5 Ekim 2008 00:00

SADEDE GELELİM


Yerli ve yabancı burjuva basını ABD’deki ve dünya-sisteminin diğer merkez ülkelerindeki banka kurtarma planlarını tartışıp duruyor.
Kurtarma planlarını değerlendirmek için banka buhranının özünde ne olduğuna bakmak gerek. Buhran bankanın topladığı mevduatla patronların yaptığı ihtiyatsız yatırımlara kredi verip, yatırımlar batınca alacağını alamamasıdır. Veya bankanın dolandırıcılara kredi verip alamamasıdır. Veya bankanın borcunu ödeyemeyecek kişilere kredi verip alacağını alamamasıdır. Şimdilerde ABD, İngiltere, Fransa’da ve sair ülkelerdeki sorun, bankaların verdiği ipotekli kredilerin ödenememesidir. Bankalar ipotekli kredisini ödeyemeyen (kimisi emekçi) ailelerin teminat olarak gösterdiği konutlarına el koymuştur. Ama kimse konut almadığından konut fiyatları azalıyor; bu sebeple bankalar ellerindeki konutları satarak alacaklarını toplayamamaktadır.
“Şüpheli alacakların” sebebi ne olursa olsun, bankanın bilançosunda bu tip şüpheli alacaklar belli bir orana ulaşır ve banka bunlardan ümidi keserse, bu geri dönmeyen alacaklarını öz sermayesi ile karşılayarak kapatmak zorundadır. Bunu yaptığında sermayesi azaldığından kredilerini kısmaya başlar (çünkü bir bankanın kredilerinin her ihtimale karşı sermayesinin belli bir katını aşmaması gerekir; denetleyici kurumlar bunu gözetir.) Fakat birçok banka aynı zamanda kredi vermeyi kısarsa iktisadî faaliyetler azalır, işsizlik artar. Eğer bankanın şüpheli alacakları daha da büyük bir orana ulaşırsa mevduat sahiplerine mevduatlarını ödeyemez hâle gelebilir. Gelişmiş kapitalist ülkelerde bazı bankalar bu noktaya gelmiştir.
Mudiler yani mevduat sahipleri mevduatını bankaya güvenerek tutar. Ülkede bankalardan birinde batma tehlikesi başgösterdiğinde mudiler paniğe kapılıp diğer bankalardaki mevduatını da çekmeye başlayabilir. Böyle panikler sık sık görülür. Hiçbir banka, bütün kredileri ve kredi müşterileri sapasağlam dahi olsa, mudilerinin topluca mevduatı çekmesine dayanamaz. Zira mevduatın büyük bir kısmı kredi olarak verilmiştir ve mudiler mevduatını çekince, bankanın mevduat taleplerini karşılamak için kredi alacaklarını bir anda talep edip toplaması mümkün değildir. O halde kapitalist düzende devletin tek bir bankanın dahi sarsılmasına izin veya imkan vermemesi gerekir. Bankaların başka ülkelerde şube açtığı, birbirine borçlandığı günümüzde büyük bir ülkedeki banka sisteminin sağlığı, birçok başka ülkedeki banka sistemlerini de etkilediğinden banka denetimi uluslararası bir sorun olmaktadır.
Bir bankanın mevduat sahiplerine mevduatını ödeyememesi siyasî bir sorundur. Her ne kadar bazı burjuva iktisatçıları -Banka batarsa batar. Mudiler dikkat edip o bankaya tasarruflarını tevdi etmeseydi, cezasını çeksinler- derse de burjuva iktidarlar böyle davranmanın siyasî neticesini göze alamaz. Arjantin’de 2001’de devlet halkın bankalardaki mevduatını geçici olarak dondurmaya (ödememeye) karar verdiğinde halk sokağa döküldü, ekonomiyi felç etti, kurulan hükümetler birbirinin peşi sıra istifa etmeye mecbur oldu, siyasi istikrarsızlık ortamında Arjantinli emekçiler bir süre siyasete ağırlığını koydu.
Bu vaziyetlere kapı açmamak için burjuva hükümetler batacak gibi olan bankaları kurtarmaya bakar. Kurtarmanın çeşitli yöntemleri var. Biri bankayı kamulaştırmaktır. İngiltere hükümeti bu yıl şimdiye kadar iki bankayı kamulaştırdı. ABD’de de birkaçı kamulaştırıldı. Banka kamulaştırmak, bankanın zararlarını bütçeden karşılamaktır.
Başka bir yöntem, devletin bankanın bilançosundaki dönmeyen alacakları “satın almasıdır”. Yani devlet bankaya o dönmeyen kredi alacaklarının parasını verir; alacaklar devlete geçer. Artık devlet alacakları ne yapar, orasını Allah bilir... ABD’de Bush’un 850 milyar dolarlık kurtarma paketinin özü, federal devletin bu dönmeyen alacakları bankalardan alarak bankaları kurtarmaktır.
Üçüncü bir yöntem, devletin tahvil basarak bankalara (parasız) vermesidir. Bu tahviller bankanın kasasına girince bilanço düzelmiş görünür; banka nakit isterse bu tahvilleri satabilir. Neticede devletin özel sektöre borcu artmış olur. 2001’de Türkiye’de batmakta olan bankalar böyle kurtarıldı; kamu borcu kabardı.
Banka mevduatını bu kurtarma şekilleri (kamulaştırma, ödenmeyen alacakları devralma, tahvil vererek kamu borcunu şişirme) bütçeden kaynak ayırmayı gerektirir. Bu da eğitim, sağlık, adalet gibi kamu hizmetlerinden kısıntılar yapmak demektir. Bu sebeple adaletsizdir.
Sonuçta bankayı kendi haline bırakıp mevduatın kaybolmasına göz yummak da adaletsizdir, mevduatı kamu kaynaklarıyla kurtarmak da adaletsizdir. Mevduat sahipleri içinde emekçiler vardır; vergi mükelleflerinin de çoğu emekçidir. Emekçiler her halükarda mağdurdur. ABD gibi ülkelerde ipotekli konutunu kaybeden emekçiler de ayrıca mağdurdur.
Ya banka hissedarı sermayedarlarla banka yöneticileri? Bunlar banka kâr ettiğinde servetlerine servet katar: temettüler, yüksek maaşlar, ikramiyeler alırlar. Sorumsuz kredi politikası (yüksek kredi faizleri sayesinde) nema getirirken bol bol kazanırlar. Banka batma tehlikesine düştüğünde hissedarlarla yöneticileri bundan biriktirdikleri servetle, yani bütün malvarlıklarıyla sorumlu tutmak gerekmez mi? Ama hissedarlar bankanın mudilerine karşı ancak hisselerin yazılı değeri kadar sorumludur. Yöneticiler ise mudilere ve topluma verdikleri zarardan sorumlu tutulmaz. Büyük tazminatlarla görevden uzaklaştırılır.
Dolayısıyla banka buhrana girdiğinde banka (yani mudilerin mevduatı) kurtarılsa da kurtarılmasa da bu bankadan kredi alıp geri ödemeyen (“hortumlayan”) iş adamları kazançlı çıkar, hissedarlar ve banka yöneticileri ise zarar görmez. Zaten bunlar aynı sosyal sınıftır. Bu sebeple burjuva devleti banka yönetimlerinin sorumsuz kredi politikalarına göz yumar, hatta bunları teşvik eder.
IMF ulusal banka sistemlerini saran buhranlar üzerine 2008 Eylülü’nde yayımladığı bir raporda 1970’ten 2007 yılına kadar dünyada 124 (yüz yirmi dört) ulusal banka sistemi buhranı saptamış. Raporda bunlardan bir kısmında bankaları kurtarma harekatının devlete maliyetini de gösteriyor. Arjantin’de 1980’de devlet bankalar buhranını çözmek Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYİH’nın) yüzde 55’i kadar bir meblağ harcamış. Şili’de 1981’de bankalar buhranı devlete GSYİH’nın yüzde 43’üne, Endonezya’da 1997’de bankalar buhranı devlete GSYİH’nın yüzde 57’sine, Güney Kore’de 1997’de banka buhranı devlete GSYİH’sının yüzde 31’ine, Meksika’da 1994’te banka buhranı devlete GSYİH’nın yüzde 19’una, Türkiye’de 2001 buhranı devlete GSYİH’nın yüzde 32’si kadar bir meblağa mal olduğunu yazıyor. Yani burjuva iktidarları, banka kurtarma kisvesi altında vergilerden bu inanılmaz muazzam meblağları bankaların “yitirdiği” veya hortumlattığı paraları yerine koymak için verebiliyor. Burjuva iktidarlarının bu servet transferlerini ancak emekçilerin iktidara yönelmesi durdurabilir.
Cem Somel

Evrensel'i Takip Et