23 Şubat 2009 01:00

Soğuk Savaş bitmiş, Fukuyama ABD emperyalizminin nihai zaferini “tarihin sonu” olarak ilan etmişti. Bu muzaffer tavrın erimesi ise çok sürmemişti. Yeni bir tehdit kurgulaması olmadığında ya da önleyici askeri bir doktrin geliştirilmediğinde, ABD emperyalizmi 21. yüzyılda egemenliğini yeni güçlere devretmek ya da paylaşmak zorunda kalacaktı, saptama buydu. ‘70’li yılların başından itibaren aşırı üretim krizine yanıt olarak geliştirdiği neoliberalizm, finansallaşma-küreselleşme formülü, artan askerileşme ile birlikte ilerlemişti. O sırada finansallaşma tökezlemeye başladı; küreselleşme, Çin gibi yeni güç odaklarının kesintisiz sermaye biriktirerek ABD karşısında istikrarlı bir biçimde güç kazanmasına yol açtı. Jeopolitik rekabet (Rusya’nın Putin’le birlikte gelişimi) geri dönmüş, sınırların yeniden çizilmesine yol açacak pandoranın kutusu ise çoktan açılmıştı (Kosova ve Abhazya örnekleri). Sonuçta ABD’nin, sistemin tepesinden yuvarlanmaya seyirci kalmayacağı açıktı. Tüm dünyayı bir cepheye çevirme, yükselen güçleri çevreleme ve enerji kaynaklarının askeri denetimini ele geçirerek ilerleme işte böyle bir dönemin ve arayışın stratejisiydi.
Şimdi öyle bir “bugün” düşünelim ki, ABD emperyalizminin ‘70’lerden bu yana gerileme krizini sürdürülebilir kılmak için geliştirdiği tüm iktisadi araçlar birer birer etkisizleşmiş olsun. Bu süreç, korumacılık ve jeopolitik rekabetin (özellikle Rusya) sahneye geri dönüşü ile birlikte ilerlesin. Demokrasi modeli olarak paketlenen AB’nin ABD ile birlikte, küresel ısınma sonucu geniş petrol ve gaz yataklarının ortaya çıktığı Kuzey Kutbu’na 2008’de Rusya’nın bayrak dikmesi ve geleceğin en önemli petrol ve gaz kaynakları üzerinde hak iddia etmesi sonucunda “gerekirse Rusya ile çatışırız” açıklaması yaptığını düşünün. ABD’de ise Obama’nın ilk icraatlarından biri olarak, Ulusal Güvenlik Konseyi’nin bu yeni tehdide karşı koymak için genişletilmesi çalışmalarına başlansın. Bir senaryo mu? Hayır, hepsi gerçek, tam da şimdi yaşanıyor.
Finansallaşma stratejisi çöküyor, jeopolitik rekabet tüm hızıyla pekişiyor. Obama’nın Savunma Bakanı Gates, ABD’de bir iç isyan tehlikesine karşı Pentagon’un 20 bin kişiyle ilk kez iç güvenlikte rol alması için gerekli hazırlıkları tamamlıyor. (Washington Post, 1 Aralık 2008) Huntington’un iç savaş korkusu, yerini yeni önlemlere bırakıyor. Sahi, Obama mucizesi mi dediniz?
Dolayısıyla, ‘90’lı yıllarda Amerikan emperyal aygıtı tarafından geliştirilen “ayakta kalma” stratejisi olarak Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin ve devamında 11 Eylül sonrasında yürürlüğe konan Bush Doktrini’nin temel bütün varsayımları şimdi daha yakıcı bir gerçek olarak ABD’yi zorluyor. Neydi bu doktrinin temel saptaması? ABD iktisadi olarak gerilemekte ve karşısında yeni güçler yükselmektedir. Bu süreçte ABD’nin hem yeni güçleri hem de diğer emperyalist aktörleri denetim altına alması hegemonik araçlardan çok, askeri araçlarla mümkündür. ABD, tüm dünyayı bir cephe olarak görecek, “sürekli ve önleyici bir savaş” içinde olacak ve gerekirse tek yanlı olarak kuvvet kullanarak rakip güçleri askeri yollarla dizginlemenin yollarını arayacaktır. Bush Doktrini’nin özü buydu ve bu Soros’un ifadesiyle “neocon çete”nin değil, Amerikan emperyal aygıtının ayakta kalma stratejisiydi. Sonra BOP devreye sokuldu, Afganistan ve Irak işgal edildi.
Şimdiyse, Bush’la özdeşleştirilen bu strateji, onun yerine Obama’nın geçirilmesiyle taktik değişiklikler ve süslemelerle sistemlileştirilmeye başlandı. Özetle şunu söyleyebiliriz: Obama yönetiminin karşı karşıya olduğu kriz ve dünya resmi, onu daha içe kapanmacı olmak yerine daha saldırgan olmaya itiyor. ABD açısından, ağır finansal krize, denetlenmesi gereken yeni güçlerin arzularıyla mücadele gerekliliği ekleniyor. Tarihte, gerileyen hiçbir kuvvet, bu gerilemeyi kabullenmek ya da seyirci olmak istemedi. Sınırsız sermaye birikimi arayışları sınırsız güç birikimi ile birlikte ilerledi. Bu durum, küreselciliğin ideologlarından Thomas Friedman’a şöyle yazdırıyordu: “Bizim görünmez bir ele değil, görünen bir yumruğa ihtiyacımız var.” Bu ise, onun gerileyişini hızlandırmaktan başka bir işe yaramadı ve yaramayacak. Obama’nın ilk eylemleri ve atamaları da bunun işaretlerini fazlasıyla veriyor.
Obama’yı güzelleme kampanyası, onun ilk olarak Guantanamo’daki cezaevini bir yıl içinde kapatma kararını imzalaması ile yükseltildi. Oysa aynı Obama, Bush’un Savunma Bakanı Robert Gates’i kabinede tutuyor ve “terör şüphelileri”nin CIA tarafından alınıp üçüncü bir ülkede işkence yoluyla sorgulanması uygulamasından vazgeçmeyeceğini bildiriyordu. (International Herald Tribune, 18 Şubat 2009)
Diğer yandan Türkiye’de de gözlemlediğimiz üzere Obama imajı, Irak’tan çekileceği haberleriyle birlikte sunuldu. Obama’nın haberin devamındaki “Irak’tan çekilip buradaki askerlerimizi Afganistan’a ve Pakistan’a göndereceğim” (Daily Telegraph, 21 Temmuz 2008) ifadeleri ise görmezden gelindi. Bunun özellikle yapıldığına kuşku yok. Obama aracılığıyla ABD aklanmak ve Amerikan karşıtlığı düşürülmek isteniyor. Egemen ideolojilerin ezilenlerin kendi özlemlerini de yansıtan kısmi gerçekliği vardı geçmişte. Şimdi sadece “yalan”a ve baskı aygıtlarına dayanmak zorundalar. Çünkü hegemonya çatırdıyor.
Konumuza dönelim. Obama, başkanlık görevine gelmeden bir yıl önce yaptığı açıklamalarda şunu söylüyordu: “Başkan olduğumda, tek taraflı olarak Pakistan’ı vurabilirim” (BBC, 2 Ağustos 2007). Nitekim Obama göreve gelir gelmez ilk icraatlarından biri, Amerikan savaş uçaklarına Pakistan topraklarını bombalama emri vermek oldu. Bu ilk operasyonda 30’dan fazla sivil hayatını kaybetti. (The Times, 23 Ocak 2009) Kaldı ki Obama, Amerikan emperyalizminin ancak daha fazla askeri tedbirle gücünü sürdürebileceğine inanan müdahaleci bir ekibi bir araya getirmekle işe başladı. Örneğin Yugoslavya’nın parçalanmasında büyük rol sahibi olan, Irak işgaline destek veren ve İran’a karşı askeri operasyonu savunan Richard Holbrooke’u yeni oluşturulan bir temsilcilik olarak AfPak (Afganistan-Pakistan) temsilciliğine getirdi.
Obama yönetimi 17 Şubat’ta, Afganistan’a ilk etapta ilave 17 bin asker gönderilmesi emri verirken, esas sorunu Pakistan’da dengeleri tamamen lehine çevirmek olarak gördüğünü açıkladı. 7 Aralık’ta NBC televizyonunda yayınlanan söyleşisinde “Pakistan’da başarılı olmadan Afganistan’da başarı mümkün değil” açıklaması yapan Obama, sonradan kısmen denetimden çıkarak Çin ve İran ile stratejik işbirliği geliştiren Müşerref’in “kim çıkardıysa o indirdi” formülü çerçevesinde istifa ettirilmesi ile başlayan süreci daha da ilerletecek ve bu ortamda Amerikan askeri egemenliğini tahkim etmenin ve İran, Çin ve Hindistan’ın arasında bir kama olarak işlev görmenin yollarını arayacak. Zira Çin’in Basra Körfezi çıkışında, Pakistan’ın Gwadar limanında Müşerref’in izniyle inşa ettiği askeri limana (Çin donanması sıcak sularda) şu anda Çin donanması yerleşmiş durumda ve bu ülke ABD ile Çin arasında Basra petrollerinin denetimi konusunda gelecekte yaşanacak bir mücadelenin ön sahnesi olarak çoktandır gizli bir mücadeleye sahne oluyor (Butto’nun öldürülmesi, Müşerref’in indirilmesi, Mumbai saldırılarının Pakistan’a yıkılmak istenmesi vs.) Pakistan’ın hangi ülkelerle komşu olduğuna haritadan bakıldığında da, jeopolitik açıdan ne söylemek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. (Hindistan, İran, Çin, Afganistan) Dolayısıyla bu dönemde de İslamcı terör efsanesi üzerinden Amerikan emperyal stratejisi ilerletilecek. Formül değişmiyor; ABD yerleşeceği ülkeye önce El Kaide’yi gönderiyor.
Diğer yandan Obama döneminde ABD dış politikasında neocon tedbirlerden bir kopuş olacağı propagandasını yapanları, bizzat önde gelen neoconlar (yeni muhafazakarlar) yalanlıyor. Zira, ABD’nin Irak’ta geçtiğimiz yıl uygulamaya koyduğu yeni askeri stratejinin mimarı olarak bilinen önde gelen neoconlardan Fred Kagan, bir buçuk yıl önce Brookings’ten O’Hanlon (Brookings düşünce kuruluşu, Obama yönetimine Dış İlişkiler Konseyi CFR ile birlikte en fazla danışmanı sağlayan kuruluş) ile birlikte kaleme aldığı “Pakistan’ın Düşüşü: Bizim Problemimiz” başlıklı makalede “Askeri ve diplomatik olarak böylesi bir dünyada kendimizi güvende tutmak için hazırlıklı olmalıyız. Bir sonraki büyük test, Pakistan olabilir” (New York Times, 18 Kasım 2007) diyerek, neoconların liberal müdahalecilerle ortak gündeminin yeni dönemde cepheyi Pakistan-Afganistan hattına taşımak olduğunu zaten belirtmişti.
Yani, Amerikan askeri stratejisinde bir kopuş söz konusu değil; tersine Obama, Irak’tan sonra esas test alanının Pakistan olduğunu ifade eden stratejik yönelimle uyumlu biçimde, ilk iş olarak Pakistan topraklarını vurma emri verdi. Ortada bir neocon değil, Amerikan stratejisi var. McCain’in, seçilmesi durumunda yapacağını söylediği her şeyi, Obama yapıyor. Önümüzdeki süreçte Irak’tan Afganistan’a kaydırılacak askerlerle ve Pakistan’a yönelik operasyonlarda gözlenecek artışla birlikte, bölgenin çok daha sorunlu hale geleceği kestirilebilir. Yani Obama’nın Gül’ü ve Erdoğan’ı arayarak Afganistan ve Pakistan’ı görüşmesi rastlantı değil. Sahi, Kagan ve O’Hanlon’un aynı makalede bu bölgeye “ılımlı Müslüman ülkelerden savaşçı kuvvet takviyesi yapmayı önerdiğini” belirtmiş miydik?
Obama’nın askeri-emperyal stratejiyi diplomasiyle ve çok taraflılıkla ikame edeceği yönünde beklentileri olanlar mevcut. Oysa ABD emperyalizminin karşı karşıya olduğu sorunlar, diplomasinin ancak ABD’nin hizmetinde olduğunda işlevsel olacağını kanıtlıyor. Bakalım durum bu cephede nasıl? Her şeyden önce Obama’nın gerçekleştirdiği atamalara bakıldığında, hakim olan eğilimin “önleyici savaş” doktrini olduğu görülüyor. Askeri seçeneği alet çantasının ilk sırasında tutan bu isimler, Başkan Yardımcısı Joe Biden’den, AfPak temsilcisi Holbrooke’a, oradan da dış politika danışmanlığına getirilen CFR Başkanı Richard Haass’a uzanıyor. Haass, 2000 yılında Foreign Affairs dergisinde yazdığı “Imperial America” başlıklı yazısında ABD’nin emperyalist bir tutum içinde olmaktan çekinmemesi gerektiğini açıktan yazmaktaydı ve Bush tarafından Irak ve Afganistan işgalini planlamak üzere Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Daire Başkanlığı görevine getirilmişti. Şimdi Obama’nın dış politika danışmanı. Haass’ın geçtiğimiz aylarda yaptığı bir açıklama, gelecek günlerin habercisi gibi. “Önümüzdeki süreçte gelişen olaylar Obama’yı test edecek. Darbeler, soykırımlar ve terör olacak.” (The Seattle Times, 6 Kasım 2008)
Obama’nın Savunma Bakanı Robert Gates ise, Amerikan Dışişleri’nin yarı resmi yayın organı niteliğindeki Foreign Affairs’in Ocak/Şubat 2009 sayısında neocon Donald Kagan’a atıf yaparak, barışı korumak için ABD’nin sırtındaki askeri misyona işaret ediyor; Obama da aynı derginin Temmuz/Ağustos 2007 sayısında kaleme aldığı makalede “Dünyada Amerikan liderliğini yenilemek için, vakit kaybetmeden ordumuzu yeniden canlandırmalıyız. Güçlü bir ordu, barışı sürdürmek için her şeyden daha önemlidir… Ordumuzu güçlendirmek yetmeyecektir. Başkomutan olarak ben, silahlı kuvvetlerimizi kullanacağım… Gerektiğinde, Amerikan halkını ve bizim yaşamsal çıkarlarımızı korumak için tek taraflı olarak askeri güç kullanmakta asla tereddüt etmeyeceğim” diyor. Başkan Yardımcısı Joe Biden de, geçtiğimiz hafta Münih’te yaptığı konuşmada ‘90’larda geliştirilen Amerikan stratejisinin temel bileşenlerinden “önleyici savaş” konusuna İran bahsinde değinerek “ABD, eylemsizliğin tehditleri ve savaşın riskleri arasında seçim yapmak zorunda kalmamak için önleyici şekilde müdahale edecektir” sözleriyle devamlılığı açığa vuruyor. Bu isimlere, yeni atanan Susan Rice ve Dennis Rose gibi müzmin İran düşmanı şahinleri de eklemek mümkün. Yani büyük strateji aynı, sadece taktik değişiklikler, gülümseyen bir emperyalizm var.
Her şeyin Bush ile başladığını ve onun gidişiyle yeniden dünyanın huzura kavuşacağını savunanlara ise son bir soru. Demokratlar’ın iktidarda olduğu ‘90’lı yıllar boyunca ABD Ordusu’nun tüm dünyada gerçekleştirdiği askeri müdahale ve operasyonların sayısının 1945-1990 arasındaki müdahalelerden daha fazla olması, size bir şey ifade etmiyor mu?
DENİZ YILDIRIM Eğitim Sen Uluslararası İlişkiler Uzmanı

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik

Yüksek voltajlı teşvik

Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et