12 Ocak 2009 00:00

BAYKUŞ

Bir açık hava hapishanesine almak yetmemiş, önce çocuklar ve kadınların öldürüldüğü, doğrudan ölüm kampına dönüştürülmüş bir Gazze. Savaş suçu üzerine Hamas battaniyesi örtme çabaları…

Paylaş

Bir açık hava hapishanesine almak yetmemiş, önce çocuklar ve kadınların öldürüldüğü, doğrudan ölüm kampına dönüştürülmüş bir Gazze. Savaş suçu üzerine Hamas battaniyesi örtme çabaları… Sivas katliamı sanıkları ile Ergenekon sanıkları arasındaki bağlantı. Yasaları gerektiğinde ve yerinde anımsatması ile ünlü bir hukukçunun evinde bulunan ruhsatsız silah. Evlerden çıkan silahlar, mermiler, ormanlara gömülü bombalar. “Bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler Giremez” yazısının ardında kravatlı, takım elbiseli, ille de bıyıklı erkeklerin fotoğrafı. Üzerimize üzerimize gelen bu eril şiddetin el birliğiyle gündeliğe evrilmesinde, sıradan ve meşru kılınmasında sorulmayan soruların, bakılmayan aynaların, bizlerin payını görmeden bu şiddete karşı yürütülen mücadelenin inandırıcılığı olmayacaktır.
İstanbul Barosu Kadın Hakları ve Çocuk Hakları Merkezleri’nin adli yardım sistemi içinde eritilmesi kararına hiç şaşırmadım. İlk kuruluş felsefelerinin çoktan ortadan kaldırıldığına doğrudan tanıklık etmiştim. Kuruluşundan bu yana kadına yönelik şiddeti, adli tıp yönünden ele aldığımız seminerler yapmıştık eğitimlerin içinde. Birkaç yıl öncesine kadar. Az da olsa erkek avukatın da katıldığı bu eğitimlerde, her seferinde kadınların özellikle ilk başvuruda erkek avukatlarla karşılaşmasının sakıncalarından, kendilerini ifade etmekte zorlanacaklarından nedenleriyle söz edip, değişik tepkileri de göğüslemek zorunda kalmıştım. İlk kuruluş sürecinde, benden destek isteyen arkadaşlara adli tıp içinde asıl seçtiğim çalışma alanının kadına yönelik şiddet olmadığını belirtmiştim. Birlikte değerlendirdiğimizde ise, bu eğitimin erkek meslektaşlarım tarafından verilmesinin, ilk başvuru avukatının erkek olmaması gerektiği önermemizi zayıflatacağını öngörmüş, birlikte çalışma kararı almıştık. Yazımı okurken, birçoğunuzun paylaştıklarıma tepki duyabileceğinizi tahmin ediyorum. Gerekçelerini ayrıntılı ve uzun uzun anlatacağım başka bir yazımda. Belki bu tepkilerinizi kısmen de olsa azaltabilirim. İstanbul Barosu’nun “laik” ve “Kemalist” çizgisi ile son yaptıklarının beni neden şaşırtmadığını anlattığımda da, biraz olsun beni anlayacağınızı düşünüyorum.
Bir akşam iş çıkışı İstanbul Barosu’nun eğitim merkezine seminer için gitmiştim. O gün nöbet dağılımları da yapılacağı için, ulaştığımda tartışmalar sürüyordu. Erkek avukatların nöbete girmemesi gerektiğini savunan arkadaşlara, gerekçelerini açıklayarak destek olduğumda, yönetimden bu kararın çıkmasını sağlayan laik çizgi hemen oklarını bana yöneltti. İslamcılarla benzer bir yaklaşımı benimsediğimi anımsatan, bu durumda okulları da kadın-erkek okulları olarak ayırmaya karşı çıkmayacağımı ifade eden konuşmalarla karşılaştım. Seminere bir türlü başlayamıyorduk. Sonunda tartışmayı bitirmek için, semineri erkek avukatların varlığı halinde yapmayacağımı, bu semineri eğer istiyorlarsa yalnız kadın avukatlara vereceğimi, bu durumda erkek avukatların salondan çıkmalarını istedim. Baronun salonundan avukatları çıkaramayacağımı belirttiler. Zamanımı, emeğimi gönüllü olarak paylaştığıma göre, bilgimi paylaşmak için, o bilgiyi gerçekten çoğaltabileceğini düşündüklerimi seçmemin de hakkım olduğunu söylediğimde erkeklerle birlikte birkaç kadın avukat da teessüflerini bildirerek ayrıldılar. En verimli seminerlerden biri olduğunu söylemeliyim. Tabii sonuncusu da oldu. Seminerin ardından nöbet sistemi ile ilgili, bilimsel kaynakları da içeren eleştiri yazısına, yönetimden o güne kadar verdiğim emeklere teşekkür eden, ama tutumumu kınayan bir yanıt aldım. Eğitimler de bir erkek meslektaşıma devredildi. Meslektaşım böyle bir pozitif ayrımcılık uygulaması olmadığını FBI verilerinden yararlanarak onlara göstermişti.
Abu Ghraib mağdurlarını muayene ederken, mağdurlar erkek olan Amerikalı meslektaşımı muayeneye istememişlerdi. Muayeneyi diğer Amerikalı kadın meslektaşımla birlikte yapmıştık. Aslında cinsel saldırı bir kadın asker tarafından yapılmıştı.
Eril şiddet, şiddeti uygulayanın biyolojik cinsiyetinden bağımsız olarak hiyerarşik yapılanmanın ve gücün yeniden üretilmesidir. Modernizm, Türkiye’de kadınları hayata katarken, kadın kimliklerini tüketmiştir. Takım elbiseli kadınlar, erkek egemen bir dünyada eril şiddetin de bir parçası olduklarını görmezden gelmişlerdir. Hiyerarşinin olduğu yerde, eşitlikten söz edilemeyeceğine göre, eril şiddete karşı yürütülecek bir mücadele de, ancak pozitif ayrımcılık üzerinden şekillenebilir. “Laik” adı altında mezhepler hiyerarşisini güçlendiren, “Kemalist” tanımıyla takım elbise giyenleri üst basamağa yerleştiren bir anlayışın feminist bakış açısını, dolayısıyla hiyerarşiyi reddeden yaklaşımı benimsemesi de beklenemez. İstanbul Üniversitesi’ndeki ikna odalarının yaratıcısı, çarşaflılara rozet taksa da…
Şebnem Korur Fincancı
ÖNCEKİ HABER

Metin’e mektup

SONRAKİ HABER

Dayak yemekten bıkınca...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa