09 Şubat 2009 00:00
Algılar, zihniyet kalıpları ve değişimin ötekileştirilmesi
Demokrasinin en büyük özelliği, yerellerden halkın ihtiyaçlarının karşılanması sürecinde halka bizzat özne olma işlevinin yüklenmesi noktasıdır.
Demokrasinin en büyük özelliği, yerellerden halkın ihtiyaçlarının karşılanması sürecinde halka bizzat özne olma işlevinin yüklenmesi noktasıdır. Çünkü yerel demokrasi, bir taraftan yerel yönetimlerin halka danışmasını bir tarafından da halkın katılımını ifade etmektedir. Yerel yönetimler halka en yakın yönetim organları olmasının yanında aynı zamanda birer demokrasi okulu konumundadırlar.
Yerel yönetimler ile demokrasi ilişkilerinde gözden kaçırılmaması gereken en önemli unsur; yerel kültürlerdir. Yerel kültürlerden beslenen belediyecilik, merkezi iktidardan daha demokratik bir içeriğe sahiptir. Kültürler içerisinde yaşayan insan dil ile düşünür ve düşündüklerini yine dil ile ifade ederler. Kısaca dil olmaksızın insandan söz etmek mümkün değildir. Dil var olandır, yok sayılamaz. Kendine özgü yasalar içinde yaşayan, gelişen canlı bir varlık olarak kültürel bütünlerin en önemli değerlerlerindendir. Bu nedenle günümüz demokratik toplumların çoğu dil konusunda hassasiyetlerini teorik ve pratik yönetim sistemlerine yansıtmışlardır.
Türkiyede ise Ulus-Devletin kurulma aşamasında kültürel çeşitlilik görmezden gelinmiş, tek dil, tek din ve tek mezhepten oluşan bir ulus yaratılmaya çalışılmış, yüzyıllardır bir arada yaşayan farklı kesimlerin tek tipleştirerek herkesi Türk kabul eden politikalar yürütmüştür. Bu inkar, tekçi ve asimile politikaları sonucu diğer etnik kimlikler olarak Kürtler, Araplar, Çerkezler, Ermeniler, Lazlar, İbraniler, Süryaniler, Pomaklar, Gürcüler, Rumlar vb. bir çok kimlik yok sayılmıştır. Kültürel farklılıklar iddiasında bulunan kesimler her zaman için tehlikeli görülerek bölücü ve vatan hainliği darbesi yemiş ve cezalandırılmıştır. Aynı zamanda bu halkların kültürlerini yaşamalarına izin verilmediği gibi yok etme politikası uygulanmıştır.
Bu politika son dönemde TRT 6 ile yapıldığı söylenen açılımlara rağmen dewam etmektedir.Çünkü bu televizyonun kurulması her hangi bir yasa ile yapılmamıştır. Bu durum tamamen seçim öncesi bir yatırım amacıyla yapılmıştır. Bir yandan kürtçe ile ilgili yasak ve soruşturmalar devam ederken diger yandan kürt dili ve kültürü üzerinde baskılar devam ediyor.Wan daki W gibi.Baronun kürtçe ajandası gibi.AKP halk a suç olanı kendisi için meşru görüyor.bir zamanlar kemalistler bu ülkeye kominiz gerekirse onu da biz getirecegiz diyorlardı.Şimdi islamcı kemalist AKP bu memlekete kürtlük adına ne lazımsa onu da biz getiririz diyor.
Bir diğer çelişkileri de siyasal ve ekonomik anlamda liberal olduklarını ifade ediyorlar ve devletin küçülmesinden bahsediyorlar.Ayrıca bu konuda bütün liberaller onları destekliyor.Ama konu Kürtler ve diger kültürler olunca devletçi oluyorlar.Roj tv Yasak ama TRT 6 serbest. Gün tv ye engel ve sorusturma ama TRT ye kürtçe reklam serbest.ben devletim yaparım diyor ama devlet kücülmeli diyor.bu ne yaman çelişki ve liberalizm.Çok dilli belediyecilik yasak ama çok dilli TRT serbest.kendi kanun dinlemez ama halka yasak der.
Bu nedenle farklı sınıf ve kültürlerin birbirlerine hoşgörü ile bakmaları yerine, birbirlerine karşı şiddet kullanmalarına kadar götürülmüştür. Diller ve kültürler çeşitli yasalar, uygulamaların yanında sinema, tiyatro ve edebiyat alanında da küçük düşürülmüş, toplumun çeşitli katmanlarının birbirlerine karşı düşmanca düşünceler beslemesine ve önyargı duvarlarının örülmesine neden olmuştur.
Göreve geldiğimiz 2004 yılı itibariyle gördük ki, belediye sınırlarımız içerisinde yaşanması gereken farklılıklar ve zenginlikler temelinde birlik ifadeleri, Süryani, Keldanî, Ermeni nüfusun tamamen kaçırtılmış olması, Kürt nüfusunun ise düşmanca politikalarla karşı karşıya gelmesi nedeniyle ötekileştirilmesi yurttaşlarımızda ciddi huzursuzluklara kaynaklık etmişti. Yaptığımız araştırmalar ve anketlerin yanı sıra halkla olan tüm alışverişimizde farklı dillerin ne kadar gerekli olduğunu ve çalışmalarımızı çok dilli yapmadığımızda ise halkın ne kadar tepki duyacağını gördük.
Türkiyede her ne kadar yasal düzenlemeler yerel dillerin kullanımına olanak verdi diye anlaşılmış olsa da, yerel yönetimlerin yerel diller için tek bir kuruş dahi masraf yapmaları yetkiyi kötüye kullanma olarak değerlendirilmektedir. Bu durum devamlı bir şekilde söylenen değişimin hala sözlerde kaldığının, uygulamalara yansımadığının göstergesidir. Öyle ki yazar, aydın ve yerel dillere duyarlı şahsiyetlerin gönüllü olarak verdikleri çaba ve destek sayesinde tek kuruş para ödemeden yapılan çok dilli çalışmalar bizi onlarca soruşturma ile karşı karşıya bırakmıştır. Tüm bu soruşturmaların merkezinde öteki diller değil Kürtçe, Ermenice ve Süryanice incelenmeye alınmış, bu diller için herhangi bir finansmanın tahsis edilip edilmediği dikkatle incelenmiştir. Bir çok belediyenin İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca vb. dillerde bir çok yayın hazırlamasına rağmen bunlara herhangi bir soruşturma açılmamış olması, bu yerel diller üzerinde var olan inkar ve imha politikalarının devam ettiğini göstermektedir. Bu noktada açıkça belirtmek gerekir ki, uygulamayı gerçekleştiren belediyelere göre verilen kararlar tam anlamıyla bir ayrımcılıktır.
Özgür yazılım ürünü Ubuntu GNU/Linux adlı işletim sistemi dünyada 167 dilde programlanmış, Türkiyede yüzlerce kişi tarafından Türkçeye çevrilmiş ve birçok bilgisayar dergisi Ubuntu CDsi dağıtmış ve herhangi bir soruşturmaya uğramamıştır. Ancak yazılımın Kürtçeye çevrilmesi ve bizimde destek vermemiz nedeniyle hemen soruşturma açılmıştır.
Hiçbir şekilde eğitim safhalarında olmayan yerel diller, okullarda eğitim veren öğretmenlerin dikkatini çocuk oyunlarının zenginliği sayesinde çekmiş, öğretmenlerin bu yönde telkinleri üzerine bir araya gelen gönüllü bir grup bir Çocuk Oyunları Kitabı hazırlamıştır. Belediye olarak bu çalışma üzerinde önemle durduk ve yayınladık. Ancak bu kitap içeriğinden dolayı değil, dilinden dolayı bir kez daha soruşturmaya tabii tutulmuş, MEB tarafından okullara hiçbir şekilde sokulmaması doğrultusunda talimat verilmiştir.
Aynı şekilde Diyarbakırı tanıtan turizm kapsamındaki broşürlerde yerel dillerin kullanılması da soruşturmalara neden olmuştur. Oysa bu broşürlerin diline değil de etkilerine bakılmış olsaydı, turizmin gelişmesi ve bölgesel kalkınma yanında birçok alandaki olumlu etkileri görülürdü.
Son olarak; Sur Belediye Meclisimizce 06.10.2006 tarih ve 61 sayılı karar ile belediye hizmetlerinin etkili, verimli ve yurttaş merkezli yürütülebilmesi için çok dilli hizmet mantalitesi kabul edilmiş ve karar, gerçekleştirdiğimiz bir basın toplantısı ile kamuoyuna deklare edilmişti. Akabinde meydana gelen gelişmeler Türkiyede siyasal zihniyete sirayet eden korku ve sendromların temel niteliklerini ortaya koyma açısından önemli zihniyet kalıplarını işaret etmiştir.
Kendi toplumunu tanımayan, yurttaşlardan aldıkları yetkilerle yurttaşlar üzerinde mutlak tahakküm hakkını kendilerinde görme anlayışının temsilcileri, son hadisenin de gösterdiği gibi artık değişim dönemine girmek zorundadırlar. Çünkü eğer demokrasi modern anlamı içinde devam edecekse, Türkiye'nin yurttaşları dışarıda bırakan bir zihinsel iklimle yönetileceğini beklemek gerçekçi olmaz.
Çok dilli hizmet kararımız kısa süre içerisinde devletin kutsal alanına taşınmış ve Türkiyede hala hükümran olan sakat milliyetçi-devletçi algı eşliğinde değerlendirilip, mantıksal akıl yürütme rafa kaldırılmıştır. Uzun yıllardır yinelenen değişimin gerekliliği argümanı, değişimin talebinin DTPli bir Belediyeden gelmesi üzerine tam anlamıyla kendisiyle çelişmiş, bu durum demokratikleşmeyi ve sivilleşmeyi tetikleyen reformlar yaptığını iddia eden AKP İktidarının ikiyüzlü siyaset anlayışını açığa çıkartmış ve maskesini düşürmüştür. Tartışmanın merkezine oturtulan iç ve dış mihraklar, demokratik bir anlama çabasını engellediği ölçüde, değişim talebinin sahipleri olarak siyasi hareketimizi ve belediyemizi ötekileştirme, değersizleştirme politikalarına kurban etmiş ve çok dilli hizmet kararımızı tüm güçlere hedef tayin etmiştir.
Çağdaş yönetim yaklaşımlarından, demokratikleşme ve yurttaş odaklı anlayışlardan görünürde bahseden siyasal iktidarlar, Cumhuriyetin kurulmasından beri devlet-yurttaş ilişkisinde ideolojiyi hakim kılma uğraşında olmuşlardır. Demokratik anlayışının halka hizmet ile uyumlu kesişme yeri olarak hizmetin çok dilli sunulması politikası tartışmaya dahi açılmadan, devletin üniter kimliğine saldırı olarak kabul edilmiş, hadisenin merkezindeki özneyi yani yurttaşı bir kez daha görmezlikten gelmek durumunda kalınmıştır. Oysaki Sur Belediye Meclisimizce alınan karar, tamamıyla Diyarbakır ili, Suriçi beldesindeki mevcut demografik yapı baz alınmak suretiyle verilmiş bir karar olup, demokratik mekanizmalara yurttaş katılımının azamileştirilmesi amacına dönük olarak okunmalıydı.
Kısaca özetleyecek olursak; Suriçi beldesinde 8920 hanede uygulanan anket, klasik bir kanaat ölçme çalışmasından çok ötede, doğrudan halkın hemen hemen bütününe ulaşma çabasını göstermiştir. Resmi rakamlara göre 98 bin olan belde nüfusunun yaklaşık 75 binine ulaşılmıştır.
Ankete göre bazı ibret verici sonuçlar başlıca şöyledir;
* Hanede yaşayan kişi sayısı; 13 aralığı % 24, 46 aralığı % 43, 79 aralığı % 24, 10 ve üstü kişi sayısı % 9dur.
* Çocuk sayısı; 13 aralığı % 37, 46 aralığı % 36, 79 aralığı % 17, 10 ve üstü çocuk sayısı % 10dur.
* Okula devam eden çocuk; % 83ünün çocuğu okula gitmektedir. % 17sinin çocuğu okula gitmemektedir.
* Görüşülen ailelerden % 33ünde ailede çalışanın olmadığını ifade edilmiştir. % 54ünde 1 kişi, % 7sinde 2 kişi, % 6sında 6 kişi çalıştığı belirtilmiştir.
* Ailelerin % 21i SSK, % 9u Bağ-kur, % 4ü Emekli Sandığı, % 54ü Yeşil Kartlı olduğunu belirtmiştir. % 12si hiçbir güvencelerinin olmadığını ifade etmiştir.
* Ailelerden % 9u evlerinde engelli olduğunu belirtirken, % 91i evlerinde herhangi bir engelli olmadığını ifade etmiştir.
Konumuz olan yurttaşların konuştuğu dille ilgili olan veriler ise şöyledir: Görüşülen ailelerin % 24ü Türkçe, % 72si Kürtçe, % 1i de Arapça dillini günlük yaşamda kullandığını belirtmişlerdir. % 3lük kesimde bu dillerin dışında bir dil kullandığını ifade etmiştir. Ailelerden % 31i konuştuğu dille okuma-yazma bildiğini belirtirken, % 69u konuştuğu dilde okuma-yazma bilmediğini ifade etmiştir.
Belirtmek gerekir ki, Çok dilli belediyecilik kararı ile Türkiyede siyaset sahnesinin alışık olmadığı bir anlayışın ilk nüveleri ortaya koymamızla birlikte ülkemizin resmi ideoloji dışı söylemlere verdiği psikolojik tepkilerin tümü de üzerimize yüklendi. Yarım asırlık demokrasi tecrübesine sahip olduğu belirtilen Türkiye siyasal sistemi, demokrasiyi sadece merkezi iktidarın belirlenmesinde kullanılan periyodik seçimlere indirgemek suretiyle, yerel demokrasiyi yok kabul etmekte ve gelen taleplere ise düşman muamelesi yapmaktadır.
Çok dilli belediyecilik bir değişim talebidir ve meşru zeminde değerlendirilmelidir. 1830larda yerel yönetimleri demokrasinin temel kurumları olarak gösteren Tocqueville, demokrasinin asgari şartlarını yurttaş katılımının net bir şekilde gerçekleştirilmesi olarak öne sürmüş ve merkeze bağlı yerel yönetim tarzını dışlayarak, temele yerel yönetimleri koymuştur. Türkiyede yurttaş odaklı hizmet anlayışı olarak öne sürdüğümüz çok dilli hizmet anlayışı kötü niyetlilikle suçlanıyorsa, demokrasi teorimizin özellikle psikolojik arka planının ciddi bir sorgulamaya ihtiyacı olduğu aşikardır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan itibaren siyasal ve toplumsal alan üzerinde kurduğu baskı yurttaşların güvenini sarsmıştır. Çok dilli hizmet anlayışımız tam da bu noktada yitirilen güveni yeniden tesis etmeye, yurttaşın kendi dili ve kültürüyle yönetime katılmasını sağlayacak mekanizmaların temelini oluşturur.
Geri olan toplumsal kesimleri modernleştirmeyi/muasır medeniyet seviyesine çıkartmayı kendisine misyon edinmiş olan siyasal elitler, siyasal sistemi daha etkin ve daha verimli kılmaya yönelik önerileri hazmedememektedirler. Suçlamalar Sur Belediye Meclisi özelinde, demokratik zihniyetin fikri bütünselliğinedir. Bu noktada belirtilmesi gereken en önemli husus, siyasal elitlerin gözünde asıl tehdit sahiplenmeye çaba sarf ettikleri demokrasinin kendisidir. Demokrasiyi kendi rakibi haline getiren bir cumhuriyet ve siyaset anlayışının günümüzün Türkiye'si için artık hiçbir saygınlığı ve meşruiyeti yoktur.
Abdullah Demirbaş (Görevden Düşürülen Sur Belediyesi Başkanı)