uygun bir çözüm.
Hakların korunmasının en önemli araçlarından biri de yargı kararları ile sağlanan korumadır. Bunun yolu da idarenin yaptığı her türlü işlem ve eylemin mahkemeler tarafından hukuksal denetime tabi tutulmasıdır. Yargısal denetim, anayasasında kendisini hukuk devleti olarak tanımlayan sistemlerde kabul edilen asgari bir kuraldır. Bizde de kağıt üzerinde böyledir. Anayasa’nın 125. maddesinde “İdarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabidir.” İdari Yargılama Usulü Yasası’na göre de bir idari işlemden dolayı menfaati ihlal edilenler, yetki, biçim, neden, konu ve amaç yönünden hukuka aykırılığını ileri sürerek, idari yargı yerlerinden (İdare Mahkemeleri ve Danıştay) işlemin iptalini isteyebilirler. Bu tür davalar, idarenin hukuka uygun davranmasını sağlayan en önemli araçlardandır. Bu nedenledir ki iptal davasında davacı olabilmek için menfaat ihlali yeterli görülmüştür. Menfaat ihlalinin anlamı da “davacı ile dava konusu işlem arasında meşru, kişisel ve güncel bir ilişkinin olmasıdır.” Anayasa’nın 17/1. maddesine göre “...Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” 56/2 maddesine göre de “...çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir...” Bu anayasal kurallar karşısında, çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren konularda, tüm yurttaşların ve ilgili tüzel kişilerin dava açma hakkı vardır. Bu yaklaşım, Danıştay kararları ile de yerleşik içtihat niteliğini kazanmıştır.
Bunun için, örneğin çevreyi kirleten, ekolojik dengeyi olumsuz etkileyen bir faaliyete izin veren idari işlemin iptali için ülkenin her yerinden yurttaşlar ve ilgili kurumlar davacı olabilir. Çünkü ekoloji bir bütündür, bir yerdeki kirlenme ve bozulma, zincirleme olarak her yeri, tüm yerküreyi etkiler, bu bozulma ve kirlenme insanların tümünü ve diğer canlıları da etkiler. Dolayısıyla, çevre koruma davaları sadece dava açanların değildir. Bu nedenle AİHM kararlarında bu tür davaları açanlar, mücadele yürütenler “sivil denetçi” olarak adlandırılmışlardır.
Yaşamın savunulması için bu kadar önemli olan dava açma hakkının şimdi sınırlandırılması istenmektedir. Kimin tarafından; Altın Madencileri Derneği Başkanı tarafından. Peki onlar istedi diye olacak mı?
Aman dikkat; hep böyle olmuştur, İdare Mahkemeleri ve Danıştay’ın kararlarından çıkarı zedelenenler ya da onların yandaşları olan siyasiler, her seferinde yurttaşın dava açma hakkının sınırlandırılmasını isterler.
5177 Sayılı Yasa ile yapılan değişiklik üzerine, adeta talan yaşandı. Yaşam alanları kirletildi, hukuk devleti ilkesi kirletildi. Yasa değişikliğinin en önemli maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Mahkemenin gerekçeli kararı henüz yayınlanmamış ve karar yürürlüğe girmemiş olsa da anlaşılan iptal edilen yasanın yerine yapılacak yeni yasanın hazırlıkları başlatılmış bile.
Altın Madencileri Derneği Başkanı boşa konuşmaz. Mutlaka bir bildiği vardır. Önümüzdeki günlerde çevre hakkının, yaşamın savunulmasını sınırlandıran yasa değişikliği ile karşılaşırsak hiç şaşırmayınız.
Yeni süreci iyi okumalı. Altın madencilerinin bu çıkışını bütünden ayrı düşünemeyiz. İyice belirginleşen yeni bir süreç yaşıyoruz. Kapitalizm insanı ve doğayı sömürmeyi sürdürüyor. Bu sömürüsünde, burjuva demokratik devletinin kuralları da ona ayak bağı olmaya başladı. Şimdi bu kuralların değiştirilmesi sürecini yaşıyoruz.
Serbest piyasa ekonomisine geçiş çerçevesinde, iktisadi faaliyetleri kamunun koyduğu kuralların sınırlayıcı etkisinden kurtarmak amacıyla yasal düzenlemelerin azaltılması veya ortadan kaldırılması için çabalanıyor, buna Deregülasyon deniyor. Yani serbestleştiriliyor, kuralsızlaştırılıyor. Küreselleşen şirketler artık çıkarını korumak için, meclislerden rahatlıkla istedikleri yasaları çıkartıyorlar.
Yaşadıklarımız, kuralsızlaşan ya da barbarlığı kural haline getiren kapitalizmin ülkemizdeki yansımalarıdır.
Altın madencilerinin bu isteklerini, neolibarel politikaların en iyi uygulayıcısı olan AKP Hükümeti hemen yerine getirmek isteyecektir. Daha önce olduğu gibi. Onlar bunu yapacaklar, peki biz ne yapacağız? Her türlü sömürüye karşı, emeğin ve yaşamın savunulmasını kendine iş edinmiş olanlar, örgütler bu saldırı karşısında ne yapacağız? Asıl mesele bu.
Önümüzde iki seçenek var; ya barbarlığa teslim olmak ya da direnmek ve yaşamı savunmak.
Arif Ali Cangı Avukat
ÖNCEKİ HABER

G20 zirvesi ve krize karşı mücadele

SONRAKİ HABER

GÖZLEMEVİ

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa