5 Ekim 2008 00:00

tuncay güney’i dinleyenler abdülkadir aygan’ı duyacak mı?


Eski JİTEM elamanı Abdülkadir Aygan’ın, Ergenekon’daki kilit örgüt JİTEM’in faaliyetlerine ilişkin olarak Evrensel’e yaptığı açıklamalar, şu ana kadar Ergenekon soruşturması kapsamında gündeme gelmeyen önemli noktaları savcılara hatırlatmış oldu. Musa Anter, Vedat Aydın, Eşref Bitlis cinayetleri ve daha bir dizi aydınlanmayı bekleyen önemli noktada açıklamalarda bulunan Aygan’ın, Ergenekon’un, ‘tanığı, sanığı, mağduru’ olduğunu belirterek, dava kapsamında dinlenme talebine nasıl bir yanıt verilecek, ya da şu ana kadar olduğu gibi görmezden mi gelinecek göreceğiz. Telefon konuşmaları, bilgisayar kayıtları, gazeteler ve daha pek çok şeyin, belge olarak değer gördüğü Ergenekon soruşturmasında, önemli bir noktada, önemli bir süreçte görev almış bir JİTEM mensubunun anlatacaklarının bir anlamı olması gerektiği şüphe götürmez.
Aygan röportajının Evrensel’de yayımladığı günlerde, basına Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan emekli albay Arif Doğan’ın, Ankara’da 11 Ağustos tarihinde verdiği ifade de yansıdı. Doğan, ifadesinde, JİTEM’in kurucusu olduğu belirterek, “JİTEM komutanların bilgisi doğrultusunda denenmek üzere kurulmuş bir yapılanmadır. Faaliyet alanı OHAL bölgesidir” diyor.

Temkinli bir dille verilen bilgi
Abdülkadir Aygan, JİTEM’in OHAL kapsamındaki illerde gerçekleştirdiği siyasi cinayetlere ek olarak, bu yapılanmanın ülkenin batısındaki etkinliklerine dair de ayrıntılar içeriyor. Örneğin, Aygan, Uğur Mumcu’yu da Cem Ersever ve ekibinin öldürdüğünü düşündüğünü belirtiyor. Diğer cinayetleri daha somut anlatan Aygan, Mumcu cinayeti konusunda ise daha temkinli bir dille bilgi veriyor: “JİTEM yöneticileri Uğur Mumcu’dan hoşlanmıyorlardı. Cem Ersever ve yardımcısı Aytekin Özer’in kendi aralarında Mumcu hakkında konuşmalarına şahit oldum. ‘Mumcu’nun çok ileri gittiği ve haddini bildirmek gerektiği’ gibi laflar söylüyorlardı. Ersever, Ankara’ya giderken C4 patlayıcılarını götürdü. Bir süre sonra Mumcu öldürülünce ben eylemin Ersever tarafından yapıldığını düşündüm.”
Abdülkadir Aygan’ın, JİTEM’in OHAL dışı faaliyetlerine yaptığı vurgular içinde Veli Küçük ile ilgili kısımlar da özel bir önem taşıyor. Aygan, ‘Ersever ile Veli Küçük arasında da çelişkiler vardı. Ersever JİTEM’e çok emek verdiğini söylüyor ve ‘ben bunu Küçük’e yedirtmem’ diyordu. Veli Küçük de buna karşı yerini sağlamlaştırmak için batıda daha sıkı bir örgütlenme yarattı. Ersever’in tasfiye edilmesinde Veli Küçük’ün parmağı var.”

Güney’in ‘başarısı’
Aslında bilgi ve belge açısından değerlendirildiğinde Abdülkadir Aygan’ın yaptığı açıklamalar, Kanada’dan yaptığı açıklamalar Ergenekon soruşturmasınca ciddi biçimde karşılık bulan Tuncay Güney’inkinden daha somut. Tuncay Güney, bir dönem çevresinde bulunduğu Ergenekoncuların söylediği ve kendisine verdiği bilgi, belgelerle konuşurken, bir yönlendirme sonucu konuştuğu kuşkusunu doğuran açıklamalarda da bulundu. Son olarak, Gültepe’de 2001 yılında evinde alınan belgelerden iki çuvalın kayıp olduğunu, bu belgelerin Eski Organize Suçlar Şubesi Müdürü’nde olduğunu öne sürmesi ve kayıp olduğunu öne sürdüğü iki çuvalın içinde neler bulunduğunu madde madde sayması gerçekten hayret vericiydi. Türkiye’de Ergenekon sürecini yakından izleyen bütün gazetecileri, yaşadığı Kanada’dan atlatan Güney bunu nasıl başarmıştı?!
Abdülkadir Aygan ise, ‘Beni buradan zorla Türkiye’ye getirmeye çalışmak çok ayıp bir şey olur’ diyen Tuncay Güney’den farklı olarak, bulunduğu ülkeden Türkiye’ye kendisinin gelebileceğini, davada tanık da, sanık da olabileceğini söylüyor. Ve, yaptığı açıklamaları siyasi bir senaryonun içine giydirmeden somut yaşanmışlıklarla, olgularla konuşuyor. Yani Tuncay Güney, ‘Ergenekon sahnesi’ni dışarıdan tarif edip, yer yer de, kendince roller ve bölümler eklerken, Abdülkadir Aygan, doğrudan o ‘kirli oyunun’ en kirli aktörü olan JİTEM’i içeriden anlatıyor. Tuncay Güney, bugün hangi ‘istihbarat biriminin’ ya da hangi ‘dini cemaatin’ himayesinde konuştuğu ve dolayısıyla nasıl bir manipülasyonun aracısı olduğu şüphesini üzerinde taşırken, Abdülkadir Aygan, “faili meçhuller örgütü”nün, 657’ye tabii maaşlı memuru olduğunu da zikrederek konuşurken, Tuncay Güney, cin olmadan adam çarpmaya kalkan bir ‘genç yetenek’ olarak kendisini pazarlıyor. Ve üstelik, Aygan, ‘telefonla dinlemeye’ gerek kalmayacak kadar da açık ve ortada konuşuyor.

Süreç derinleştirilmelidir
Yıllar önce, ‘milli basın özgürlüğümüzün’ ambargolu gazetesi Gündem’e konuşan ve söyledikleri duymazdan, görmezden gelinen Aygan, yaşadıklarını bu kez de Ergenekon’da gündeme gelen gelişmeler ışığında bir kez de Evrensel’e anlattı. Şu ana kadar Ergenekon’a dair olarak hükümete yakın gazetelere ‘sızdırılan’ bilgilerle kıyaslandığında, Evrensel’de yayımlanan Murat Kuseyri’nin Abdülkadir Aygan röportajı birilerini ‘kızdırma’ potansiyelini de tabii ki içinde taşıyor. Ergenekon sürecini, hükümetin önüne çıkan ya da çıkabilecek olan ‘ulusalcı darbe’ potansiyelini bertaraf etmeyle sınırlı bir bağlamda tutmak isteyen AKP kurmayları bugüne kadar JİTEM’e dair bir açıklama yapmadılar. ‘Sızdırmacı’ gazeteciler dışındakiler için yazıp çizmesi dahi riskli olan Ergenekon soruşturması sürecine, halkın, demokratik kurumların müdahil olması da zaten iktidar tarafından motive edilmediğine göre, Abdülkadir Aygan gibi bu süreci içeriden yaşayarak konuşmak isteyenlerin anlatacaklarına kulak vermek savcıların etik tavrına kalıyor. Elbette ki bu ülkede emek ve demokrasiden yana olan güçlerin Ergenekon sürecinin derinleştirilmesi için basınç yapmalarına duyulan ihtiyaç bugün de günceldir ve hatta bu ihtiyaç 20 Ekim’de başlayacak duruşmalarla birlikte daha da güncel hali gelecektir.
Ne var ki, Ergenekon süreci şu ana kadar ki seyri itibariyle İslami basın ve ‘sızdırmacı gazeteciler’ dışındaki kesimler açısından soru işaretlerine doğru da evrilmiş bulunuyor. AKP’nin yedeğinde duran liberal ‘taraf’ların, bu süreci solu didikleme için kullanmaları belki AKP kurmaylarını ziyadesiyle mutlu etmiştir, ama, onların ve bugüne kadar ‘başörtüsü’ dışındaki özgürlük taleplerini hiçbir zaman yüksek sesle dillendirmemiş olan AKP’nin geleneksel tabanın Ergenekon davası sürecine demokratik bir kitle zemini olamayacakları da açıktır. AKP’yi güçlendirmemek adına başından beri Ergenekon’a mesafeli yaklaşma tutumunun ‘sol’daki karşılıkları herkesten önce bizzat sol içinde tartışılmıştır. Ve Ergenekon sürecini, ‘sistem içi’ bir sorun olarak tespit etmekle sınırlı kalan bir bakış açısının da demokrasi mücadelesi açısından oldukça ‘naif’ ve etkisinin kalacağı da açıktır. Ama bugün itibariyle, Ergenekon davasına karşı yaşanan ilgi azalması ne soldaki ‘kafa karışıklığı’ ne de, bir başına demokrasi güçlerinin tepkisizliğiyle açıklanabilir.

AKP tek laf etmedi
Ergenekon soruşturmasını yürüten savcıların hukuksal takiplerinin yanı sıra, özellikle iktidarın bu süreci nasıl bir bağlama oturttuğu sorusuna verilecek yanıt bu ilgi azalmasını da açıklar niteliktedir. Ergenekon soruşturması sürecini bugüne kadar ‘hükümete karşı darbe girişimi’ yönüyle öne çıkartan ve ancak bu konuda tavır alan ve destekleyen Başbakan Erdoğan tam da bu tutumu nedeniyle JİTEM ve faaliyetlerine ilgisiz kalmıştır. Tutuklu sanık emekli Albay Arif Doğan, JİTEM’in kurucusu olduğunu itiraf edinceye kadar geçen süreçte iki dönemdir iktidarda olan AKP’nin, bu konuda tek bir laf etmemesi tesadüf sayılabilir mi? Bu kilit nokta, Ergenekon soruşturmasının bundan sonraki süreci ve kamuoyu ilgisi açısından büyük bir önem taşıyor. Ergenekon soruşturması JİTEM’i de içine alarak ve faili meçhul cinayetleri mercek altına alarak derinleşecek mi, yoksa, çeşitli popüler isimlere doğru yayılarak zamanla bir sabun köpüğü gibi, dağılacak ve uçup gidecek mi?
Şemdinli olayında görüldüğü gibi, meslek yaşamları generallerin ve iktidarın iki dudağı arasında olan savcıların bu süreci cesaretle derinleştirebilmeleri açısından da, halkın ve demokrasiden yana güçlerin kafalarındaki soru işaretlerinin giderilerek Ergenekon davasına ilginin yaratılabilmesi açısından da, iktidarın bu konuda topu taca atan tutumundan vazgeçmesi şarttır.
Fatih Polat

Evrensel'i Takip Et