26 Şubat 2009 00:00
Türkiyeyi kim kaybetti? Bazı bakımlardan herkes
Türkiyeyi kim kaybetti? Geçtiğimiz günlerde Davostaki 2009 Dünya Ekonomik Forumunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peresle tartışıp...
Türkiyeyi kim kaybetti? Geçtiğimiz günlerde Davostaki 2009 Dünya Ekonomik Forumunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peresle tartışıp paneli terk ettiğindeki duygusal patlamasıyla, geçmişte de bazen sorulan bu soru, tekrar gündeme geldi. Dünyanın diplomatik uyuşmazlıklarının bazı dengesizliklerine ve huzursuzluklarına değindiğinden Türkiye sorunu iyiden iyiye önem taşıyor.
Türkiye gerçekten kaybedildiyse, bundan AB, ABD, İsrail ve Türkiyenin kendisi sorumludur. ABnin büyümesiyle ilgili Türkiyenin üyeliğine Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozynin açık itirazı, ABDnin önceki Başkanı George W. Bushun Irak savaşından dolayı Türkiyeye bazen kızması, İsrailde 2006daki Lübnan savaşı ve son günlerdeki Gazze saldırıları, Türkiyenin batıya yabancılaşmasının birer parçası.
Bütün bunlar, 1930dan beri en büyük küresel ekonomik krizin de etkisiyle abartıldı ve Türkiyeyi tahrik ederek yolunu şaşırttı.
Elbette Türkiyenin laik, Batıcı elitleri hâlâ AB ve ABDyi önemli bir müttefik olarak ve İslami köktenciliği, Hamas, Hizbullah ve İranı da gerçek ya da en azından potansiyel bir tehdit olarak görüyorlar. Geniş anlamda stratejik vizyon yokluğu ve dar anlamda popülist reflekslerin bileşimiyle şimdi ABnin Türkiyeye haksızlık ettiğine inanıyorlar.
Türkiye sorunu elbette karmaşıktır. Türkiyenin coğrafyasını büyük ölçüde Asya, duygularını da giderek Ortadoğu, başka bir deyişle İsraildeki Müslüman-Filistin çatışması belirliyor. Türkiye elitleri hâlâ batı ve Avrupa yandaşlığında kararlı. Ama ne zamana kadar?..
21. yüzyılın başında Avrupa tarihsel bir stratejik hata yapmayıp kapılarını Türkiyeye kapatmasaydı, İslam dünyasıyla diyalogda Batı dünyasının anahtarlarından biri Türkiyeydi. Bu durum Asya, Müslümanlar ve Ortadoğu tarihsel yörüngesinde Osmanlı mirasçılarını tekrar tetikleyebilir.
Türkiyenin Avrupaya ulaşma sorunu gezintiden çok amaç konusudur. Çok kısa zamanda Türkiyenin ABye üyelik statüsü sayesinde tamamladığı reformlar etkileyici. Avrupada bizler yüksek sesli bir hayırla gelişimi riske atmalı mıyız?
AB için, Ortadoğudaki nüfuzunu pekiştirebilecek stratejik ve diplomatik ortaklık hayati bir öneme sahip. Her şeyden önce Avrupanın, Birlikteki Türkiye kapısından seslenebileceği İslam dünyasına uzlaşı mesajı göndermeye ihtiyacı var.
Elbette, Türkiyeyi içeride istemek, sezgi dışı yollardan biri olan inancın bir eylemi değilse isteğin eylemidir. Avrupalıların çoğu Türkiyeyi öteki Avrupalı olarak değil, Avrupalı olmayan öteki olarak görmek istiyor. Türkiyenin Batılılaşmış çoğu kentinde, hatta İstanbulda bile ana caddelerden uzaklaştığınızda kendinizi Ortadoğu ya da Asya kültürünün içinde bulabilirsiniz.
İsrail AB üyesi değil ama Türkiyeyi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. İsrailin, güvenlik sorunundan uzak bir biçimde önce Lübnan, şimdi Gazzedeki son iki askeri macerası, dünyanın sempatisini kaybetmesini ve kendini yalıtmasını hızlandırdı. Bu olgu hiçbir yerde Türkiyedeki kadar güçlü değil. Bu askeri maceralar iki ülkenin stratejik ortaklığını neredeyse kırılma noktasına getirdi.
Obamanın Türkiye politikasını konuşmak için erken ama şu kadarı söylenebilir ki, Obama İslam dünyasıyla düzeyli bir diyalog kurmaya hazır. Fakat kilit bir NATO üyesi olan Türkiyeye karşı kendini tehlikeye atmayan politikalarla jestler yapmak, İsrailin duyarsızlığını dengelemeye yeter mi? Bunun cevabı net değil.
Bu ayrışmanın ortaya çıkış sürecinde Türkiyenin de sorumluluğu var. Erdoğanın Davostaki davranışı, en azından sorumsuzluktu. Eve döndüğünde popülerlik kazandı ama bugünün zorlu ekonomik zamanlarında ucuz popülizmin cazibesi hiç bu kadar tehlikeli olmamıştı. Kimse kuru odunların yanında, kibritle düşüncesizce oynamaz!
(Daily Star-24 Şubat 2009)
Çeviren: Mehmet Aksoy
DOMİNİQUE MOİSİ Gazeteci