25 Şubat 2009 00:00

Sudaki özelleştirme tehlikesi

İstanbul’da yapılacak “Dünya Su Forumu”, sularımızın özelleştirilmesini, ticarileştirilmesini gündemine almaktadır. Su, asla ticari bir meta olmamalıdır.

Paylaş

İstanbul’da yapılacak “Dünya Su Forumu”, sularımızın özelleştirilmesini, ticarileştirilmesini gündemine almaktadır. Su, asla ticari bir meta olmamalıdır. Sularımızda, arsenikten çok daha büyük bir tehlikedir özelleştirme. Parası olmayanın suya erişim hakkının ortadan kalkmasıdır. Acaba, “devlet bu işi yapamıyor, özelleştirilsin” anlayışının yerleşmesi mi hedeflenmektedir.
Öncelikle, su kaynaklarının neler olduğu ve güvenli su kaynağının nasıl olması gerektiğini irdelemeliyiz. Doğadaki sular, yer altı ve yer üstü suları olarak ikiye ayrılabilir. Yerüstü suları, akarsular, göller ve denizlerde bulunurken, yer altı suları yeraltına süzülerek kayaların çatlaklarında, kum ve benzeri taneli jeolojik birimlerin boşluklarında yer alır. Yerüstü sularının yüzde 98 dolayındaki bir kısmı tuzlu deniz sularıdır. Kalan yüzde 2’si olan tatlı suların ise çok büyük bir bölümü buzullar şeklinde kutup bölgelerindedir. Bunların dışında kalan akarsu ve göllerdeki sular ile yer altı suları, çok az gibi görünse de akılcı kullanıldıkları taktirde yeryüzündeki tüm canlılara yetecek düzeydedir. Ama insanoğlu ne yazık ki suları akılcı kullanmaktan çok uzak.
Başta sanayinin atık suları olmak üzere, tarımsal ilaçlar, madenler, kentlerdeki atık sular, öncelikle yerüstü su kaynaklarının hızla kirlenmesine neden olmuştur. Hepimiz, artık temiz akan bir akarsuyumuzun olmadığını biliyoruz. Sanayinin yoğun olduğu bölgelerdeki kirlilik çok daha üst düzeyde. Sağlığımız çok ciddi risk altında.
Bu kirlenmiş sular, buharlaşıp yağış olarak yeryüzüne geri döndüğünde, taşıdığı kimyasalların bir kısmını da birlikte getirmektedir. Asit yağmurlarını hepimiz duymuşuzdur. Yağışın bir kısmı, yer altına süzülerek yer altı sularını oluşturur. Benzer şekilde, akarsuların taşıdığı suların bir bölümü de yeraltına süzülerek yer altı sularını zenginleştirir. Kirli sulardan beslenen yer altı suyunun da kirleneceği açıktır.
Her şeyden önce, hızlı nüfus artışının çözümü güçleştirdiği ve hatta giderek çözümsüzlüğe neden olduğu bilinmelidir. Nüfuz artışına paralel olarak artan su ihtiyacının karşılanması gerekmekte, politikacılar da bunu koz olarak kullanmaya çalışmaktadır.
Diğer yandan, çarpık büyüme, sürdürülebilir kalkınma politikaları, halk sağlığından çok küresel kapitalizmin gelişmesini hedeflediğinden aşırı su ve enerji kullanımını da beraberinde getirmektedir. Su-enerji ilişkisi gözden uzak tutulmamalıdır.
Kirlenen sular, kullanıma sunulmadan önce arıtılmak zorundadır. Bu da enerji kullanımında artış demektir. Maliyetlerde artış demektir. Yani, kirlensin, biz arıtır temizleriz demek, maliyeti halka yüklemek demektir. Asıl çözüm, suların kirlenmesinin önüne geçilmesidir. Diğer yandan kirletenlerle arıtma bedelini ödeyen farklıdır. Kirletenler (sanayici), maliyeti karşılamadığından ve kapitalist sistemin gereği olarak da onların üzerine gidil(e)mediğinden, tüm fatura suyu kentte kullanan halka çıkmaktadır.
Çözüm, sanayinin ve tarımın suları kirletmesini önlemek, kirletenlere caydırıcı yaptırımlar uygulamaktan geçmektedir. Sürdürülebilir kalkınma mantığındaki “kirleten öder” anlayışı da çok yanlıştır. Esas olan kirletilmemesidir. Kirlenmenin bedelini ödeseniz bile, geri kazanım giderek zorlaşmakta, imkansızlaşmaktadır. Suların arıtılması, sadece arıtma şirketleri için kazançlıdır. Tüm arsenikli sular, sanayinin yoğun olduğu yerlerdedir (Gediz yakınları, Halkapınar, Çiğli vb sanayi bölgeleri). Bu bir rastlantı değildir. Suları kirletenlerin üzerine gidilmeden çözüm olasılığı yoktur.
Kalıcı çözümler için, üniversitelerle işbirliği içerisinde, daha derin akiferlerin (su taşıyan kayalar) araştırılması, kirlenmenin önlenmesi, tarımda ve sanayide su tasarrufunun sağlanması, kentlerdeki kayıp-kaçak oranının, etkin önlemlerle minimize edilmesi ile olanaklıdır. Yani, çözüm vardır. Gerekli olan bu iradeyi gösterebilmektir.
Suyun ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi kapımızda. Parası olmayanın suya erişim hakkı ortadan kalkacaktır. Bu, arsenikten çok daha tehlikelidir. Sularımızın özelleştirilmesine karşı örgütlü mücadeleye şimdiden başlanmalıdır. Yerel yönetimler, suyun belli bir miktarını kent halkına ücretsiz ulaştırmalıdır. Elektrik de halka, yine belli miktara kadar maliyetine verilmelidir. Çünkü halk, elektrik ve suyu ticari amaçla kullanmamaktadır. Bu uygulama, aynı zamanda su ve elektrik tasarrufunu da özendirecektir.
Suyun yüzde 65’i tarımda, yüzde 10-12’si sanayide yüzde 12 dolayında ise kentlerimizde kullanılmaktadır. O zaman en büyük tasarrufun tarımda yapılması kaçınılmazdır. Tarımda, damlama sulamaya geçilerek yapılacak tasarruf ve uygun gübre kullanımı gibi önlemlerle, su sorunu büyük oranda çözümlenebilecektir.
Geciktirilmeden yapılması gereken diğer bir şey ise tüm kentlerimizde çok yüksek olduğu bilinen şebeke kayıplarının minimize edilmesidir. Bu, iki nedenle çok önemlidir. Birincisi, halk sağlığının korunması, ikincisi ise kıt olan suyumuzun israfının önlenmesi.
İzmir ve yöresindeki en temiz bölge olan Tahtalı ve Çamlı Havzaları, çok iyi korunmalı, altın ve diğer madencilik faaliyetleri, taşocakları, yoğun yerleşim gibi kirletici unsurlara kesinlikle izin verilmemelidir.
ERHAN İÇÖZ Jeoloji Mühendisi
ÖNCEKİ HABER

Mayınsız bir dünya gerçekleştirebiliriz

SONRAKİ HABER

BAŞYAZI

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa