Metin’in gazeteci arkadaşları
Metin Göktepe’yi tanımam ne yazık ki ölümünden sonra oldu. Onun bir kapalı spor salonunda, polisler tarafından hunharca katledilişinin izini sürerken, bir yandan da ülkemizde çok az rastlanan bir gazetecilik anlayışının izini sürer gibiydim.Yüksek lisans eğitimime devam ediyordum ve tez konum olarak Metin Göktepe&rsq
Doç. Dr. Esra Arsan
Yüksek lisans eğitimime devam ediyordum ve tez konum olarak Metin Göktepe’nin öldürülmesini seçmiştim. Bir belgesel çalışması yapmaya karar verdim. Bu belgesel, Metin Göktepe’nin öldürülmesine bir şekilde tanık olan ve cinayetin ardından gelişen olayları izleyerek kamuya aktaran bir grup sorumlu gazetecinin anlatımlarından oluşuyordu. Metin Göktepe, bu vesileyle, bir şekilde, o hazin ölümüyle, beni ülkemizde varolan bir grup gerçek gazeteciyle tanıştırdı. İçlerinden bazılarını, mesela Nadire Mater’i kendi gazetecilik yıllarımdan tanıyordum. Bir kısmıyla ise sadece Metin’le ilgili söyleşilerimi gerçekleştirirken tanıdım. Hepsini tanımış olmaktan her zaman gurur ve mutluluk duydum. “Metin Göktepe’nin gazeteci arkadaşları” diyebileceğim bu insanlardan, her görüşmemizde, karşılaşmamızda gazetecilik adına çok önemli şeyler öğrendim.
Gazeteci Ahmet Şık, Murat İnceoğlu, Kerem Ilgaz ve Süleyman Sarılar bu isimlerden sadece birkaçıdır. Onlar, Metin Göktepe’nin Evrensel Gazetesi muhabiri olarak izlemekte olduğu bir cenaze töreni sırasında polisler tarafından gözaltına alınışına tanıklık eden gazetecilerdir. Eğer onlar olmasaydı, Metin Göktepe bugün “kendi kendisine 2 metrelik duvardan düşüp ölen gazeteci” olarak tarihe geçecekti. Eğer bu gerçek gazeteciler muhabirlik yapıp otopsi raporlarına ulaşmasaydı, tanıkların ifadelerine başvurmasalardı, savcılık ve vilayet üzerinde yaptıkları haberlerle baskı kurmamış olsalardı, Metin’in çok sayıda polis tarafından dövülerek, işkence edilerek katledilişi gazetelerde büyük bir haber dahi olamayacaktı. Kimdi ki Metin Göktepe? Solcu, Kürtçü bir gazetenin basın kartı dahi olmayan (ki bu basın kartı meselesi Basın Konseyi tarafından gazeteci olmadığının göstergesi sayılmıştı o zaman), ne idüğü belirsiz bir kişiydi. Ülkemizde basın kartı olmadığı halde gazetecilik yapan çok sayıda gazeteci var. Devletin bazı ayrıcalıklı gazetecilere “lütfedip” dağıttığı bu sarı kimlik kartlarını bir şey zannedip, kendi gazetecilik aidiyetlerini bu kart üzerinden meşrulaştıranlar da var elbet. Ama, benim demek istediğim şu: Metin Göktepe, gazeteciydi. Devletin verdiği basın kartına hiçbir zaman sahip olmadı. Ama o, içinde hep gerçek gazetecilik ruhunu, heyecanını, habere olan tutkusunu ve gerçeğe karşı adanmışlığını taşıdı. Ta ki, haber peşinde koşarken devletin polisleri tarafından katledilene kadar. Metin Göktepe’nin ve arkadaşlarının temsil ettiği gazetecilik anlayışı, bugün yaygın medyamızda pek iltifat görmese de, dünya çapında kabul görmüş tüm gazetecilik teorisi ve pratiğinde en saygı duyulan anlayıştır. Bu anlayış, kısaca, halka gerçekleri doğru ve çok yönlü araştırılmış olarak, belge, bulgu ve tanıklıklarla aktarma işidir. Aslında, gerçek gazeteciliğin tanımıdır bu. Yukarıda adını saydığım Metin Göktepe’nin gazeteci arkadaşları, işte bu anlayışı temsil etmektedirler.
Devlet, artık 1990’lardaki gibi gazeteci öldürmüyor. Gazetecileri hapse atıp, aylarca yıllarca haksız yere hayattan, haberden, gerçekten koparmayı marifet sayıyor. Geçmişte, Metin Göktepe davasında sanık polislerin Türkiye’de ilk kez gazeteci öldürmekten hapis cezası almalarında yaptığı haberlerle büyük rol oynayan Ahmet Şık, bu sefer devlet tarafından haksız yere rehin alınan gazeteci. Ahmet Şık’ın dava sürecini izleyen, protesto eylemlerine istisnasız katılan, yaygın ve sosyal medyada dava sürecini izleyip aktaran kim var diye bakıyorum. Yine Metin Göktepe’nin gazeteci arkadaşlarını görüyorum. Murat İnceoğlu’nu görüyorum. Kerem Ilgaz’ı görüyorum. Bu gazetecilik damarı, ülkemizde çok ihmal edilen ve değersizleştirilen bir muhabirlik damarının, gazetecilik onurunun ve adanmışlığının da temsilcisidir. Gazetecilik okulundaki öğrencilerim arasında bu damara özenen, bu gazetecilik anlayışına saygı duyanlara (meşhur olmak peşinde koştuğu için köşe yazarı olma, meşhur olma peşinde koşan yapaylıklara inat) Metin’in, Ahmet’in, Murat’ın hikayelerini anlatıyorum. Efsane gibi değil, demokrasi ve insan hakları konusunda talihsiz bir ülkenin çocukları olarak, her şeyin aslında bitmediğini, eğer istersek, aslında her şeyin yeni başlamış olacağını anlamaları için. Gerçek gazeteciliğin ne olduğu biraz olsun görebilmeleri için.
Ahmet Şık, Murat İnceoğlu, Kerem Ilgaz gibi gazeteciler Metin Göktepe’nin annesi Fadime Ana ve ablası Meryem Göktepe’nin oğulları, kardeşleri gibiler. Fadime Ana ve Meryem Göktepe Ahmet Şık’ın neredeyse tüm duruşmalarını, onun için yapılan eylemleri izliyor ve destek veriyorlar. Aynı, Ahmet’in Metin Göktepe’nin katillerinin bulunması için gazeteci olarak emek verdiği gibi. Günümüzde “terörist”, “Ergenekoncu” , “devlet düşmanı” gibi birbirinden farklı sıfatlarla anılsalar da, onlar aslında konformizmlerinden kıçlarını kaldırıp haber peşinde koşamayan, bunun yerine sıcak haber merkezlerinde yorum yaparak zengin olan bir diğer gazetecilik damarının “ötekisi”dirler. O konformist gazeteciler, Metin, Ahmet, Murat, Kerem gibi gazetecilerin kendi aralarında dolanmasından pek hoşlanmazlar. Gördükleri doğru örnek, bir şekilde kendilerinin varoluşlarının da sorgulanmasını gerektirir çünkü.
Başlarına gelen tüm felaketlere ve yaşadıkları zorluklara rağmen, gerçek gazeteciliğe olan inançlarını kaybetmemiş olmalarıdır beni en çok heyecanlandıran ve umutlandıran. Normal koşullar altında örnek alınması gereken bu gazetecilik damarına Türkiye’de yeterince değer verilmemiş olması ve marja itilmiş olması ise, yaygın medyamızın ayıbıdır.
Metin Göktepe’nin ölüm yıldönümü vesilesiyle, bu gerçek gazetecilere ve onların temsil ettiği “içerideki” ve “dışarıdaki” tüm hakikat bekçilerine sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
* Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi
evrensel.net