13 Ocak 2012 08:25

Ötekinin dansı... Zenne

Birçok kişinin üzerine sessiz bazen de gürültüyle mutabık olduğu bir konu, eşcinsellik.Hastalık, tercih, sapkınlık ve daha birçok sıfatla tanımlanıp da hiçbir şekilde yönelim olduğu kabul edilmeyen bir gerçeklik karşımızda duran.Dünyanın birçok ülkesinde eşcinsel ilişkiler ve hatta evlilikler kabul

Ötekinin dansı... Zenne
Paylaş
Suzan Demir

Hastalık, tercih, sapkınlık ve daha birçok sıfatla tanımlanıp da hiçbir şekilde yönelim olduğu kabul edilmeyen bir gerçeklik karşımızda duran.

Dünyanın birçok ülkesinde eşcinsel ilişkiler ve hatta evlilikler kabul görürken ülkemizde eşcinselliğin algılanışı ne yazık ki sapkınlık düzeyinde. Elbette ki salt yorumsal bir çerçevesi yok bunun aynı zamanda daha maddi bir karşılığı olan eşcinsel cinayetleri de bu kapsamın içinde. Eşcinsellere yönelik bu kavramsal kargaşa ve baskının olduğu tek ülke bizimkisi değil kuşkusuz. Yanı başımızdaki İran’ın direkt olarak eşcinsellere yönelik uygulamaları ülkemizdekinden çok daha ağır. Eşcinseller, İran’da ölüm cezasına çarptırılırken neyse ki ülkemizde şimdilik sadece “namus” cinayetlerine kurban gitmekteler!

Devlet eliyle yasalar çerçevesinde cezalandırıl(a)mayan eşcinsseller ve trans bireyler medya ve toplumsal köy-şehir-mahalle baskılarıyla karşı karşıya. Yakın zamanda Bülent Ersoy’un, Deniz Gezmiş üzerinden yaptığı açıklamaya gelen tepkiler ve tartışma aslında durumun en iyi örneklerinden. Nefret suçları ne yazık ki o kadar kanıksanmış durumda ki Bülent Ersoy’un söylediklerine gelen tepkiler, onun cinsel kimliğinden ve trans oluşundan öteye geçemiyor. Böyle bir dönemde ve ülkede genelde tartışılmaktan kaçınılan bir konu bu. Yinelenip durulan ‘Ama bu aslında toplumun tabusu, daha vakti var, şimdi tartışmak olmaz’ minvalideki yaklaşımlara yanıt olabilecek, tabu kırıcı misyon taşıyan düşüncelere, sanat yapıtlarına çok ihtiyaç var.

BOL ÖDÜLLÜ BİR YAPIT

Zenne de aslında bu temeller üzerinden yükselen ve derdini, meramını bu sorunsalın içersinde arayan bir film. M. Caner Alper ile Mehmet Binay'ın ilk uzun metrajlı yapıtı. Galasını 48. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde yapan Zenne, SİYAD’da Ulusal En İyi Film, En İyi İlk Film ayrıca Tilbe Saran’ın En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, Erkan Avcı’nın En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve Norayr Kasper’in de En İyi Görüntü Yönetmeni ödüllerini aldığı bir yapım.

YAŞANMIŞ BİR HİKAYE

M. Caner Alper ile Mehmet Binay'ın yaşanmış bir hikayeden yola çıkarak yaptıkları filmde, eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra, 2008'de, 26 yaşında öldürülen Ahmet Yıldız'ın hikayesi ile birlikte yolları kesişmiş üç farklı insanın yaşamları konu alınıyor.

Bir barda zennelik yapan ve aynı zamanda bir kafede falcılık yapan Can, Urfalı tutucu bir ailenin İstanbul’da üniversite okuyan oğlu Ahmet ve daha önce Ortadoğu’da fotoğrafçılık yapmış fotoğrafçı Daniel. Bu üç adamın hayatı bir şekilde kesişirken peliküle yansıyanlar sadece bu üç kişinin yaşamından ibaret kalmıyor.

Zenne, içinde her biri başka bir filmin konusu olabilecek nitelikte hikayeler barındırıyor. Ahmet Yıldız ekseninden baktığımızda cinsel kimliğinin töreler ve namus kavramı çerçevesinde sıkışmış bir hayata giriyoruz. Aşırı kontrolcü bir anne, annenin aile içindeki rolü bir hayli ilginç. Geleneksel toplumlarda baba imgesi yerine geçen anne (Rüçhan Çalışkur) Ahmet üzerindeki en büyük baskı unsuru. Birçok örneğin aksine burada anne törenin ya da ahlak kavramının vücut bulmuş hali. Ailenin babası ise annenin uygulayıcısı olarak arka planda.

Zennelik yapan Can’ın hayatı da aslında bir o kadar ilginç. Can, Güneydoğu’da görev yaparken ‘şehit’ olan bir binbaşının oğlu. Can’ın, en büyük erkeklik kanıtı gibi duran askerlik gölgesindeki cinsel kimliği ve ailesinden gelen bu tezatlığı da bir ayrı hikaye tadında. Bir yandan annesinin onu da bu savaşa kurban vermemek için içine girdiği mücadele, bir yandan Can’ın hayatına en büyük tezatlık ve düşmanlığı sokan, bu savaşta gazi olmuş abisi.

Filmin üçüncü karakteri Daniel, Ortadoğu’da yaptığı fotoğrafçılık sonrası, pişmanlıkları ve suçluluk duygusuyla tüm kariyerini hiçe sayarak İstanbul’a yerleşen bir fotoğrafçı.

ERKEKLİĞİN SİLAH TUTMAYAN DÜRÜSTLÜĞÜ

Daniel’in Ahmet’le olan ilişkisi ve sonrasında Ahmet’in öldürülmesine kadar giden bir süreçte cinsel kimliğini tüm yasaklara ve geldiği topraklara rağmen kalıpları kırarak aşmaya çalışan bir gencin öyküsü, bir yandan da varolan savaşın bir parçası olmamaya çalışan bir erkeğin, Can’ın, erkekliğin silah tutmaktan öte olduğunu kanıtlama çabası, bir yandan da kendi özgür toplumunda cinsel kimliğini açıkça yaşayan ve bu konuda dürüstlüğün esas olduğuna inanan Daniel. Tüm bu dramı süsleyen Zenne’nin dans şovu...

Film toplumsal olaylara duygusal bir bakış açısıyla yaklaşıyor. İzlediğimiz aslında bu üç adamın ve onların çevresinin değil tüm bir toplumun dramını sunuyor. Töre adı altında işlenen namus ve nefret cinayetleri ve bunu korumayan devletin bir savaşın içersine zorunlu olarak sürüklediği yaşamlar.

Film aynı zamanda bir dönem, insan haklarına aykırı olmasına rağmen varolan bir askerlik uygulamasını da konu alıyor. 2008 yılına kadar yürürlükte olan bir uygulama Askere gitmemek için eşcinsel erkeklerin durumlarını kanıtlamak için fotoğraflı belge istenmesi gibi yüz kızartıcı bir yöntem. Zenne olayın bir taraftan da bu yönünü hatırlatıyor. Başta da değindiğim gibi devlet resmi olarak eşcinsel olanları öldürmese de süründürecek uygulamalara ve baskıya gark oluyor.

Film bir yandan Ahmet Yıldız’a saygı duruşuna geçerken, bir yandan da Beyoğlu’nun neon ışıklardan yoksun bölgelerine uzanan,az da olsa, görüntüleriyle ‘Gece, Melek ve Bizim Çocuklar’dan sonra şimdilerde kentsel dönüşüm adı altında boşaltılan o arka sokaklara selam çakıyor.  

ÖNCEKİ HABER

Yarının sahiplerine…

SONRAKİ HABER

Suat abi?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa