22 Ocak 2012 12:22
Şiar Rişvanoğlu

“ Bunca bilgiden sonra ne bağışlaması?
  Düşün ki tarihin aldatıcı yolları, yapay dehlizleri çoktur,
  Ve iletir, aldatır fısıldayan aşırı hırslarla,
  Yönlendirir bizi boş şeylere…”               
T.S.Eliot
                                         

Seni katleden el ile, Tekel direnişini boğan, grevleri, işçi eylemlerini kıran, HES’lere karşı mücadele eden kadınları coplayan, Cumartesi Anneleri’ne biber gazı yediren, Kürt halkını asit kuyularında eriten, hapislere tıkan, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta Alevileri ateşe atan elin, Ermenisi ile Rumu ile, Süryanisi ile bu toprakların zenginliklerini yok eden, etmeye devam eden fabrikaları, limanları, hayatı “özelleştiren” elin aynı el olduğunu anlatmak adına? Birkaç küçük istisna dışında koskoca bir hiç!

Peki ne öğrendik bu beş yılda? Daha doğrusu hâlâ kavrayamadığımız neleri başımıza vura vura hatırlattılar bize?

Hukukun bir oyun, adaletin bir ninni olduğunu (en çok da senin davanda) meselâ. Burjuvazinin en büyük ve en yaratıcı uyuşturucu taciri olarak (gerçek uyuşturucular bir yana!), “toplumsal barış”, “azınlıklara saygı”, “tarihle yüzleşme”, “demokratik açılım”, “yeni anayasa”  gibi aslında hiç de yeni ve orijinal olmayan ama çok “Avrupai” uyuşturucuları hâlâ, üstelik “aydın”, “entellektüel” görünenlere dahi satabildiğini meselâ. Bazı anlarda, senin davanı sahipleniyor gibi görünüp de, başka hemen her alanda (işçi sınıfına yapılan saldırılarda, “KCK” adı altındaki korkunç kıyımlarda, emperyalizmin “Füze Kalkanı” projesi ve Suriye’ye saldırı hazırlığı tartışmalarında) düzenle işbirliğini alışkanlık haline getiren sağlı-sollu tüm liberallerin “büyük biraderleri” ile uyumlu yeni ve küçük masallar anlatmada ne kadar yetenekli olduklarını meselâ. Amerikan filmlerindeki eşsiz(!) ve evrensel(!) “iyi polis/kötü polis” senaryosunun bu masal anlatıcısı; Ahmet Altan, Ertuğrul Özkök, Ali Bayramoğlu, Murat Belge ve muadili nice ağabeyler tarafından nasıl da yeniden ve yeniden üretildiğini meselâ. İşçilerin/sendikacıların hepsinin özelleştirme karşıtı olmadığını, Kürtlerin tamamının“PKK’lı” (pardon artık “KCK’lı”) olmadığını, Ermenilerin hepsinin “soykırım” demediğini,  Kürt Alevilerin tamamının Seyit Rıza’nın huyundan gelmediğini, Arap Alevilerin tümünün Suriye ajanı olmadığını, kadınların hepsinin kocadan/babadan/sermayeden bağımsız, özgür bir kimlik peşinde olmadığını, HES’lere, nükleer santrallere karşı çıkan, topraklarını sahiplenen köylülerin hepsinin “eşkıya” olmadığını, hatta ve hatta bütün Marksistlerin, sosyalistlerin devrimci ve tehlikeli olmadığını (Bkz. Erdoğan’ın 11 Haziran 2011 balkon konuşmasındaki DSİP teşekkürü) velhasıl bütün bunların çok şükür ki bir de iyi huylu, “beyaz” versiyonlarının bulunduğunu, onların cici ve muteber olduğunu, muhatap alınması gerektiğini meselâ.

Oysa sen onların oyununu ne güzel bozuyordun! Nasıl inatla ve sabırla, yüzündeki gülücüğü, yüreğindeki insan sevgisini hiç kaybetmeden, kabalaşmadan tane tane anlatıyordun halkının meselesini. Ne acı ve ne mutlu ki ölümünle bile yaptın, öldükten sonra bile yapmaya devam ediyorsun.

Biz senden hiçbir şey öğrenememişiz Ahbarik! Hiçbir şey! Senin Ermeni olduğu için katledildiğini ama son nefesine kadar da sosyalist dünya görüşünden ve halkların kardeşliğine duymuş olduğun sarsılmaz inançtan bir an bile ödün vermemiş olduğunu bile unutmuşuz kardeşim. Yoksa bu yalanlarla dolu sermaye oyununun, düzeninin en azından bir kısmını bozmuş olurduk bu koca beş yılda. Ne var ki beceremedik, çok az becerdik. Affet bizi kardeşim!

Biz belki kendimizi affedebiliriz. Üstelik bahaneler, mazeretler her gün daha da artarken! “Baskılar, operasyonlar” deriz, “Ne yapalım ki zayıfız, güçsüzüz” deriz, “Zamanını bekliyorduk” deriz, “Ailem, çocuklarım, işim” deriz, “Ama” deriz, “Aslında” deriz.  Oysa sen bunların hiç birini demedin ve hep öyle devam ettin yoluna. Belki de seni, hepsine bizzat şahit olduğum sahnelerde; Antakya’nın emekçi kahvelerinden, Şırnak’ın mezralarına, Adana’daki işçi mahallelerine kadar insanların gözünde, Yılmaz Güney gibi, Deniz Gezmiş gibi, Kemal Pir gibi neredeyse bir “aziz” mertebesine ulaştıran şeylerden biri de bu özelliğindi.

Velhasılı, biz bu beş yılı boşa geçirdik azizim Hrant. O yüzden iyisi mi, biz kendimizi, birbirimizi affetsek de, vazgeçtim sen bizi affetme ahbarik! En azından bir süre daha!

*Avukat (Hrant Dink davası avukatlarından)                                                                

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik

Yüksek voltajlı teşvik

Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et