15 Mart 2009 00:00

Yunanistan’da polis şiddeti göçmenlere yöneliyor

Geçtiğimiz yılın sonunda Yunanistan’da Alexandros Grigoropoulos’un polis tarafından vurulmasından sonra meydana gelen olaylar, gençliğin hassas durumunu ortaya koydu. Polis baskısı özellikle eylemlere katılan göçmenlere yönelirken, göçmenlerin durumu toplumda daha fazla tartışılmaya başlandı.

Paylaş

Geçtiğimiz yılın sonunda Yunanistan’da Alexandros Grigoropoulos’un polis tarafından vurulmasından sonra meydana gelen olaylar, gençliğin hassas durumunu ortaya koydu. Polis baskısı özellikle eylemlere katılan göçmenlere yönelirken, göçmenlerin durumu toplumda daha fazla tartışılmaya başlandı. Atina Legal Team’e bağlı olarak çalışan avukat Giota Masouridou, aynı zamanda göçmenler ve kaçaklar için avukat birliği grubu’nda çalışıyor. Birlik kısa süre önce Lesbos adası’ndaki Mitilini kampı’nda, ağır koşullarda tutulan göçmenlere ilişkin bir rapor yayımladı. Sınırlara Hayır Kampı (No Border Camp) ağustos ayında bu bölgede düzenlenecek. Giota Masouridou ile Yunanistan gençliği ve ülkedeki mültecilerin durumunu konuştuk.

6 Aralık 2008’de Alexandros Grigoropoulos, Atina’da bir polis tarafından vuruldu. Ölümünün nedeni ortaya çıktı mı?
Polis memuru Epaminodas Koroneos’in herhangi bir neden olmadan 15 yaşındaki Alexandros’u kalbinden vurduğu kesin olarak ortaya çıktı. O akşam bir arkadaşım cep telefonumdan beni aradı ve beş dakika önce bir polisin bir genci vurduğunu gördüğünü söyledi. Bu da benzer pek çok inanılması güç olayda olduğu gibi doğrudan bir tanıklıktı. Koroneos ve yanındaki görevli arkadaşı, o günden bu yana soruşturma için tutuklu bulunuyorlar. ‘Cinayet’, daha doğrusu ‘cinayete yardım’ ile suçlanıyorlar. Görevliler diğer tutsakların onlara zarar vermesinden korktukları için, ayrı bir yerde tutuluyorlar.

Yani ilk baştaki havaya sıkılan uyarı kurşununun ‘yanlışlıkla’ Alexandros’a isabet ettiği iddiasının doğru olmadığı kanıtlandı değil mi?
Evet. İlk olarak kriminal incelemeler alışılmadık bir şekilde uzun sürdü ve balistik raporu da büyük bir gecikmeyle kamuoyuna açıklandı. Yine de sonuç açık: Alexandros’u öldüren kurşun, doğrudan onu hedef almıştı. Bunu kanıtlayacak deliller ortadan kaldırılarak manipüle etme çabaları olsa da başarılı olunamadı.

Eylemler hızlı bir şekilde sürekli bir hal alan protesto hareketine dönüştü. Yunanistan’da devlet krizine yol açan böylesi sıra dışı bir dinamiği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sorunun basit bir yanıtı yok. Ben eylem ve protestoların farklı katılımcılarına bakmak gerektiğini düşünüyorum. 6 Aralık gecesinden başlayarak ilk olarak otonomcu politik gruplar bunu devletin işlediği bir cinayet olarak nitelendirerek sokaklara çıktılar. Daha sonra onlardan biri vurulduğu için öğrenciler kitlesel bir şekilde sokağa çıktılar. Elbette öğrencilerin katıldığı eylemler de siyasal bir niteliğe sahipti ama bunların devleti hedef alan teorik ve ideolojik bir temeli yoktu. Daha sonra hemen hemen her gün devletin eğitim politikalarına karşı zaten sokaklarda olan üniversiteli gençler çıktılar sokağa. Ve nihayet işçiler de, pek çok sendika grubunun çeşitli dayanışma grevleriyle desteklerini ortaya koydular. Göstericilerden bazıları Alexandros’un katilinin cezalandırılması için sokaklardaydılar. Bazıları hükümete geri adım attırmak ve yine bazı diğer gruplar da devleti yıkmak için sokaktaydılar. Ama hepsi birlikteyken biraz farklı davranmaları gerektiği kesindi. Toplumsal adalet ve daha iyi bir toplum için yalnızca birlikte mücadele edilebilirdi.

Göçmenler ve mülteciler bu çatışmalar sırasında nasıl bir rol oynadılar?
Göçmenler okullara, üniversitelere gittikleri, çalıştıkları ya da politik gruplarda örgütlü oldukları için doğal olarak bu hareketin bir parçası durumunda. Hükümet protestoları maskeli, karışıklık çıkaranların yaratmaya çalıştığı bir kargaşa olarak çarpıtmak isteyince polis de buna uygun olarak kendisine bir strateji belirledi. Eylemci göçmenleri gözaltına alarak onları aslında ilgileri olmayan olaylarla suçlamayı amaçladı. Yalnızca Atina’da elli göçmen, haklarında hiçbir somut kanıt olmadığı halde yağmalamalara katıldıkları gerekçesiyle aralık ayından bu yana tutuklu. Larissa’da bir Arnavut genci, bir eylem sırasında komşusunun mağazası yanarken onu söndürmeye çalıştığı için gözaltına alındı. Şimdi yangını çıkaran muhtemel şahıs olduğu iddiasıyla hapiste tutuluyor.

Protesto hareketinin buna tepkisi nasıl?
Yılbaşından önce ve hemen sonrasında meydana gelen iki olayla birlikte bir yandan göçmenler diğer taraftan da mültecilerin durumu biraz daha açıklığa kavuştu. 23 Aralık’ta, Konstantina Kuneva isimli bir Bulgar göçmen işçi, kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından uğradığı bir saldırıda ağır yaralandı. İşvereni tarafından pek çok iş arkadaşıyla birlikte, ücretleri ödenmediği halde ücretlerini aldıklarına dair bir kağıdı imzalamaya zorlanmışlardı. Konstantina bunu kabul etmediği için yapılan saldırının da bu durumla ilgili olduğunu düşünüyor. Saldırıya karşı birçok eylem ve toplantı düzenlendi. Yine 3 Ocak’ta Atina’da, Bangladeşli bir mülteci, mültecileri aramakla görevli polisler tarafından öldürüldü.

Polisin bu yeni cinayetiyle ilgili ne biliyorsunuz?
Bunun için Yunanistan’da mülteci olmaya çalışan ya da kaçak insanların durumunu ortaya koymalıyız. Ülke çapında bu insanlarla ilgilenen yalnızca bir resmi büro var, o da Atina’da bulunuyor. Büro yalnızca cumartesi günleri ve birkaç saat açık. Bu, binlerce insanın sabırla beklemesi ve haftada birkaç saat açık olan bu büroda işlerini tamamlayacak 200 kişi arasına girmeyi umut etmesi anlamına geliyor. Diğer binlerce insan ise bu büronun önünde polis şiddetine maruz kalıyor ve dağıtılıyor. Geçtiğimiz ekim ayında büro önünde bir mülteci, polis saldırısı sonucu hayatını kaybetti, bir diğeri o tarihten bu yana komada bulunuyor. İlk başlarda bu olaylarla yalnızca belirli gruplar ilgilendi ama şimdi dayanışma o dönemle karşılaştırılamayacak derecede büyüdü. Mültecilerin somut durumu daha fazla görünür oldu. Ocak sonunda Atina’daki mülteci bürosu, çoğunluğunu Yunanlıların oluşturduğu gruplar tarafından iki gün süreyle işgal edildi. Bu işgalden sonra her cumartesi, özellikle mültecilerin durumları konusunda yeni mücadele yöntemleri geliştirilmesinin tartışıldığı büyük tartışma toplantıları yapılıyor.

Almanya’da teknik anlamda söyleyecek olursak, farklı mücadele alanlarında bir yakınlaşma olduğundan söz edebiliriz. Bu güncel durum Yunanistan için de geçerli mi?
Geçtiğimiz iki ay boyunca pek çok örgütlü grup arasında süren tartışmalar için böyle bir durumun var olduğunu söyleyebilirim. Protesto çağrılarımız ve mücadelelerimizin içeriksel bir yönüne olan vurgu arttı. Şöyle ki Yunanistan’da polisle karşı karşıya gelen herkes, muhtemelen tehlikeye düşer. Ama mülteciler, güvenlik görevlileriyle karşı karşıya geldiklerinde, kendilerini ölüm tehlikesiyle karşı karşıya bulurlar. Politik bir hareket olarak, mültecilerle birlikte onların durumlarına ilişkin kamuoyunu bilgilendirmek ve böylece durumun değişmesi için baskı gücü oluşturmak üzere güç harcıyoruz. Burada geçtiğimiz haftalarda pek çok kişi mültecilerin hakları konusundaki mücadeleyi yoğunlaştırmamız gerektiğini anladı.

Bu somut olarak ne anlama geliyor?
Yalnızca 2007 yılında Ege denizi’ni aşarak Yunanistan’a ulaşmaya çalışan 275 kişi boğularak hayatını kaybetti. BM’nin verdiği rakamları veri alırsak, en az 45 kişinin de cesedinin bulunamadığını görüyoruz. Bu da Yunanistan kıyılarında nasıl bir trajedinin gizlendiğini ortaya koyuyor. Ayrıca bizim örgütümüz tarafından hayatta kalan tanıklardan edinilen bilgilere dayanarak, Yunan deniz kuvvetlerinin bazı mülteci botlarını oldukları gibi açık denizde geri çevirdiklerini öğreniyoruz. Deniz seviyesinin yüksek olmasından dolayı, aralarında çocuklar ve gençlerin de bulunduğu mülteciler kaderlerine terk ediliyor. Bu ölümcül uygulamayı durdurmalıyız. Yunanistan’da az sayıda kişi Frontex ya da Dublin-2 Düzenlemesi’nden haberdar. Mülteciler yakalandığında ilk olarak alındıkları, pek çok temel gereksinimin bulunmadığı kamplarda yaşanan felaketlere son vermeliyiz. En iyi çözüm, bu kampları kapatmak, mültecilere insani muamele göstermek; onları toplumumuzun içine alıp, kendilerine hoş geldin demektir.

Ağustos ayı sonunda düzenlenecek uluslararası Sınırlara Hayır Kampı-No Border Camp’ın bu sene Lesbos adası’nda yapılmak istenmesinin nedenleri de bunlar mı?
Geçtiğimiz iki ay boyunca yaşanan isyanlarda çok fazla söz verilen politik yaklaşımların desteklerini devam ettireceklerini umuyoruz. Lesbos adası üzerinde iki yıldır faaliyet yürüten ve oradaki mültecilere destek olan ırkçılık karşıtı bir inisiyatif var. Frontex-Agenturu’yla gelişen Avrupa politikası, uluslararası iş birliği ile Avrupa’yı kale gibi çevrilmiş bir hale getirmek istediğinden, bizler de onların ensesinde olmalıyız. Çünkü orada mücadelemizi uluslararası bir şekilde örgütleyebilir ve küresel haklar için küresel bir direniş gösterebiliriz.
www.jungle-world.com’dan çeviren: Bülent Özçelik
Andreas Blechschmidt
Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Yağmur su baskınlarına neden oldu

SONRAKİ HABER

Bilim insanları nükleeri tartıştı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa