12 Mayıs 2008 00:00
MEDYADA GEÇEN HAFTA Masa da masaymış ha
Bir yemek masasında konuşulanlar, hafta boyunca medyada yazılıp söylenenlere damgasını vurdu. Haberlerde söylenenler ve yalanlamalardan sonra hâlâ ne konuşulduğunu tam olarak bilmesek de, özel bir kadroyla hassas bir yemek yendiği gerçeği ortada duruyor
Bir yemek masasında konuşulanlar, hafta boyunca medyada yazılıp söylenenlere damgasını vurdu. Haberlerde söylenenler ve yalanlamalardan sonra hâlâ ne konuşulduğunu tam olarak bilmesek de, özel bir kadroyla hassas bir yemek yendiği gerçeği ortada duruyor. Yemeğin haberleri ise, medyayla, özellikle Doğan grubuyla hükümet arasında yeni bir gerilimin ilham kaynağı oldu. Bir yemek masasından bu kadar tartışma çıkması akla Edip Cansever'in "Masa" şiiri getiriyor.
3 Mayıs Cumartesi akşamı Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Başkanı Can Paker ve eşi evlerinde Erdoğan ile eşi Emine Erdoğan onuruna bir yemek vermişti. Yemeğe, bazı gazeteciler de davetliydi. Buraya kadar saklanan bir şey yok, isimler de sır değil: Mehmet Barlas, Ergun Babahan, Nazlı Ilıcak, Hasan Cemal, Taha Akyol, Cengiz Çandar, Mustafa Karaalioğlu.
Daha o akşam, "Şu anda şöyle bir yemek yeniyor" haberleri canlı canlı izleyenlere ulaştırılmıştı. Haliyle, medyanın orada konuşulanları ayrıntılarıyla aktarmaya çalışacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yoktu. Böyle yemeklerin, sohbetlerin, "off the record" yani konuşulmamak kaydıyla yapılsalar bile haber değerleri her zaman yüksektir. Üstelik bugünlerde, bu değerin katlandığını söylersek yanlış olmaz.
Bu, yalnızca ülkenin içinde bulunduğu durumla, AKP hükümetinin ülkeyi yönetmekte, emekçilerden devletin çeşitli kurumlarına kadar karşılaştığı muhalefetle baş etmekte giderek daha zorlanır hale gelmesiyle ilgili de değil. Medyanın, artık eskiye göre hükümete sormak istediği daha çok soru var. Malum, Fenerbahçe'nin şampiyonluk ihtimalinin konuşulacak bir yanı kalmadı. "Beyefendi, Avrupa'ya uçarak mı gireceğiz, koşarak mı?" muhabbetlerinin modası geçti. "Ülkeyi ne kadar seviyorsunuz, bir daha anlatır mısınız?" soruları, soranları bile sıktı. Geriye ya kapatma davası kaldı, ya türban, ya Sabah'ın satışı, ya AKP kadrolaşması, hatta 1 Mayıs'taki "Polis devleti" (ifade Hürriyet'in) görüntüsü... Yani o samimi uçak sohbetlerinin devri çoktan kapanmıştı.
Bu nedenle Başbakan'la aynı masaya oturacak gazeteciler özenle seçildi. İçlerinde yalnızca iki tane genel yayın yönetmeni vardı, topu topu dört gazetenin temsilcileri çağrılmıştı. Sabah, Milliyet, Referans, Star. "Ser verip sır vermeyecekleri" konusunda bir araştırma yapılmış mıydı, bilemiyoruz. Ama sonuç beklendiği gibi olmadı. Birtakım sızıntılar oldu ve yalanlansalar da, hükümeti zorda bırakan, açıklama yapmaya mecbur eden haberler art arda çıkmaya başladı.
Hürriyet'te Ertuğrul Özkök, tabii ki yemekteki arkadaşlarına dayanarak Başbakan'ın Sabah'ın satışıyla ilgili bir açıklama yaptığını yazdı: "Anlatanın yalancısıyım, yemekte bir ara, Sabah-ATV Grubu'nun satışı konusu açılmış ve Başbakan şunları söylemiş: Benim müdahale ettiğimi söylüyorlar, etmedim. Zaten şirket çok pahalıya satıldı. Ben müdahale etsem, daha ucuza sattırırdım. Demek ki Başbakan, başında damadı bulunan şirketin ihalesine isterse müdahale edebileceğini düşünüyor." (Hürriyet, 6 Mayıs)
Başbakanlık Basın Merkezi'ni en çok kızdıran iki haberden biri buydu. Diğeri de, Mehmet Ali Birand'ın Posta'daki köşesinde yazdığı ve Kanal D Ana Haber'de söylediği konulardı. Bunlardan en çok tartışma yaratanı, AKP kapatılırsa Erdoğan'ın yeni bir parti kurulacağını, kendisinin de bağımsız olarak milletvekilliğine aday olacağını açıkladığı iddiası oldu.
Başbakanlığın açıklaması hemen bunları yalanladı: "Not alınmayan ve kayıt tutulmayan özel bir sohbetin, izlenim sınırlarının dışına çıkan haberlere konu yapılması kabul edilemez. Aksi, gazeteciler tarafından Sayın Başbakanımıza atfen seçilen dil ve ifadelerin kabulü anlamına geleceği için bu açıklamanın yapılması zorunlu görülmüştür."
Gündemin hızlı ilerlediği bir memlekette yaşıyoruz. Başbakan'ın bunların ne kadarını söylediği, ne kadarını aklından geçirdiği, ne kadarının medya tarafından yakıştırıldığı, yakında ortaya çıkar. Onu başka zaman tartışırız. Ancak, hükümetin medyayla kurmaya çalıştığı ilişki, en büyük medya grubunun da "başkaldıran" tavırları, nasıl "çözülür", bunu duyamayabiliriz.
Çünkü söylentilere göre Doğan grubunun bu seferberliğinin altında Hilton'la ilgili inşaat izni ve birkaç özelleştirme ihalesini almak yatıyor. Sabah grubuna yapılan kredi kıyağını kıskandıklarını, zaten, söylemeye gerek yok. Bu alışveriş gerçekleşir de Doğan grubu sakinleşirse, AKP medya grubu da, Doğan medya grubu da bunu güzelce saklayacağı için, meselenin hangi ara tatlıya bağlandığından haberimiz olmayabilir.
Zaten ben hâlâ Ertuğrul Özkök'ün son cümlesine takılmış durumdayım: "Demek ki Başbakan, başında damadı bulunan şirketin ihalesine isterse müdahale edebileceğini düşünüyor."
Demek ki Özkök, Başbakan'ın "başında damadı bulunmayan" şirketlerin ihalesine de müdahale edebileceğini düşünüyor. Yoksa öyle bir şirkette tanıdığı mı var?
Çağdaş Günerbüyük