Fazilet Şimşek, patlamada yaşamını yitiren Satılmış Şimşek’in eşi. Kocasını küçük oğlundan 3 ay sonra yitiren Fazilet Şimşek, şimdi 2.5 yaşında kızı ile tek başına kalmış. Emekli maaşı ile geçinmeye çalışıyor. Kirada oturuyor. Bir yandan da iş bakıyor.
Patlamanın üstünden geçen bir yılın kendisi ve küçük kızı için çok sıkıntılı geçtiğini anlatan Fazilet Şimşek’in yüreği, sadece kendi eşi için değil, “Hepsi gencecik öldüler” dediği diğerleri için de yanıyor.
Şimşek, “Biz hiç kimsenin yanına kâr kalmasın diye uğraşıyoruz. Suçluların hepsi içeriye girsin istiyoruz. Belediyenin de, OSB’nin de sorumluluğu var. Ama hiçbiri yerine getirilmemiş. 2007’den sonra zaten denetim yapılmamış. Orada hiç kimse çalışmadı mı sanki o tarihten sonra. Bir denetim olsaydı hiç kimsenin canı yanmazdı. İşyerinde de var kabahat. Tüpler içeride değil de, dışarıda montajlı olsaydı bu kadar can kaybı olmayacaktı. Belki hiç kimse ölmeyecekti” diyor.
Mahkemede yaşananlar da Şimşek’i yaralamış. Şimşek, “Berbat bir süreç” dediği yargılamaya ilişkin şunları ifade ediyor: “Ersoygaz’dakiler çıkmak istiyor. Metsan’dakiler de içeri girmek istemiyor. Birbirlerini yiyorlar dava süreci boyunca. Benim hayatım da devam ediyor mecburen. Duruşmaya gidip geliyoruz. Önce yaptıklarını anlatıyorlardı duruşmalarda. Şimdi de ‘Biz yapmadık’ diyorlar. Ölenler suçlu bu durumda. Ölen 20 kişi komple suçlu, ‘Niye öldüler’ diye. Yargı da ölenlerin suçu varmış diyor.”
‘AYNI ACI YAŞANMASIN’
Fazilet Şimşek, patlamada yaşamını yitiren diğer işçilerin aileleriyle dayanışma içinde olduklarını, birbirlerine destek olduklarını anlatıyor. “Herkesin acısı aynı aynı. Hepimiz birbirimizi anlıyoruz. Yaşayanlar için çok zor” diyor. “OSTİM’in içi canlı bomba. Kazalar devam ediyor hâlâ. Biri kolunu, biri bacağını kaybediyor her gün. OSTİM’de iş kazası olmayan bir gün yoktur büyük ihtimalle” diyen Şimşek, belediye ve OSB yönetimi görevini yerine getirmediği sürece daha çok ailenin aynı acıyı yaşayacağına dikkat çekiyor. Geçim sıkıntısı nedeniyle iş arayan Şimşek, patlama sonrası belediyenin kendilerine vadettiği ev için de 25 bin TL borçlandırılmak istendiklerini belirtiyor.
‘CİNAYET İŞLEDİLER’
Patlamada yaşamını yitiren Dilek Gürer’in annesi Nevruz Gürer’in de acısı hâlâ taze. Anne Güler, “Bir yıldır güzel kızımı göremiyorum. Sesini duyamıyorum. Okuttum, büyüttüm. Bir sabah çıktı evden, daha görmedim. Resimlerine bakıyorum, mantosunu kokluyorum” diyor. “Her şeyimdi, sırdaşım, can yoldaşımdı” dediği, “evlendirince dayanamam” dediği kızının ölümüne yol açanların cezasını çekmesini isteyen Nevruz Gürer, “Cinayet işlediler. Keşke o denetimi önceden yapsalardı da, anaların yavruları böyle olmasaydı. O kızların eşleri, o çocukların babaları kaybolmasaydı. Belediyesi, bakanlığı, patronları... Kimse cinayeti işleyen, en ağır cezayı versin onlara hakim” diyor gözyaşlarını tutamayarak.
Ağabeyi Nihat Gürer de, OSTİM ve İvedik OSB’nin faciaya davetiye çıkaran koşullarına dikkat çekiyor. Kardeşinin çalıştığı işyerinin bir yanında turşucu, diğer yanında izocam işletmesi olduğunu, atölyelerin duvarlarının birbirine yapışık olduğunu belirten Gürer, bu koşulları görünce o işyerinde çalışmaması için kardeşiyle konuştuğunu anlatıyor. Dava sürecinin aileler için zor geçtiğini ifade eden ağabey Gürer, sürekli aileleri kışkırtıcı tavırlar içinde olan sanık avukatlarının ortamı germek, aileleri yıldırmak istedikleri görüşünde. Gürer, “Aileler duruşmalara gelmesin istiyorlar. İnsanların bu acıyı yaşamaktan bıkacağını düşünüyorlar” diyor. Nihat Gürer, sanıkların kefaletle tutuksuz yargılanma talebine de tepkisini “Bedelini nasıl biçecekler anlamıyorum. Biz kardeşlerimizi kaybettik, ötekiler babalarını kaybetti” diyerek ifade ediyor.
BAKANLIKLARDAN DA ŞİKAYETÇİLER
Denetimin patlamadan sonra başladığına da dikkat çeken Gürer, bilirkişi raporunda “Denetlenseydi de önüne geçilemezdi” denilmesine de tepkili, “Nerden bileceğiz? Denetlenseydi belki olmayacaktı. Tüplerin dolumunu yapan firmada kimsenin bir eğitimi yok. Tüpleri dolduran izinli oldu mu şoförün doldurduğunu söylüyorlar” diyor. Avukatlarının resmi kurumların sorumluluklarının tespitini istediklerini hatırlatan Gürer, İvedik OSB ve OSTİM yönetimi, Sanayi Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı ve dolum iznini veren EPDK hakkında da şikayetçi olduklarını ifade etti. (Ankara/EVRENSEL)
İŞÇİLER: GÖZ YUMANIN HİÇ Mİ SUÇU YOK?
Ayhan Aydoğan
OSTİM işçileri irili ufaklı o kadar çok iş kazasıyla karşılaşmışlar ki, artık neredeyse kazaları kanıksamış durumdalar. İşçiler yetkililere şu soruyu soruyor: “Kazalara davetiye çıkaran bu çalışma koşullarına göz yuman sizlerin hiç mi suçunuz yok?”
İş makinası yedek parçası üretiminde çalışan Arif Şen, kendilerinin patlamanın olduğu yerdeki gibi patlayıcı maddelerle çalışmadıklarını, ama buna rağmen birçok yaralanmalı iş kazası geçirdiklerini ifade ediyor. Şen, kazaları artık kanıksar hale geldiklerini belirterek, “Sanki tüm bu kazalar olması gereken, olağan şeylermiş gibi çalışmaya devam ediyoruz” diyor.
İvedik OSB’de bir hidrolik atölyesinde çalışan Kemal Çalgı, patlamalara ilişkin mahkeme sürecini yakından olmasa da, takip ediyor. Çalgı’ya göre ruhsatsız çalışma yapan firmadan çok, firmaya o rahatlığı sağlayan, “Ruhsat alsak da, almasak da fark etmez, ne de olsa denetlemiyorlar arkadaş” dedirten kurumların cezalandırılması gerekiyor. Adem Pınar ise mühendis. Yani bu işin eğitimini de almış. Bir LPG firmasında çalışan Pınar, her şeyden önce şehrin göbeğinde organize sanayi bölgesi kurulmasının bile başlı başına bir sorun olduğuna dikkat çekiyor. Pınar, hal böyle OSTİM’de yaşanan bir patlamanın sadece sanayinin değil, tüm çevre ilçelerin de sorunu haline dönüştüğünü belirtiyor. Pınar, “Şehrin göbeğinde organize sanayi oluşturursan, tüm bunlara ‘kader’ diyemesin” diye ekliyor.
‘KİMİ KİME ŞİKAYET EDECEKSİN?’
İdris Gökköy de OSTİM’de bir LPG tank montaj atölyesinde çalışıyor. ‘90’lı yıllardan önce, 8 yıl Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde işçilik yapan Gökköy’ün anlattıkları, Türkiye’de ve dünyada işçi sağlığı ve güvenliğinin geçen yıllar içinde nasıl da geriye doğru gittiğini gösteriyor. Gökköy, “Ben sosyalist değilim. Fakat Bulgaristan’da sosyalizmden kalma, işçiye hayatının ne kadar değerli olduğunu anlatan bir altyapı var. Ben tekrar ülkeme dönüş yaptığımda büyük bir fabrikada çalışıyordum. Sadece ben makinelerin başında koruma ekipmanları takıyordum. Arkadaşlar bana ‘Ulan iyi ki bir dış devlet gördün, hemen havalara girdin’ diyordu. Patron zaten gülüp geçiyordu” diye anlatıyor yaşadıklarını. İşyerlerinin denetlenmediğini, işçilere sağlık ve güvenlik konusunda eğitim verilmediğini belirten Gökköy, “Durum böyleyken hangi mahkemede, kimi kime şikayet edeceksin? Zaten yargılamayı yapan devlet iş güvenliği kültürünü insanlara vermemiş, denetlemesi gereken yerleri denetlememiş. Sonra üç beş sorumsuz insanı yargılayınca kendini bu olaydan azade mi etmiş olacak?” diyor. (Ankara/EVRENSEL)
CİNAYET DEĞİL DE NE?
Ferhat Güzelgün
Ankara’da OSTİM ve İvedik Organize Sanayi Bölgesi’nde bir gün içerisinde, art arda meydana gelen patlamaların üstünden tam bir yıl geçti. Birbirinden birkaç yüz metre uzaklıktaki iki atölyede meydana gelen patlamalar sonucunda, 20 işçi hayatını kaybetti, onlarcası yaralandı.
Henüz ilk patlama nedeniyle enkaz altında kalan işçilere ulaşılmaya çalışırken, ikinci bir patlamanın olması OSTİM’i bir anda yangına yerine çevirdi. Bu yangın, aslında OSTİM ve İvedik OSB gibi, Türkiye’nin bir çok farklı bölgesine yayılmış, yüzlerce sanayi bölgesinde ve yüz binlerce atölyede için için yanıp duruyor başından beri. İşçinin sağlığını ve can güvenliğini korumak adına alınacak her tedbirin “Gereksiz, anlamsız ve maliyetli” bulunduğu, işçilerin tabiriyle “Her biri patlamaya hazır dinamit” yüz binlerce atölyede, bu yangının büyük bir patlamaya sebep olması için küçük bir kıvılcım fazlasıyla yetiyor.
Sağlık ve güvenlik tedbirlerine rahmet okunan işyerlerinde yanıcı ve patlayıcı maddelerle içi içe çalışma koşulları, daha fazla kâr hırsının yarattığı ağır iş yükü, uzun mesai saatleri, iş yerlerindeki “kaza” risklerini o kadar çok arttırıyor ki, bu koşullar ölüme davetiye çıkarıyor. Resmi rakamlara göre, son 10 yılda gerçekleşen “iş kazalarında” 10 bin 297 işçi hayatını kaybetti, 16 bin işçi iş göremez hale geldi.
Patronlar kâr hırsı uğruna tedbir almıyor. Devlet bunu çok iyi bildiği halde, bu aymazlığa kontrol ve denetim yapmayarak göz yumuyor. İşçiler hastalanıyor, sakat kalıyor ve ölüyor, ama bunun adı da “iş kazası” oluyor. Tabi o da mahkemeye intikal ederse. Ancak bu konuda, ısrarlı bir biçimde “kaza” kelimesinin kullanımı, sermaye düzeninin “şeytani” bir politik tercihi. Adı “kaza” olunca, kelimenin kısmen içerdiği rastlantısallık ya da önlemezlik de suçu örtmenin, kafalarda yanılsama yaratmanın da aracı oluveriyor.
FAİLİ BELLİ!
Bu ölümlerin adını “cinayet” koyabilmenin o kadar çok belgesi, verisi ve örneği var ki ortada, bunları görmemek ya da bilmemek için ya “ahmak” olmak gerekiyor ya da bu sömürünün devamından yana olmak. Azmettireni belli: Merkezinde insanın ve onun ihtiyaçlarının değil, yalnız ve yalnız kazanmanın, daha fazla kâr etmenin bulunduğu bu sömürü düzeni, bu vahşi çalışma koşulları. Yardım ve yataklık edeni de belli, göz yumanı da.
Kim suçlu peki? Mesainin on birinci saatinde, alevlerin içerisinde kalıp hayatını yitiren Aydın ve Aydemir Çapraz kardeşler mi? Patlama olmasaydı belki de 13-14 saati bulacaktı mesaileri.
Suçlu patlayan tüp mü? Tüp içine oksijen yerine doğal gaz basan mı tek suçlu? Bunu satın alan, işçisine kullandıranın suçu yok mu? Patronlar bu cesareti kimden alıyor?
Bu “Anadolu Kaplanlarını” denetlemek, kontrol etmek kimin işi? Yasada belirli bunlar, başta Çalışma Bakanlığı, Belediyeler vs.
Adına “devlet”, “yetkili” dedikleri neden göz yumuyor, neden görünce başını çevirip üç maymunu oynuyor? Onlarda mı patron? Kimin ne çıkarı var ki bu ölümlerden? Bu ölümlere göz yumarak kime hizmet ediyorlar? İşçiye olmadığı kesin.
VAATLER LAFTA KALDI
Patlama ardından OSTİM’e akın eden “Devlet Erkanı”nın da yolu bir daha buralara düşmedi. OSTİM OSTİM olalı, bu kadar bakanı, vekili, başkan ve müdürü ağırlamamıştı. Yetkili makamların bir gidiyor, diğeri geliyordu peşi sıra.
Kameralar önünde, “Hesabı sorulacak, sonuna kadar gidilecek, gerçek sorumlular bulunacak” hamasetleri günler boyu sürdü durdu. İş sorumluluk almaya gelince hükümet topu OSB yönetimlerine, onlar belediyelere, belediyeler de birbirine atıp durdu. OSTİM sanki başkent Ankara’nın göbeğindeki bir sanayi bölgesi değildi de, deniz ortasında bir adada kuruluydu. Ne denetleyen vardı, ne hesap soran.
Vaatler, boldu ama; “Gereken yapılacak, denetim sıklaşacak ve çok can yanacaktı”. Olan olmuştu bir kere “takdir-i ilahi”. Mağdur olanlara yardımcı olunacak, kimine ev, kimine para verilecekti. OSTİM ve İvedik’in geri kalanları ise bunlar için “kazada” ölümü beklemeliydi.
PEKİ NE DEĞİŞTİ?
Bu soruya, uzun uzun yanıt vermenin hiç bir manası yok. Hiç bir şey değişmedi. Vaatler, sözler unutuldu. Patronlar kendilerine dokunulmayacağına olan güvenle, işçi sağlığı ve güvenliği dinlemeden devam ediyor bildiği şeye. Denetim ve kontrolün adı bile yok. Aynı tas, aynı hamam.
Patlamadan 1 ay sonra iş yerimizi ziyaret eden bir Sanayi Bölgesi Yetkilisini saymazsak, OSTİM’de çalıştığım 12 yılda işçi sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili ne bir denetim-kontrol gördüm, ne de olduğunu duydum. Patlamanın ardından işyerimize gelen görevli de çalışma ruhsatımıza baktı ve koşar adımlarla çıktı gitti. İş yerindeki işçi arkadaşım, yetkiliye “işçiler ölünce mi aklınıza geliyor” diye çıkışınca, “Eksiklikleri gördük, artık denetimler çok sıklaşacak” dedi. Tam 11 ay oldu. Ne başka bir yetkili gördük, ne müfettiş, ne denetleyici.
ANCAK İŞÇİLER DURDURABİLİR
İşçilerin, iş yerlerindeki sağlık ve güvenlik şartlarının iyileşeceğine, devletin bu kuralsızlığı önlemek adına tedbir alıp denetim yapacağına güveni neredeyse hiç yok. OSTİM ve İvedik OSB’de yaşanan patlamalar sonrasında da açık bir biçimde görülen aynı kayıtsızlık, bu durumu daha da derinleştirdi.
İşçilerin bir çoğu, hayatlarında bir çok kez iş yerindeki bir “kaza” ya tanık olmuş ya da bizzat yaşamışlardır aslında. Patronların ve devletin, yaşanılan bu iş cinayetleri karşısındaki bu aymaz tutumlarına da yabancı değiller. Aralarında bir çoğu, iş yerindeki bir “iş kazası” sonrası patronun işçinin cebine üç kuruş sıkıştırıp susmasını istemesine, soran olursa ne anlatacağına dair talimat vermesine tanıklık etmiştir.
Bir şeylerin ancak patron isterse ya da devlet yaparsa değişebileceğine olan inanç, yani çalışma koşullarının iyileştirilmesini bu sömürü çarkının dümeninde duranlardan beklemek, bugün OSTİM’de, yarın Sincan’da, öbür gün başka sanayi bölgelerinde yeni iş cinayetlerinin kapısını açıyor.
OSTİM’de insana yaraşır çalışma koşulları yaratabilmek için önce biz işçiler, bunun ancak kendi mücadelemizle mümkün olduğunu görebilmeliyiz. O zaman görecek sanayi sitelerindeki yüz binlerce işçi, kendi kaderinin kimin elinde olduğunu. İşte o zaman hiç bir yangın tüpü, patronların içinde başlamış korku yangınını söndüremeyecektir.
(*) OSTİM işçisi, Emek Partisi Yenimahalle İlçe Yöneticisi
Evrensel'i Takip Et