04 Ocak 2009 00:00

çocuklar ve hapis

“Çocuklar ve ceza” diye yazabilirdim bu yazıyı. Çocukların dünyaya cezalandırılmak için geldiğine inanır ya dünya.

Paylaş

“Çocuklar ve ceza” diye yazabilirdim bu yazıyı. Çocukların dünyaya cezalandırılmak için geldiğine inanır ya dünya. Evde, işte, okulda... Hep de yoksulların olduğu sıralar, hep de yoksullar ve onların okulları... Azar, şamar, angarya. Ama ana babanın azarı, pataklaması, komşu teyzelerin sövmesi, bakkal amcanın dövmesinden de ağır değil mi, hapis... Hapishaneyle çocuk sözcüğü yan yana gelmemesi gereken iki sözcük gibi geliyor insana. Ama nerdee...
Önce yaşı küçük diye suça zorlananlar var. Bebek yaşta oyun oynar gibi kapkaç öğretilenler. Yankesiciliğe alıştırılanlar. Dilendirilenler. Devletin korumaya alması gerekirken ailelerine teslim ettiği çocukcağızlar. Bunların arasında elbet fuhşa zorlananlar da var. Uyuşturucu satışında kaçakçılıkta zula olarak kullanılanlar.
Sonra silah olarak kullanılanlar var. Kan davasında, namus temizlemede tetik çektirilenler... Ana ve abla katilleri. Bunlardan birinin ikircimini, acısını Yaşar Kemal’in Yılanı Öldürseler’inde okuyabilirsiniz. Anasını öldürmeye zorlanan çocuğun öyküsüdür bu. Anasını deli gibi seven, ama büyük anasınca sürekli “fitlenen” bir küçük erkek. Anasının sevdalısıyla bir olup babasını öldürdüğüne inandırılmaya, anasını öldürmesinin gerektiğine inandırılmaya çalışan bir çocuk.... Bir de kendi işlemedikleri bir suçu üstlenip , “Yaşı az, az yatar, pişer” diye sonu bilinmez bir serüvene itilenler. Bunlar da genelde erkek çocuklar. Sanırım Balaban da ayıngacılıktan yani tütün kaçakçılığından böyle düşer mapusa.
Orhan Kemal’in ilk öykü kitabı Ekmek Kavgası’nın Çocuk Ali’si de oyun oynar gibi girmiştir hapse: “Dağ köylerinden birinde kömür yakarken civar ormana ateş kaçırdılar. Orman epeyce yandıktan sonra söndürüldü. Mesele büyümeden korucularla uyuşuldu, örtbas edildi. Yalnız, bir mesele kalıyordu: Köyde yayılan dedikodu. Olabilirdi ki, havadis jandarmanın kulağına gider, ordan şehire, şehirden de kim bilir...
Bunun için, korucularla söz birliği edildi, suçu asıl yapanlar, dul Ayşe’yi birkaç kuruşla kandırarak Ayşe’nin on iki yaşındaki oğlu Ali’yi tutanakta suçlu gösterdiler.
O gün Ali, güneşin altında boynu bükülmüş bir buğday sapı gibi, korucuların önüne düştü. Evvela bucak merkezine getirildi. Bucak merkezinde de jandarmaya teslim edildi.”
Ali çelimsiz bir çocuktur. Cezaevinde her aşamada alay edilir. “Azılıdır” der gülerler, “mahkemeye çıktın mı, başına candarma da koydular mı” der gülerler. Ali bu insanlara işleri güçleri yok diye yadırgayarak bakar. Hapistekiler birbirlerine “bunlar da giriyor hapse, artık hapse girdim diye övünmeyin” diye takılmaktadırlar. Ali ise “Fıkara anam, domuzlar bekçisiz kalan mısırları perişan edecek” diye düşünmekten çıldırmak üzeredir. İyi ki arada kendini “mapıslara girecek kadar büyümüş” hisseder. Sonunda boş durmaktan canı sıkılır, ahçıbaşına yardıma başlar.
Yaklaşık 60 yıl önce ilk baskısı yapılan bir kitapta yer alan bu hikaye ne yazık bugün acı bir mizah eseri değil. Ali’nin ne çok yaşıtı var Diyarbakır cezaevinde. Bir de yargılananlar var taş atmaktan yaşları kadar ceza istenen. Adli tıptaki ruh hekimleri yaptıklarının suç olduğunu bildiklerini iddia ediyor. Onlar da analarının sahipsiz kaldığını düşünüyorlar arada. Bu ruh hekimleri tecavüze uğrayan çocukların ruh ve bedenlerinin zarar görmediği raporlarını verenler mi bilmiyorum. Ama hemen anımsayacaksınız Evrensel’de yer alan haberi: “Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır’a gelmesiyle başlayan protesto gösterilerine katıldıkları iddiasıyla 23’er yıl hapis istemi ile tutuksuz yargılanan 6 çocuk, yaşadıklarını anlattı. Gözaltında ve cezaevinde sürekli dövüldüklerini belirten çocuklar, hâlâ yaşadıklarının etkisinde olduklarını ve polisleri gördükleri yerde korktuklarını söyledi. Çocuklar uyuyamıyor ve ciddi psikolojik sorunlar yaşıyor. 5’i ilköğretim öğrencisi 6 çocuk 5 Aralık’ta Diyarbakır Çocuk Mahkemesi’nde görülen ilk duruşmada tahliye olmuştu.
8. sınıf öğrencisi Ö.S, “Beni emniyete götürürken, dayak attılar, daha sonra emniyette tekrar dövdüler beni” dedi. Küçük yaşta babasını yitiren Ö.S, gözaltındayken ağır küfürlere maruz kaldığını belirterek, “İskanevleri Mahallesi’nde gözaltına alındım. Ancak alındığım mahallede eylem bile yoktu. Gözaltı esnasında polisler, arabada copla bana vurmaya başladılar. Bu uygulama her yerde devam etti. Gelen giden herkes vuruyordu bizlere. Bizi önce emniyete daha sonra Çocuk Şubesi’ne götürdüler. Şubede 5 gün gözaltında kaldık” dedi. Daha sonra tutuklanarak cezaevine götürüldüklerini anlatan Ö.S., “28 ranza vardı 31 kişi kalıyorduk. Bazı arkadaşlarımız yerde uyuyordu. Cezaevinden çıkarken içeride bulunan arkadaşlarıma üzüldüm. Çünkü onlar her gün aynı uygulamaları yaşıyorlar. Yaşadıklarımın etkisinden kurtulamadım. Rahat uyuyamıyorum. Kabus görüyorum. Okulumdan uzak kaldım. Bu durumda okula gidip gitmeyeceğimi de bilmiyorum” dedi.
Annesine sigara almaya giderken gözaltına alındığını söyleyen 8. sınıf öğrencisi V.D, “Ayağımda terlikle bakkala gittim. Bakkaldan sigara alacakken bakkalın önüne bir araba geldi beni ve bakkal sahibini aldılar. Daha sonra annem geldi, onu da aldılar. Beni alırken elimi ters çevirdiler, kolum çok acıyordu daha sonra otobüse bindirirken bize ağza alınmayacak küfürler attılar. Polis arabasında çok dayak yedik. Bir arkadaşımıza gözlerimizin önünde elle tacizde bulundular arkadaşımız karşılık verince ağır hakaretler etmeye başladılar. Daha sonra benim yanıma bir polis geldi ve bana ‘seni seviyorum’ diyerek burnumu sıkmaya başladı. Ellerini gözüme sokmaya çalışıyor, saçlarımı çekiyordu. Ben de bunlara dayanamayıp ellerini ittim daha sonra herkesin içinde beni dövmeye başladılar” şeklinde konuştu.
Daha sonra hastaneye kontrol için götürüldüklerini anlatan V.D. şunları anlattı: “Hastaneden dönerken otobüste kamera çekimleri bitene kadar bizi koltuklarda oturttular. Çekim bitince yere uzanmamızı söylediler. Bir polis şoföre oyun havası aç diye seslendi ve üstümüzde tepinmeye başladı. Herkese küfür ediyorlardı ve alay ediyorlardı. Çocuk şubesine götürdüklerinde beni dövmeye başladılar. Mahkemeden sonra cezaevine götürdüklerinde bize ‘Apo Ermeni’dir bunlar başka yerlerden emir alıyorlar’ bu ve buna benzeri konuşmalar yaptılar”
Oğlunu sigara almaya gönderdiğini, oğlunun gelmemesi üzerine ise kendisinin de bakkala gittiğini ve polisler tarafından oğlu ile birlikte gözaltına alındığını ve Emniyet Müdürlüğü’nde serbest bırakıldığını kaydeden V.D.’nin annesi Hatice K., aynı uygulamalara maruz kaldığını belirtti. Oğlunun psikolojisinin bozulduğunu ifade eden Hatice K., “Oğlum cezaevinden çıktıktan sonra sürekli olarak kabuslar görüyor geceleri uyuyamıyor” dedi
Ş.B. ise, “Ben kardeşimi almaya gittim. Eylemlerden haberim yoktu. Polisler beni de gözaltına aldı. Beni dövüp küfür ettiler. Arabanın içinde bizi sıkıştırarak copla vuruyorlardı. Doktora gittiğimizde bizi dövdüler dedim. Ancak bir şey yapılmadı” diye anlattı yaşadıklarını. Ş.B.’nün annesi Besna B., annelere yapılan bu işkencenin son bulmasını istedi. “Hiçbir anne yapılan bu işkenceyi kabul etmez” diyen Besna B., “Çocuğumun psikolojisi bozuk bir durumda geceleri uyuyamıyor. Çektiği acıların hesabını kim verebilir” dedi.
Ben ister istemez Sevgi Soysal’ın Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nu anımsıyorum. Öykücü Selçuk Baran’ın çocuklukla ergenlik arasındaki kızıyla birlikte tutuklanıp buraya atılışıyla ilgili bölüm. Küçük Ayça’nın suçu: Sokağa çıkma yasağı başladığı saatlerde dairelerin kapılarının altından mektuplar atmaktır. Mektuplarda öldürülen devrimcilerin hesabının sorulacağına dair cümleler vardır. Komşular bu mektupları ihbar etmiş, polis de pusu kurup küçük kızı yakalamıştır. Polis ve savcı bir çocuğun kendi başına bunları düşünüp yazabileceğine inanmazlar. Annesini de alırlar. Selçuk Baran’ın böyle şeylerle ilişkisi olmayacağı kısa sürede belli olduğundan serbest bırakılır. Küçük kızın serbest bırakılışı epey sonra ve trajikomik bir gerekçeyledir: “Teröristlerle birlikte yattıkça daha beter azacak”. Çünkü Ayça, ona “Bak kızım biz senin düşmanın mıyız, bizden de öç almayı düşünmüyorsun değil mi?” gibi eğitimsel cümleler söyleyen yargıca “Evet sen de hem benim hem halkın düşmanısın, sana da hesap soracağız” yanıtını vermiştir.
12 Mart’ta arandı mı bilmiyorum ama artık çocuklarda “cezai ehliyet” aranmıyor. İsrail’de ateş açılıyor. Bizde tutuklanıyor çocuklar.
Nâzım Usta ne derdi, “Çocuklar tutuklanmasın, özgürce gezebilsinler!”
O zaten çocukların öldürülmesine de karşıydı. Onu hiç dinlemediler ki.
Sennur Sezer
ÖNCEKİ HABER

adım yasak, dilim yasak…

SONRAKİ HABER

Enflasyon çift haneli ama memura fark yok

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa