Fukuşima: Savaşsız bir nükleer savaş
Dünya yol ayrımında. Japonya’daki Fukuşima felaketi öngörülen küresel nükleer radyasyon tehlikelerini öne aldı. Japonya’daki kriz “Savaşsız bir nükleer savaş olarak” tanımlanıyor. Yazar Haruki Murakami bu konuda şunları söylüyor: “Bu kez bize bomba atan olmadı... Bu sahneyi biz hazırladık. Bu suç
Mahalli suç olayları ya da Hollywood yıldızları hakkındaki dedikodu haberleri dahil toplumu en az ilgilendiren olaylara kıyasla, yeryüzü gezegeninde yaşamı tehdit eden nükleer radyasyon olayı gazetelerin ön sayfalarında yer bulmuyor.
Bunun yanı sıra Fukuşima Daiçi felaketinin uzun dönem etkileri hali hazırda tam olarak değerlendirilmedi. Ama bu felaket, yaklaşık bir milyon insanın olduğu 1986 Ukrayna Çernobil felaketinden çok daha tehlikeli boyuttadır. Ayrıca tüm gözler Fukuşima Daiçi Santraline odaklanmış durumda. Ama ne Japonya ne de uluslararası haber kaynakları TEPCO’nun (Tokyo Electric Power Co. Inc.) Fukuşima Nükleer Santralinde oluşan ikinci felaketin etkilerini tümüyle kabul etmiş değiller. Hem Japonya hem ABD ve Batı Avrupa’nın vardığı politik fikir birliği, Fukuşima’daki krizin kapsamının zayıf olduğu yönünde. Oysa gerçekler bambaşka. Örneğin Fukuşima-3 reaktörü onaylanmamış miktarda plutonyum sızdırıyordu. Doktor Helen Caldicott’a göre “Yutulmuş olan bir gram plutonyumun milyonda biri kansere yol açmaktadır.”
Mayıs 2011’de yapılan bir araştırma, Japon nüfusunun yüzde 80’inin, hükümetin nükleer kriz konusunda yaptığı açıklamalara inanmadığını göstermektedir.
Japon hükümeti, “Bu nükleer kriz, 1986 Çernobil felaketine eşittir...” gibi bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Acı bir ironiyle Japon yetkililerinin bu ortak itirafı, dünyayı global nükleer radyasyon ve kirlenme sürecine götüren çok daha ciddi bir felaketin varlığının örtbas edildiğinin bir kanıtıdır: “Önceli olmayan bir felaket olan Çernobil felaketi, yalnızca bir reaktörde ortaya çıktı ve hızla eridi. Soğuduğundaysa 100 bin işçinin istihdamıyla yapılan betondan lahitlerle kapatıldı. Fukuşima’da inanılmaz bir düzey olan 4 bin 400 ton nükleer yakıt çubuğu bulunmaktadır. Bu Çernobil’deki toplam radyasyon ölçüsünü gölgede bırakacak bir miktardır.”
DÜNYAYA ETKİSİ
Aşırı düzeyde radyoaktif suyun Pasifik Okyanusu’na dökülmesi, potansiyel bir global radyoaktif kirliliğini tetikleyici süreç oluşturur. Radyoaktif elementler, Japonya’da yalnızca besin zincirlerinde tespit edilmedi. Kaliforniya’da radyoaktif yağmur suyu da kaydedildi: “Denize ve havaya nüfuz eden tehlikeli radyoaktif elementler her adımda, çeşitli gıda zincirlerinde (örneğin; yosun, kabuklular, küçük balık, büyük balık veya insanların içinde, toprakta, otlarda, inek eti ve sütünde) birikir. Vücuda giren bu elementler -iç yayıcılar olarak adlandırılan- yüksek dozda alfa, beta ve/veya gama radyasyonla küçük hacimli hücrelere sürekli ışın saçarak tiroid, karaciğer, kemik ve beyin gibi organlara nüfuz eder ve yıllar içinde kansere yol açarlar.
Kuzey Amerika’nın batı sahilinde, radyasyon yayılımı utangaç bir şekilde kabul edilirken, yakın zamanda “diplomatik kaynaklı” haberler (AP ve Reuters) yalnızca “Küçük miktardaki radyoaktif parçacıkların Kaliforniya’ya ulaştığını ama bunun insan sağlığını tehdit edecek düzeyde olmadığını” belirtti. Haber ajanslarına göre adı açıklanmayan kaynakların, BM Kapsamlı Test Yasağı Anlaşması Kurumunca işletilen ölçüm istasyonları ağındaki veriye erişimi söz konusu.
ABD Nükleer Düzenleme Komisyonu Başkanı Greg Jaczko 17 Martta Beyaz Saray basın sözcülerine yaptığı açıklamada; uzmanlarının, ABD’nin herhangi bir bölgesinde tehlike içerecek düzeyde bir radyasyona rastlamadıklarını belirtti.
HALK SAĞLIĞINI TEHDİT EDİYOR
Şu anda hakim olan durum iyi organize edilmiş bir kamuflajdır. Japonya’da kamu sağlığı felaketi, suyun, tarımsal toprağın ve besin zincirlerinin kirlenmesi - önemli ekonomik ve toplumsal etkilerinden söz etmeye bile gerek yok - Japon yetkililerce ne bütünüyle kabul edilmiş ne de geniş ve ciddi bir biçimde ele alınmıştır.
Japonya ulus devlet olarak tahrip olmuştur. Toprakları ve kara suları kirlenmiştir. Ülkenin bir kısmı yaşanmaz haldedir. 2010 yılı rakamlarına göre 39 milyon nüfusa sahip olan (nüfusu yaklaşık 34 milyon olan Kanada’dan daha fazla) Tokyo metropolitanında yüksek düzeyde radyasyon kaydedilmiştir. Tüm Japonya’da besin zincirlerinin kirlendiğinin göstergeleri mevcuttur: Fukuşima Daiçi Nükleer Santralinden yaklaşık 300 kilometre uzaklıkta bulunan Shizuoka Çay Fabrikasında yasal sınırı aşan radyoaktif sezyum tespit edilmiştir. Shizuoka kenti, Japonya’da önemli çay üretim birimlerinden biridir.
Tokyo’da bulunan bir çay dağıtımcısı bölge yetkililerine kentten sevk edilen çayda yüksek düzeyde radyoaktivite kaydedildiğini iletti. Yetkililer, fabrikadan dışarıya çay sevkini durdurmalarını bildirdi. Fukuşima Nükleer Santralindeki kazadan sonra, Tokyo civarında geniş bir alanda çay yaprakları ve işlenmiş çayda radyoaktif kirlenmeye rastlanıldı.
Japonya endüstrisi ve üretim sektörü bitme noktasındadır. Japonya önde gelen endüstriyel güç olma özelliğini yitirmiştir. Ülkenin ihracatı düşmüştür. Tokyo hükümeti 1980’den bu yana ilk defa ticaret açığını açıklamıştır. İş ortamı, üretim aktivitesindeki enerji sıkıntısı ve enerji kesintilerine odaklanmıştır. Öte yandan daha önemli bir mesele olan ülkenin alt yapı ve endüstri ayağının büsbütün radyoaktif kirlenmeye maruz kalmış olması meselesi, “bilimsel bir tabu” halindedir.
Haziran 2011’de, tüm Japonya’da konutlar ve yollar dahil, inşaat sektöründe kullanılan inşaat malzemelerinin içerdiği nükleer kirliliği işaret eden bir rapor yayınlandı. Ekonomi, Ticaret ve Sanayi Bakanlığınca yayınlanan “Büyük Doğu Japonya Depreminin Ekonomik Sonuçları ve Şu anki İyileşme Durumu” başlıklı ‘örtbas’ özellikli raporda oldu bitti şeklinde “Ekonomik bir iyileşme”den söz edilmektedir. Ancak raporda, nükleer radyasyonun iş gücüne ve ülke sanayisine etkilerine değinilmemiştir. Rapor, Tokyo - Fukuşima Daiçi arasındaki mesafenin 230 kilometre ve Tokyo’daki radyasyon düzeyinin Hong Kong ve New York’takinden daha düşük olduğunu belirtmektedir. Bu durumu destekleyen bir kanıt ortaya konmamış olup Tokyo’daki bağımsız radyasyon inceleme sonuçlarıyla da alenen çelişmektedir. Şu sıra, Sohgo Security Services Şirketi de, “Tokyo’daki konutlarda ve kentin dört bir yanını içine alan bir alanda ‘karlı’ bir radyasyon ölçüm hizmeti” başlatmak üzere.
Buradaki temel soru; yüksek teknoloji ürünü parçaları, makine, elektronik aletler, motorlu araçlar vb. dahil olmak üzere, geniş bir dizi “Made in Japan” endüstri ürün ve bileşenlerinin ve dünyaya ihraç edilen ürünlerin kirlilik taşıyıp taşımadığıdır. Eğer böyleyse, bundan tüm Doğu ve Güneydoğu Asya Endüstrisi -temel olarak Japon bileşen ve endüstri teknolojisine bağlı olanlar- etkilenecektir. Uluslararası ticarete etkileriyse oldukça geniş kapsamlı olacaktır. Bu bağlamda, ocak ayında, Rusya Federasyonu’nda Rus yetkililer, Vladivostok Limanında satılık Japon otomobillere ve oto parçalarına el koydu. Şurası açık ki küresel rekabet ortamında bu tür olaylar zaten kriz içinde olan Japon otomobil sanayisinin bütünüyle çökmesine yol açabilir.
Japonya’da otomotiv endüstrisi merkezi konumdadır. Iwaki’deki Nissan motor fabrikası Fukuşima Daiçi Santraline 42 kilometre uzaklıkta. Peki Nissan çalışanları bundan etkilenir mi? Tesis, hükümetin “tahliye bölgesi” olarak belirlediği ve yaklaşık 200 bin insanı tahliye ettiği yere 10 ile 20 kilometre arası uzaklıkta bulunuyor.
NÜKLEER ENERJİ VE NÜKLEER SAVAŞ
Japonya’daki kriz, nükleer enerjiyle nükleer savaş arasındaki konuşulmayan ilişkiyi açık etmiştir. Nükleer enerji, sivil bir ekonomik etkinlik değildir. Sözde savunma müteahhitlerince kontrol edilen nükleer silah endüstrisinin bir unsurudur. Nükleer enerji ve nükleer silahların arkasında oldukça güçlü şirket çıkarları söz konusudur. Felaketin doruğundaki Japonya’da, nükleer sanayi ve devlet kurumları, nükleer enerji santralleri içine gizlenmiş atom bombası araştırma tesislerinin keşfini engelleme çabasında(ydılar)lar.
Şuna dikkat edilmelidir ki nükleer radyasyon riski konusunda hem medya hem de hükümetlerin kayıtsızlığının, nükleer silahların kullanımının yanı sıra nükleer enerji endüstrisiyle ilişkisi vardır. Her iki durumda (nükleer enerji endüstrisi ve nükleer silah kullanımı) nükleer radyasyonun sağlığa yıkıcı etkileri kaçamak bir şekilde reddedilmektedir. Hiroşima’ya atılan bombadan altı kat daha fazla patlama kapasitesine sahip taktik nükleer silahlar, Pentagon tarafından “Civardaki sivil nüfus için güvenli” olarak sınıflandırılmıştır.
ABD-NATO-İsrail’in “siviller için güvenli” taktik nükleer silahlar kullanarak nükleer silahı olmayan bir devlete, İran’a saldırmasının olası sonuçları konusunda şu ana kadar siyasi düzeyde hiçbir şekilde herhangi bir endişe dile getirilmiş değil.
Böylesi bir eylemin sonuçları “tasavvur edilemez” noktadadır: Ortadoğu ve Orta Asya’nın büyük bir kısmında nükleer bir soykırım. Öte yandan nükleer silahlar kullanılmasa bile nükleer bir kabus olacaktır. Konvensiyonel silahlar kullanarak İran’ın nükleer tesislerinin bombalanması, geniş rakyoaktif serpintili Fukuşima türü bir başka felakete yol açacaktır.
*Global Research’ten çeviren Hilal Ünlü