26 Şubat 2009 00:00

Yukarı Hereke’nin çamurlu yolları

Bir gün güzel annem çocukluğundaki yoksulluğu anlatmak için şöyle demişti: “Altı kardeştik, Ankara da bir gecekondu mahallesinde oturuyorduk.

Paylaş

Bir gün güzel annem çocukluğundaki yoksulluğu anlatmak için şöyle demişti: “Altı kardeştik, Ankara da bir gecekondu mahallesinde oturuyorduk. Ankara Kız Lisesi’ne giderdim o zamanlar, beni diğer arkadaşlarımdan ayıran okulda çalışkanlığımdan öte sıramın altındaki çamurdu. Bir tek benim sıramın altı çamur oluyordu ne hikmetse.” Annemin bu sözü hep bana yol gösterici olmuştu, sahip olduğum şartların değerini bilmem için.
Ben doğal gazlı evlerin çocuğu, yüksek binaların çocuğu, asfaltlı yollu mahallelerin çocuğu, farklı gördüğüm ama gözümü kapattığım, belki de cennetten bir yer olan Yukarı Hereke’ye gazetemi götürdüm, onları onların sesinden anlatan bir gazeteyi tanıtıp anlatmak için. Ve çamuru sadece ayağıma değil alnıma yapıştı. Hayrettin arkadaşım aslında orası için belki de en güzel cümlelerden birini etti; “Yaşanılası bir yerin nasıl yaşanılmaz hale getirilişini gösteren en büyük örnek” diyor ya Can Baba, “Yaşamak istiyorum! Yaşamayı yaşamak istiyorum…” Yukarı Hereke tam da “yaşamayı yaşanılası” bir yer. Yeşilin ortasında, gökteki mavi ile denizin mavisinin birleştiği, bulutların yapılan yufka ekmelerinin unuyla aynı renk olan Yukarı Hereke.
Bir fotoğraf karesi gibiydi sanki her şey. Çamurlu yollarında çamurlu ayaklarıyla oynayan, ip atlayan, tahtadan oyuncak arabalarını süren o çocuklar. Belki sırtında 40 kilo odun taşıyan nineler, ekmek yapan evlerin emekçi kadınları, bilmedikleri bir dilde bir şeyler anlatmaya çalışan bizlere bir şeyler anlatmaya çalışan ve bunu yaparken öyle içten öyle naif olan nineler, kocaman sarı bıyıklarıyla dedeler, kahvede kağıt oynayan işsiz beyler… Daha nice nicesi.
Bir fotoğraf karesinden baktım dünyaya, baktım “Büyük İnsanlığa”... Krizin bedelini bir kez daha olağanca şiddetiyle görmeme yardımcı oldu. İnsanlar gerçekten çok yoksul, işsiz ve aç. -sadece ekmeğe değil umuda ve ilgiye de...- Evrensel’e muazzam bir ilgi vardı, gazeteyi bildiklerinden falan değil ha! Yalnızca belki kendileri için gelen, kendilerine kendilerinin haberlerini getiren bu gençlere samimiyetlerine aynı ölçüde ve hatta daha fazla yanıt vermek için. Ve inanın, çoğunun verebilecek bir 50 kuruşu bile yoktu, çünkü gerçekten yoktu 50 kuruşları. İnsanlarla muhabbet ettik çoklarıyla ama içlerinden birinin söylediği sözler beni çok etkiledi.
Evinin üst katını mala ile sıvalarken gördüm onu, malanın üstündeki harcı sanki düşmanı tokatlar gibi vuruyordu duvara. Merhaba dedim yanıt verdi, kısa bir muhabbetten sonra aşağıya yanıma indi, elimi uzattım sıkmak için ellerinin pis olduğunu söyleyerek geri çekti ama ben onun ısrarla emek dolu, nasırlı, kireçten beyaz olmuş emeğiyle tertemiz ellerini sıkmak istedim; elini verdi ve şu güzel sözü söyledi: “Kirli eller medeniyetin aynasıdır.” İlk kez duyduğum bu söz, bir şeyleri daha farklı bir mertebeden kavramama sebep oldu.
O elleri ayakları çamurlu sümüklü burunlu çocuklarda, medeniyetimizin nerede olduğunu nereye geldiğini bir kez daha gördüm. Aynaya baktım ve gördüm, ben kalorifer çocuğu olan Taylan. Sadece kendim de değil elbet, Yukarı Hereke’nin yürüyüş mesafesi ile belki 15 dakikalık mesafesindeki konutlarla orası arasındaki biçimsel görsel farklarla bile orayı gözlemlemek mümkündü. Bir yanda kirli eller diğer yanda çocuk bahçeleri ile lüks arabaları ve de pembe panjurlu evleri ile diğerleri... Sanki ikisinin ortasındaki medeniyetin aynasından birbirine bakıyorlar.
Delal Taylan Ergin (Kocaeli Üniversitesi öğrencisi)
ÖNCEKİ HABER

Kadirli’de temizlik işçileri ekmek için iş bıraktı

SONRAKİ HABER

8 Mart’ta Kadıköy’e!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa