29 Haziran 2008 00:00
maç bitti, hayat devam ediyor
Milyonlara bir an, bir hafta, bir ay boyunca; kazanma-kaybetme, umut-korku, sevinç-hayal kırıklığı duygularını binlikte yaşatan futbol, artık günümüz dünyasında spor ötesi bir şeye dönüşmüş durumda. Mafya, şike, kumar ve futbol ilişkileri iç içe geçmiş dönme dolap gibi. Her dönmesinde de milyonları gerçek hayattan kopararak peşinden sürüklüyor.
Futbol günlerdir sohbetlerin, tartışmaların ve yorumların ana maddesi olarak gündemden düşmüyor. Medya futbol haber ve yorumlarıyla dolup taşıyor...
Emekleyerek yürümeye başladığından bu yana insani olmayan yanlarından arınmaya çalışan insanlık, sömürücü egemen sınıflar tarafından ise tam da bu yanları ile gündemde tutulmaya özen gösteriliyor. Zira egemenlerin kendi saltanatlarının devamı için yalan ve dolana ihtiyaçları var.
Önceleri en ilkel yöntemlerle bir yerlerinde saklı duran silahları; milliyetçilik, ırkçılık, kimin Avrupalı-kimin Asyalı, güçlü-güçsüz olduğuna ilişkin söylemleri piyasaya sürdüler. Çılgın Türkler, kahramanlar, ölümsüz Türkler, Türk damgası, en büyük Türkiye... gibi aslı astarı olmayan söylemler dillerden düşmedi. Futbol çerçevesinde kışkırtılan milliyetçi duygular, şovenizm, kendini diğer uluslardan üstün görme eğilimi şişirilerek doruklara çıkarıldı. İş artık öyle bir noktaya vardı ki ortaya çıkacak olayların nelere yol açacağını düşünerek, bu kez on ikiye beş kala dostluk ve uyumdan söz eder duruma gelmek zorunda kaldılar.
Avrupanın güçlü devletlerinden birçoğunun bir bir kupadan elenmesi dahi sözde futbol çevrelerince kabullenmek istenmedi. Futbolu kendinden ibaret gören futbolun beşiği İngiltere, çok önceleri devre dışı kalmıştı. Sonra peşinden İtalya, Fransa, Portekiz gitti. Olacak şey miydi bu? Türkiye Milli Takımı, tüm yorumcuların, futbol otoritelerinin tahminlerini tarumar etti. Avrupaya dahil edilmek istenen/istenmeyen Türkiye, bir ilke imza atmanın havasıyla büyük bir sempati topladı.
Stuttgartta maç akşamı
Almanyanın onlarca şehrinde olduğu gibi bizler de geçtiğimiz maç akşamı şehir merkezinde dolaşıyoruz. Kurulan dev ekranların önü kısa sürede doluyor. İnsanlar yerlerini alarak tuttukları takım için tezahürata başlıyorlar. Kırmızı, beyaz, sarı, siyah renkler her yerde bayrak olup dalgalandırılıyor.
Sahaya sürülen futbolcular, tıpkı Roma döneminin gladyatörleri misali kazanmak ve kendilerine biçilen rolü tam oynamak için her yola başvuruyorlar. Bu hemen hemen tüm maçlarda görülen ve kazanma gibi kaybetmeyi kabullenmeyen bir tutum.
Stuttgartın tüm lokantaları, birahaneleri, kahveleri, irili-ufaklı alanlar hınca hınç dolu. Görüntüler şehrin anatomisini yansıtıyor. İtalyan, Yunan, Türk, Kürt, Alman, İspanyol...sevinç içinde maçı izlemekteler. Kendilerini panzerler olarak lanse ettiren Almanyanın kazanacağı sanki önceden ilan edilmiş gibi. Lakin işin öyle kolay olmadığı ilk dakikalardan itibaren renk veriyor. Böyle olunca da burada doğmuş, burada büyümüş, bir yanı Almanya bir yanı Türkiye kokan enerji dolu tertemiz gençler hop oturup hop kalkıyorlar. Yıllardır varlığını sürdüren dışlanmışlık, küçümsemecilik, ayrımcılık ve birçok siyasal haktan mahrum edilmenin biriktirmiş olduğu bir dışa vurum. Biz de varız, biz de kazanabiliriz, duygusunun gönülden gönüle dolaştığı anlar...
Birlikte güçlüyüz
Önce Türkiyenin, ardından Almanyanın gölü ile birkaç ırkçı Türkiyelilere saldırıyor. Siz bakmayın maç öncesi okunan ve ırkçılığı yeren açıklamalara. Evet bu türden iyi niyet açıklamaları mutlak işe yarar, ancak egemen olan sosyoekonomik yapıdan güç alan, sorunların üstünü kapatmada pis bir örtü olarak kullanılan ırkçılık, öyle basit açıklamalar ve temennilerle yok olmaz...
Çok az sayıdaki DİDF gencinin taşıdığı Birlikte güçlüyüz yazılı bayraklar, Almanlar tarafından sevgi ile karşılanıyor. Yüz binlerin sokaklara çıktığı bu tür durumlara bizler de kafa yormalı, küçük de olsa girişimlerde bulunmalıyız. Karşı taraf, yani sömürücü egemen sınıflar her an, her saniye iktidarlarının devamına kafa yorup hareket halinde oluyorlar.
Maçın gidip gelmeleri sona erip Almanyanın kazanmasıyla birlikte ortalık mahşer yerine dönüyor. Birbirlerine sarılanlar, ellerinde ne varsa havaya fırlatanlar, Almanya Almanya diye bağıranlar ile cümbüş adeta yeni başlamış gibi. Geç olmasına inat şehrin her yeri, bütün yollar trafiğe kapatılıyor. Gençler olanca sevinç ve coşkularıyla eğlenmeyi sabaha dek sürdürmek niyetinde.
Yer yer hayal kırıklığı içindeki Türkiyeli grupları Alman gruplar teselli ediyor. Bir grup Türkiyeli gencin davul eşliğindeki yürüyüşüne Almanlar da katılıyor. Emekçiler kendi aralarında gerçek anlamda sorunları olmadığını sergiliyorlar. Ufak tefek sataşmalar anında yine her iki tarafın aklıselim müdahaleleriyle olaysız kapanıyor. Ağlayan genç kızların sayısı ise azımsanmayacak kadar çok. Futbola kadın ve genç kızların ilgi göstermesi bir başka güzellik oluyor. Gece saat 24.00 sıralarında nereden bakarsak bakalım en azından yüz bin insan sokaklarda. Polislerin biraz da ürkekçe uzaktan uzağa izlediği kutlamalar bitmek bilmiyor. Hafiften hafife esen rüzgara kardeşlik, sevgi, sevinç, hüzün karışıyor. Ve aklımıza o ünlü deyim; Hayal kurmalıyız! geliyor. Hayallerimizle gerçek hayat arasındaki bağ ne kadar birbirine yakın olursa, çalışmalarımızın daha iyi gideceğini unutmadan...
Gerçek manada kazanmaya hasret emekçiler, bu sarhoşluğu toplumsal sorunlar karşısında çabuk unutacak. Zira, hayat tüm uzlaşmaz çelişkileri ve güzellikleriyle devam ediyor...
Ali Çarman
Evrensel'i Takip Et