04 Ağustos 2008 00:00
YAŞAMA KÜLTÜRÜ
Şunca yıldır Kazdağının eteklerindeyim.Gencecik mimarlarla her yıl, bir köyün, bir ilçenin eksiğini gidermeğe çalışıyoruz. Mimarlık Yaz Okulu düşüncesini bu nedenle geliştirdim.
Şunca yıldır Kazdağının eteklerindeyim.
Gencecik mimarlarla her yıl, bir köyün, bir ilçenin eksiğini gidermeğe çalışıyoruz. Mimarlık Yaz Okulu düşüncesini bu nedenle geliştirdim.
(Ayrıca, halkın gereksinimini, sorununu doğrudan yaşıyorlar genç mimarlar böylece... Gerçek bir sorunun, gerçek olanaklar içinde çözümlenmesinin coşkusunu yaşıyorlar.)
En azından çeyrek yüzyıldır Kazdağı aşağı, Kazdağı yukarı iç içe yaşıyorum kısacası bu dağla... Bu addaki kaz sözcüğü Türkmenlerin kaz ayağı simgesinden, inançlarından geliyor. Ya da bir yazımda anlattığım Priamosun oğlu kaz çobanı Parisin öyküsünden...
Bir de Sarıkız söylencesi var...
Kazdağının güneye bakan yamaçlarındaki Gürenin hemen üzerinde Kavurmacılar köyü var. (Epey bir süredir boşalmış, Güreye inmişler insanlar...)
Bu köyde bir baba-kız mutlu yaşarlarmış geçmişte... Bir gün baba hacca gitmek ister. Evren güzeli kızını köyüne emanet eder, yola çıkar. O günlerde hacca gidip gelmek aylar alır. Gidip gelmemek de var...
Köyün delikanlıları, kızın gönlünü çalıp onunla evlenmek için sıraya girerler. Kız istekleri olumlamaz.
Bir gün baba döner. Köyün delikanlıları o yokken kızın uslu durmadığını söyleyerek sözüm ona hınç alırlar. Geleneğe göre baba, kızını öldürecektir. Baba bu, kıyabilir mi öz kızına? O da Parisin babası Priamos gibi, yavrusunun yanına birkaç kaz katıp İda dağına bırakır. Canını aldığı bir tavşanın kanını üzerine sürüp, kızını öldürdüğünün kanıtı olarak gösterir köyünde. Töre uygulanmıştır... Köyde yaşam doğal akışına döner.
Yıllarca kızının ne olduğunu düşünür baba... Yüreği avkulmaktadır... Sonunda dayanamaz dağa çıkar... Usunda kızının kemiklerini bulacağı vardır... Oysa bakar ki, kızı yaşamını sürdürebilmiştir. Üstelik o üç-beş kaz bir sürü olmuştur. Kızı onu sevgiyle kucaklar. Adamcağız yerin dibine geçer. Yerler içerler... Adam abdest almak ister, namaz kılmak için. Kızı, Kazdağının tepesinden uzanır. Edremit körfezinden tasla su alır... Babasının eline döker... Adam Kızım bu su tuzlu. der. Kız bu kez ayağını yere vurur. Oradan fışkıran kaynaktan alır suyu... Baba anlar ki kızı ermiştir...
(Dağın tepesindeki su, bu gün de buz gibi akıyor bir çeşmeden. Onun başında Türkmenler her yıl geçici bir köy kuruyorlar. Bütün çevreden gelen Türkmenler (eskiden ta Toroslardan, Mersinden bile gelirlermiş) orada bir hafta-on gün bir arada yaşayıp, semah dönüyorlar.)
Söylenceye döneyim... Baba kız orada bir süre daha yaşarlar... Birinin bir tepeye (Sarıkız tepesi) ötekinin de bir başka tepede (Baba tepe) gömülü olduğuna inanılır bu gün...
Kazdağının tepesinde bir de Kaz ağılı vardır. Bu gün taşlarının yığıntısı dura duran, 3 km uzunluğunda bir duvar, bir alanı çevreliyor. Kimilerine göre bu kutsal alanda girmiştir gerdeğe Zeus...
Kaz sözcüğüne bu kökenler yetmez mi?
Ama ülkelerini tanımayanlar, Kaz denince kazmağa girişiyorlar. Bunu da Çanakkaleli bir mimar yakıştırdı...
Kazdağı gerçekten yalnızca bir dağ değil. Yaklaştıkça sizi içine çeken, şiirimizle, söylencelerimizle, geçmişimizle dopdolu bir parçası ülkemizin...
Kayserili bir iş (?) adamı şöyle demişti bir gün: Topkapı sarayındakileri satsak da borcumuzu ödesek ya...
Kanım donmuştu...
Kanım donmuştu da, bu kafadakilerin bir gün bizi yönetmeğe kalkışabilecekleri usuma düşmemişti...
Ülkemizin bütün yer altı yerüstü kaynaklarının, Cumhuriyetin dişinden tırnağından artırdıklarıyla gerçekleştirdiği tüm kazanımların satılığa çıkarılacağını nasıl düşünebilirdik?
Bunlardan geri dönüşümü, yeniden kazanım olanağı olanları bile yerlerine koymak için torunlarımız, belki de onların torunları da zor günler yaşayacaklar.
Cengiz Bektaş