10 Ocak 2012 08:58
Serpil Çetin

Hepimizin hikayeleri, hayalleri benzerdi; ilk kez kendimiz kazanıyor, ilk kez kendi hayatımızı kuruyor, kimseye hesap vermeden yaşayabiliyorduk. Yaşamı farklı olan, dertleri farklı olan bir kente gelmiştik; kimimiz yadırgıyor, kimimiz sahipleniyorduk ama 23 Ekim’den sonra gördük ki aslında o kentte bizim hayatımız, hayallerimiz vardı. O yüzden büyük bir çoğunluğumuz geri dönmek istedi, depremden sonra memleketine döndüğü, orayı öylece bırakıp gittiği için kendini suçlu hissetti. İlk kez bir kent ona aitti çünkü…
Kendi çocukları vardı o kentte. Bazen acemiliğinden bir tokat attı diye oturup ağladığı, bazen onu deli eden, bazen başına bir şey gelmesin diye alıp içinde saklamak istediği, 23 Ekim’den sonra başına bir şey gelip gelmediğini bilmediği öğrencileri…
Üç beş arkadaşıyla bir araya gelip tuttuğu evi, okulu, öğrencileri, hayalleri 23 Ekim’de 28 saniyede yıkılıverdi. 28 saniye, ne çabuk geçiveriyor değil mi? Ama örneğin “beni de onun yanına gömün” diye nişanlısıyla beraber tuttukları evin önünde feryat eden okul arkadaşım Emel için geçmedi o 28 saniyenin izi…
Hiçbirimizin aklından çıkmayacak, depremden sonra koca koca binaların, okullarımızın, evlerimizin yıkılışı…
Depremden sonra ailemizin yanına döndük hepimiz. Van’daki binaların yüzde altmışının hasarlı olduğu söyleniyordu, çadır yoktu, konteynır yoktu, okullarımız hasarlıydı... Herkes gittiği yerde sorunlar yaşamaya başlamıştı kimimiz binalara giremiyor, kimimiz sürekli sallandığını hissediyorduk. Öğretmen arkadaşlarımızdan, öğrencilerimizden günlerce haber alamadık. Kentin biraz daha toparlanmış olacağını umarak zorunlu ‘tatilimizin’ bitmesini bekledik. İki ay geçti depremin üzerinden, döndüğümüzde şehir, bıraktığımızdan daha kötü bir haldeydi. Bütün binalar hasarlı, en güvenilir olması gereken kamu binaları yıkılmış. Her yerde çadırlar, arada bir konteynırlar, sokaklarda Van’dan başka gidecek yeri olmayan, evini doğduğu yeri bırakamayan insanlar...
Artık Van yıkık dökük bir kentti ve biz buna uyum sağlamalıydık. Sokaklarda yürürken başımıza bir şey düşmesin diye yolun ortasından yürümek, yemek yiyebilmek için tek katlı yerler aramak zorundaydık artık.
Öncelikli derdimiz başımızı sokabileceğimiz bir konteynır, daha olmadı bir çadır bir de ısıtıcı bulabilmekti. Sonra, sonrasında ne de olsa devlet memuruyduk. Bir çare düşünürdü elbet bizim için birileri. Ama okul müdürümüzü aradığımızda birçoğumuza benzer cevaplar verildi:  “Konteynır mı? Hocam ben güç bela bir baraka buldum. Şanslıysanız iki kişi kalabilecek bir çadır bulabilirsiniz” Yoksa? Yoksa 5-10 kişi artık bahtınıza ne çıkarsa ya bir YİBO’ya  yerleştiriliyorsunuz ya da daracık bir konteynıra nasıl sığacağınızı bilmeden 5-6 kişi…
Bir şekilde yerleşimi hallettiniz diyelim sıra geliyor iki aydır kapalı olan okullara, oralara nasıl girip ders işleyeceğinize, kalan öğrencilerinizi neye güvenerek o binalara sokabileceğinize…
Depremden sonra çok duyduk, herkes birbirini suçladı biri “ruhsat veren yerel makamları” suçladı, diğeri “köylü kurnazlığı yapıp ucuza kaçan halkı”, bir başkası “daha fazla kazanmak için halkın canına kast eden müteahhitlere” verdi veriştirdi. Ama hiçbir yetkili veremez kaybettiğimiz hayallerimizin, sevdiklerimizin, yıkılan yurtların altında kalan öğrencilerimizin, birkaç günlük bebeklerin…

VAN

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et