03 Nisan 2009 00:00
Televizyon kanallarındaki kısırdöngü
Ekonomik darboğazın başlangıcına kadar haftada 70 ile 100 arasında değişen yerli dizi film üretilirken, sayı bir süre içinde aniden yarıya düştü.
Gerçek Çinli, yetişkin bir insan yaşantısı sürdüren çocuk ruhlu bir varlıktır.
Gerçek Çinli, bir yetişkinin aklıyla bir çocuğun yüreğine sahip bir insandır.
Ku-Hung-Ming, Çin Halkının Zihniyeti, (1915)
XX. yüzyıl başlarında Çinliler için söylenmiş olan bu sözler, günümüzde Çinliler dahil pek çok toplum için az ya da çok geçerliliklerini korumayı sürdürmektedirler. Televizyon kanallarında da Muhsin Yazıcıoğlunun içinde bulunduğu helikopterin düşme anından başlayarak, Yemekteyiz adlı yarışma programından dizi filmlerin neredeyse tamamına kadar hemen her yerde bir yetişkin mantığı ile değil, bir çocuk duygusallığıyla davranıldığına tanık olunmaktadır. Bu açıdan ülkemizde iletişim araçlarının, başlangıçtan bugüne sözcüğün gerçek anlamında iletişim aracı olmayı başarıp başarmadıklarının da sorgulanması gerekebilir.
Türkiye gibi henüz akılcı düşüncenin değil, duygusallığın egemen olduğu bir ülkede televizyon kanallarının bu sürecin dışında kalabilecekleri söylenemez (akılcı düşüncenin egemen olduğu toplumlarda da duygusal yanı ağır basan milyonlarca izleyici vardır). Ancak bu duygusallığın akılcı düşünceye oranla çok daha acımasız davranışlar sergileyebileceğine, her gün izlenen dizi, haber, yarışma programı vs.de tanık olunmaktadır. Bir başka deyişle; çocuk duygusallığının yetişkin aklına egemen olabildiğini gösteren sözler, düşünceler ve davranışların sanki bir türlü sonu gelmemektedir.
İçinden geçmekte olduğumuz ekonomik darboğazın başlangıç tarihine kadar haftada 70 ile 100 arasında değişen yerli dizi film üretilirken, bu sayı bir iki hafta gibi bir süre içinde aniden yarıya düşmüştür. Bu çocuksu olarak nitelendirilebilecek davranış biçimi, ne televizyon kanalları ne yapım şirketleri, ne televizyon sektörü ne de bu reklam ve televizyon sektörünü yaşatan üretim düzeninin uzun vadeli plan programlarla bir ilişkisi olmadığını bir kez daha açıkça göstermiştir. Bu toplum, bir çocuk gibi günü gününe yaşamakta ve önünü görmek istememe konusunda büyük bir direniş sergilemektedir.
Ekonomik darboğazın televizyon dünyasında yol açmış olduğu bir başka sonuç da olabilecek en düşük maliyete en yüksek reyting alabilecek program üretimidir. Bu konuda her gün pek çok girişimde bulunulmakta ve arzulanacak sonucu getirecek denemeler yapılmaktadır. Bunların en başarılı olanlarından biri de hiç kuşkusuz Yemekteyiz adlı, insani değerler ve toplumsal nezaket kurallarını olabilecek en alt düzeyde tutma gayreti içinde olan ve dış görünüşleri itibariyle yetişkin insanlara benzeyen yarışmacıların birbirlerini aşağılamaya varan eleştirileri aracılığıyla reyting toplamaya çalışan programdır. Yabancı Gelin adlı bir başka program ise gelenek göreneklerin arkasına saklanarak modern bir köle pazarlamasını andıran bir programdır. Bu programlar ve benzerlerinin yanı sıra yerli dizi filmlerin hemen hemen tamamı, yıllardır olduğu üzere aşırı duygusal kahramanların ani karakter değişiklikleri sergiledikleri ve herhangi bir kızgınlık, öfke, nefret anında modern ahlaki ve insani değerleri kolaylıkla çiğneyebildiklerini gösteren örneklerle doludur.
Bütün bu ve benzeri açıklamalar bize, toplumun, bir çocuk gibi televizyon kanallarından yalnızca gösteri sunmasını beklediğini ve bir gösteriye benzettiği her şeyi pür dikkat izlediğini göstermektedir.
Bu durumda Ku-Hung-Mingin açıklamalarının tersi sayılabilecek bir süreçle karşılaştığımız söylenebilir. Çünkü ülkemizde televizyon programları aracılığıyla zaman zaman çocuksu davranışlar sergileyen insanlardan değil, çocuksu davranışlardan bir türlü vazgeçmeyen; yani yetişkin olmak istemeyen izleyicilerden söz etmek daha doğru olacaktır. Çünkü henüz çocukluk çağından kurtulmamış, bilinç düzeyi düşük ya da bilinçsiz bir gencin aynı film ya da gösteriyi bazen onlarca, hatta yüzlerce kez izleyebildiği kanıtlanmış bir olgudur. Dolayısıyla her gün ya da her hafta aynı programı izleyecek milyonların bulunması, bu açıdan çok çaba gerektiren bir iş değildir.
Öte yandan, ülkenin binlerce sorunu çözüm beklerken, televizyon kanallarının, çocuklarıyla uğraşmak istemeyen kimi ana-babalar gibi onlara her istediklerini vermelerinin kamusal sorumluluk duygusuyla bağdaşmayacağı açıktır.
Sonuç olarak, milyonların bu türden programların bağımlısı haline gelmelerinin kökeninde, çok derinlerde yatan bir aşağılık duygusunun bulunduğu ve bu programların, izleyicilerini görece rahatlatmakla birlikte suçluluk duygusundan kurtaramadığını ve dolayısıyla izleme sürecinin bir tür kısırdöngüye dönüştüğünü söylemek, çok da gerçek dışı bir düşünce gibi görünmemektedir.
OĞUZ ADANIR - Prof. Dr. (DEÜ Sinema TV Güzel Sant. Ens. Müd.)