Mahkumiyet kararı çıkan ilk gazeteci cinayeti
Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar’ın emriyle gözaltına alınan 1052 kişi bölgedeki tüm karakolları doldurmuştu. Gözaltına alındığı andan itibaren dövülmeye başlandı. Götürüldüğü Eyüp Kapalı Spor Salonu’nda gözaltına alınan diğer kişilerden ayrıldı. Polisler gelip “Hangisi Evrensel muhabiri” diye soruyordu. Coplarla, sopalarla dövüldü, linç edildi. Fenalaştı, kusmaya başladı. Su döktüler, bir şeyler yedirdiler. Bu sefer bayıldı Metin, kapının önüne çıkartıp bahçeye bıraktılar. Ertesi sabah tesadüfen bulunmuş gibi tutanak tutuldu. Tutanağa göre, spor salonunun temizlikçisi onu bahçede görmüş ve haber vermişti. Üstelik neden öldüğü de ‘belli değildi’.
Eyüp Cumhuriyet Savcısı, olay ve ölüm tutanağı düzenleyerek Metin’in cesedini adli tıbba gönderdi. Savcı Canözkan, Göktepe’nin gözaltına alındığını kabul etti, ancak akşam üzeri serbest bırakıldığını, sonra Eyüp’te bir çay bahçesinde otururken fenalaşarak oturduğu sandalyeden düştüğünü ve burada öldüğünü iddia etti. Bir süre gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılanlar ise, ısrarla Metin’in gözaltında polis tarafından öldürüldüğünü ve cesedinin gözaltında tutulan diğer kişilerin yanından alınarak götürüldüğünü söylediler.
Abisi İbrahim Göktepe aranmış ve teşhis için çağrılmıştı. Abisine fotoğrafları gösterildi ve “Bir hastalığı var mıydı” sorusu soruldu. Metin’e bir hastalık bulup ölümü onun üstüne atmak istiyorlardı. Göktepe, kardeşinin sapasağlam olduğunu ve öldürüldüğünü söyledi. Metin’in vücudunda çok sayıda darp ve cop izi vardı, kafasında ise yarıklar.
İlk tutanakta Metin’in başına gelenler şöyle yazılıyordu: “Metin gözaltına alınmamış, haberini izledikten sonra spor salonunun bahçesindeki çay bahçesinde arkadaşlarıyla birlikte çay içmiş ve sonra oturduğu sandalyeden düşmüş.” Önce hastalık yalanının arkasına sığınmak isteyenler sonra ‘sandalyeden düştü’ demişler, daha sonra ise bunu ‘duvardan düştü’ diye değiştirmişlerdi. Ancak bu yalanların hiç biri gerçeğin üzerini örtemedi.
Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, gözaltına alınanlar arasında Metin Göktepe’nin olmadığının kamera görüntülerinden tespit edildiğini sürdü. Ancak daha sonra yaptığı açıklamalarda Göktepe’nin gözaltına alındığını kabul etmek zorunda kaldı.
16 Ocak 1996’da İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlığı, “Metin Göktepe gözaltına alınmış, gözaltında polis tarafından öldürülmüştür” açıklamasını yaptı.
Metin’in meslektaşları olan genç gazeteciler, Metin gözaltına alındığı ve öldürüldüğü günden itibaren, davanın takipçisi oldular. Ailesinin, gazetecilerin, gazeteci örgütlerinin, avukatların, Metin’in gazetesi Evrensel’in ve yoldaşlarının ısrarlı çabalarıyla İçişleri Bakanlığı soruşturma başlatmak zorunda kaldı.
DAVA GÖZLERDEN UZAK OLSUN İSTEDİLER
Soruşturma 49 polisle başladı. Daha sonra Eyüp Emniyet Müdürü hakkında takipsizlik kararı verildi ve 48 polisin yargılandığı dava İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesinde başladı. Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar, güvenlik gerekçesiyle dosyayı Aydın’a nakletti.
İlk duruşmaya İstanbul’dan hareket eden avukatların bulunduğu otobüs Gebze’de ‘esrarengiz’ bir biçimde bozuldu, Başka bir otobüsle gidilen Aydın’da bu kez yol kesildi, avukatların Aydın’a girmesini engellemeye çalıştılar. Duruşmanın görüleceği spor salonu tıklım tıklım dolmuştu. “Kaçma ve delilleri karartma” ihtimallerinden ötürü tutuklama talebinde bulunulan polisler, duruşmaya gelmedi. Dosya, yine güvenlik gerekçesiyle bu sefer Afyon’a gönderildi. Ancak değişen bir şey olmadı, Metin’in arkadaşları, meslektaşları, yoldaşları Afyon’da da aynı kararlılıkla davanın takipçisi oldu.
POLİSLER CEZALANDIRILDI
İstanbul’dan Aydın’a oradan Afyon’a taşınan dava iki kere Yargıtaya da gitti. Göktepe’nin katledilişinin ardından yaklaşık 3.5 yıl sonra, 6 Mayıs 1999’da Sanık Polisler Murat Polat, Şuayip Mutluer, Saffet Hızarcı, Fedai Korkmaz, Metin Kuşak ve Seydi Battal Köse, “Kastı aşan insan öldürmek” ve “Faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek” suçlarından 7 yıl 6’şar ay, bir polis memuruna ise 20 ay hapis ve beş ay kamu hizmetinden uzaklaştırma cezası verildi. Dava, Yargıtayın cezaları 28 Eylül 2000’de onamasıyla sonlandı.
Daha sonra Seydi Battal Köse’nin cezası 1 yıl 8 aya düşürüldü. Ayrıca 375 bin lira para ve 5 ay memuriyetten men cezası verildi. Metin Göktepe davası, “mahkumiyet kararı çıkan ilk gazeteci cinayeti” oldu.
Metin öldürüldükten sonra annesi Fadime Göktepe, katillerin cezalandırılması için hep en önde yürüdü. Sadece Metin’in katillerinin değil, gözaltında kaybedilenlerin, sorgusuz sualsiz katledilenlerin katillerinin cezalandırılması için mücadele etti. “Evde oturmak çözüm değil. Ben eylemlere gitmeseydim, bağırmasaydım, sokağa çıkmasaydım ne olurdu? Ağlardım. Ağla ağla biter mi bela? Mücadele edecek, bağıracaksın. Hem de kararlı olacaksın. Kadınların görevi çok. Bana ne demekle olmaz” diye konuşmuştu bir röportajda.
Fadime Ana, “Zam yapılıyorsa mücadele etmezsen, adam öldürülüyorsa mücadele etmezsen, gecekondun yıkılıyorsa etmezsen, elektriğin kesiliyor da etmezsen, insanlar yanıyor da etmezsen ne olur? Evde oturmak çözüm değil” diye konuşmuştu aynı röportajda; herkesi mücadeleye çağırmıştı. Son olarak Ergenekon üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanan gazeteci Ahmet Şık yazdığı mektupta Fadime anaya seslenince hemen cevap yazmıştı: “Sen bana oğul yadigarısın. Sana eskisinden de sıkı sarılırım. Çünkü ben seni tanıyorum sen o çetelerden olabilir misin. Sana Metin’im kadar inanırım. Seni aldıklarını duyduğumda tıpkı Metin’im alınmış gibi ağladım, üzüldüm...”
MANEVİ TAZMİNAT
19 Aralık 2007’de yürürlüğe giren Şartlı Tahliye ve Ceza Erteleme Yasası kapsamında bırakıldılar. Bunun üzerine Göktepe’nin ailesi yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, bağımsız bir mahkemede yargılanma hakkı, keyfi gözaltı, ifade özgürlüğü hakkı için bu defa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurdu. AİHM davayı geri çevirdi. Geri çevirmesinin nedenini; Türkiye’de sorumlu polislerin yargılanıp cezalandırıldığı, sorumluluğunun karşılığı olarak devletin de tazminat ödediğini savunmuştu. Göktepe’nin ailesi, İstanbul 2. İdare Mahkemesinde İçişleri Bakanlığı aleyhine tazminat davası açtı. İstanbul 2. İdare Mahkemesi de, yaptığı inceleme sonunda İçişleri Bakanlığını anne Göktepe’ye 1 milyar 392 milyon 57 bin 183 lira maddi, tüm Göktepe ailesine toplam 8.5 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Böylece Metin Göktepe davası, “Mahkumiyet kararı çıkan ilk gazeteci cinayeti” oldu.
ÇİLLER TERÖRİST DEMİŞTİ
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller en başta ‘teröristmiş’ dedi, sonra ‘örgüt üyesi’, sonra ‘militan’ denildi Metin için. Yetkililere göre, Türkiye’de sarı basın kartı olmayan gazetecilik yapamazdı! Metin’in cenazesine on binler katıldı. Gazetesinden Esenler Kemer Mezarlığına kadar kilometrelerce yol yüründü, herkes “İnadına hepimiz Metin’iz” diye haykırdı. İşçiler, emekçiler, öğrenciler, anneler, kitle örgütleri, siyasi partilerin bir araya geldiği cenaze töreni tam gün sürdü.
Metin Göktepe 8 Ocak 1996’da, gözaltına alınıp, öldürüldüğünde Evrensel muhabiri idi. Gazetecilik yaşamı gerçeğin peşinden koşmakla geçen, halkı doğru bilgilendirmek için her bedeli göze alan Metin, dava süreciyle basın özgürlüğü mücadelesinin simge isimlerinden biri haline geldi. Bu nedenle de, bugün Metin’i anarken, sadece halka bağlı ve gerçekleri yazmaktan ödün vermeyen bir gazeteciyi anmış olmuyoruz. Metin’i anarken, Türkiye, aralarında Metin ile birlikte görev yapmış gazetecilerin de bulunduğu 100’e yakın gazetecinin tutuklu olduğu bir süreci de yaşıyoruz. Bu nedenle, bugün basın özgürlüğüne, tutuklu gazetecilere sahip çıkmak, Metin’in gazeteciliğine de sahip çıkmak anlamına geliyor. Bu dosya, Metin’in şahsında gerçeğin peşinde olmanın önemine bir kez daha dikkat çekmeyi amaçlıyor.
(Yarın: Fatih Polat: Metin Göktepe yazmaya devam ediyor hâlâ)
evrensel.net
Evrensel'i Takip Et